Kaynak Nerede?

1970’lerin ortalarında Carter, ihracatı artırıp iş yaratmak kastıyla doların yene karşı değerini 250’den 180’e düşürdü. İhracat patladı ama işsizlik artmaya devam etti. Teoriye göre fiyatların düşmesi gerekiyordu ama enflasyon % 14’e fırladı.

Reagan göreve geldi. Enflasyonu durdurmak için faizleri düşürdü. Doların değerini yeniden 250’ye çıkardı. Enflasyon sahiden de düştü ama ihracat da geriledi. ABD pazarını Japon malları istila etti. Teoriye göre müthiş bir işsizlik olması lazımdı. Tam tersine, işgücü sıkıntısı baş gösterdi. 1985 güzünde Reagan doları hafifçe ayarlamaya kalktı. Dolar ta 125 yene kadar düştü. Teoriye göre herkesin dolardan kaçması lazımdı. Tam tersi oldu, herkes dolara hücum etti.

Drucker 1980’lerin ortasında, yukarıda bir bölümünü özetlediğim tespitleri yaptığı makalesine şöyle başlamıştı: “Ulus-devletin belirli bir gerçekliği olduğu sürece, Keynes’in ekonomiye uyguladığı kusursuz gaz teorisi işler gibi görünüyordu.” İşlemiyordu ama idare ediyordu yani. Artık idare bile etmiyor. İdare bile etmediğini göre göre, hâlâ aynı yaklaşımla akıllar yürütülüyor.

***

Bilanço çıkarmak için dört işlem kâfi. Ne kadar borç öderseniz, borçlar o kadar düşer. Varlıklarınız, stoklara giren imalat kadar artar. Ve saire.

Ama iktisatta dört işlem yetmez. Çünkü bu işten birazcık anlayan herkes bilir, iktisat sıfır toplamlı bir oyun değil. Yani birilerinin kazancı ille de başkalarının kaybı olmak zorunda değil. Dolayısıyla devletin bilançosundan mesul olan Maliye Bakanının Kılıçdaroğlu için “Hem vergileri indirecek, hem fakirlere yardım yapacak, kadınlara maaş ödeyecek, iyi de kaynak nerede?” demesinin manası yok.

Söz temsili, bir ülkede vergi rejimi çok hunharsa veya ekonomi büyümeye iştahlıysa, vergi oranlarını düşürmekle vergi gelirleri artırılabilir. Bunun sayısız misali yaşandı dünyada. Bir ülkede nüfusun önemli bir bölümü temel malların tüketimi için gereken kaynaklara sahip değilken bir yanda da kapasite fazlası varsa, yoksullara aktarılan kaynakların daha fazlası geri döner.

Hangi ilacın nasıl tesir edeceği sadece ilacın muhtevasına değil, daha çok bünyenin haline bağlıdır yani.

***

Demek ki, prensip olarak bakacak olursak, Kılıçdaroğlu’nun iktisadi vaatleri çok da yersiz olmayabilir. Ancak kendi hesabıma, Güneydoğu’da fabrika kurmayı hayal eden bir zihniyetin, memleketin ne iktisadi ve ne de sosyal problemleri için bir çözüm üretebileceğine ihtimal de vermem.

Cumhuriyeti kurmakla övünen, övünmekte de bence haklı olan parti, hala 80 yıl öncesinde olduğu gibi sanayileşme ile heyecanlanıyorsa, geçen süre içinde dünyanın ve Türkiye’nin bünyesinin nasıl değiştiğini anlayamamış demektir. Sanayileşme seksen yıl önce birçok bünye için ilaçtı. Sadece iktisadi problemlerin çözümü için değil, sosyal dönüşüm motorunun döndürülebilmesi için de, o güne kadar geliştirilmiş en müessir şeydi. Bir vakittir, hemen bütün bünyeler için zehir. Ne iktisadi bir faydası var, ne de günümüzün sosyal sancılarını teskin eden bir hassası.

“Canım fabrika kurmaktan heyecan filan duymuyoruz, nereden çıkarıyorsun” deniyorsa daha vahim. Memleketin en can yakıcı problemine böyle heyecansız, böyle teknik teklifler geliştirince, sandıkta hayal kırıklığına uğramak da kader oluyor, bir nevi.

Cemalettin N. TAŞCI

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin