Kazananlar ve Kahramanlar

Ta 2015 Ekiminde, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri arasında, JÖH’ler, PÖH’ler midesi olan herhangi bir varlığın içinin kaldırmayacağı şeyleri gösteri olarak sahnelerken… “İstese, herhangi bir düşmanı Erdoğan’ı düşürebilir, düşürmüyor” diye yazmıştım. 7 Haziran’da zaten görünmüştü Erdoğan’ın ne kadar kırılgan bir zemin üzerinde oturduğu ve sonrasında yaşananlar, evet, demire titanyum eklemenin yaptığı gibi, zeminin sertleşmesini sağlamış ama kırılganlığını artırmıştı.

Beni bilen bilir, “biri gerekli hamleyi yapsın da düşürsün şu adamı” duygusuna hiç gelmedim. Ama düşürebilecekleri halde, düşmesini her gün biraz daha kolaylaştırdıkları halde neden düşürmediklerini anlamaya çalıştım. Görünen tabloyu şöyle özetlemiştim: Cambazın kaderi kendi elinde değil. Ama bizim kaderimizin cambazın elinde olması isteniyor.

Bizim üzerimizde kapsamlı bir oyun oynanıyor olduğu ve Erdoğan’ın da bu oyunun taşeronu olarak elde tutulduğu kanaatimi burada defalarca, muhtelif kelimelerle paylaştım. Erdoğan’ın rehin olduğu kanaatimi… Son perdeye çoktan gelmiş olmamız gerekiyordu bana göre. Gelmedik, yanılmışım. Umarım diğer hususlarda da yanılıyorumdur.

Ama…

Sonra birçok şey oldu, hepsini geçelim. 15 Temmuz oldu. Erdoğan’a bir şey yapmadılar. İyi ki yapmadılar, yapmış olsalardı ufak bir istikbal hayali kurmamız bile imkân dışına çıkardı, o ayrı. Ama 15 Temmuz’u tezgâhladıkları ve Erdoğan’ı hedef aldıkları bizzat Erdoğan tarafından iddia edilen özneler, yani Gülen ve CIA, Erdoğan’a bir şey yapmadılar. Adamın yanındaki yaverler kendilerindendi, koruma polisleri arasında adamları vardı ve saire… Ortada açıklanmaya muhtaç bir şey olduğunu Erdoğan bile idrak etti ki, örümcek mörümcek hikâyeleri anlatıp, kendisini Allah’ın koruduğunu ima etti. O hengâmeden çıkmasını bir “mucize” olarak sundu yani.

Eh, elimizde iki seçenek var gibi görünüyor. (a) İçeride, ta Erdoğan’ın yanında bir yığın adamları olduğu halde, her şeye kadir şeytanlar her nasılsa darbe yapacakları anda Erdoğan’ın nerede olduğunu bilemeyecek kadar şuurlarını kaybetmiş, onu derdest etmeyi bir sonraki safhaya erteleyecek kadar planlama kabiliyetlerini kaybetmiş filan olmalılar. Yani bir yüce güç, mesela Allah, Erdoğan’ı korumak için doğrudan müdahil olmuş olmalı. (b) Eğer Allah’a inanmıyorsanız veya Allah’ın sahadaki işlere bu şekilde müdahil olduğuna katılmıyorsanız… 15 Temmuz’u yaptıkları söylenen Gülen ve CIA, Erdoğan’ı bile isteye ellerinden kaçırmış olmalı. Asıl dertleri Erdoğan’ı alt etmek değil, ona işaret vermek, onu hizaya getirmek veya hizada tutmak olmalı.

(İki seçenek daha var aslında. (c) Cemaat ve CIA zannedildiği kadar, iddia edildiği kadar mahir olmayabilirler. Eh, bu seçenek bana uyar gibi görünüyor, neticede her ikisinin de ve diğer bütün dünyevi güçlerin de lüzumundan fazla abartıldığını düşünüp yazıyorum. Ama bu kadarı, 15 Temmuz’da sergilenen ahmaklık kadarı fazla. Togo gizli servisi varsa mesela, herhalde o bile, darbe planladığında önce darbenin hedefi olan adamı nasıl alacağını planlar. Dolayısıyla bu seçeneği iptal ediyorum. (d) Darbeyi Cemaat ve/veya CIA yapmamış olabilir, Erdoğan’ın nerede, ne yapıyor ve nasıl alınabilir olduğunu bildikleri halde, iş kendi işleri olmadığından karışmamış olabilirler. O gece neler olduğunu anlamamızı sağlayabilecek araştırmaları engelleyerek ve anlamak isteyenleri kuru gürültüyle susturarak, Erdoğan ve çetesi, bu seçeneği canlı tutuyorlar. Ama o durumda bile, aşağıda söyleyeceklerim manasını pek kaybetmiyor. Dolayısıyla bu seçeneği de pas geçiyorum.)

Dünyada kadiri mutlak özneler yok. Kadiri mutlak gizli servisler, kadiri mutlak devletler filan yok. Ama gizli servisler, devletler var ve bir şeyler yapıyorlar. Başkaları CIA’in veya diğer gizli servislerin kadiri mutlak olmadığını bilmese de, onlar kendilerinin kadiri mutlak olmadığını bilirler. Genellikle de, diyelim Kaddafi’nin yapıp ettiklerinden memnun değil iseler Kaddafi’yi ortadan kaldırmaya değil, onun opsiyonlarını daraltmaya yönelik işler yaparlar. Öyle şeyler yaparlar ki, Kaddafi, şu istikamete giderse ayağına birilerinin dolanacağını “anlar”. Kaddafi anlar. Çünkü anlaması gereken de zaten odur. Biz faniler, filan köyde ortaya çıkmış manasız bir kalkışmaya kendimizce bir mana yüklemeye çalışıp dururuz ama Kaddafi anlar ki, şöyle yaparsa başına büyük dert gelecektir. Böyle şifreli, özel bir lisanla anlaşır gizli servisler, diktatörler, daha demokrat görünümlü kudret sahipleri filan birbirleriyle.

Türkiye’de 7 Haziran’dan beri tuhaf işler birbirini takip ediyor. Soluk bir misalle hafızalarınızı tazeleyeyim, bir akrepin arkasında bir cansız bedenin sürüklendiği görüntüler düşüyor ortaya. Erdoğan’ın finanse ettiği gazetemsi şeylerden biri mesajı alıyor, tehdidi algılıyor, görüntüyü fotoşoplayıp, “görüntü fotoşoplu, aslı böyle” diyerek fotoşoplu görüntüyü yayınlıyor. Ertesi gün birileri, görüntüyü video halinde yayınlayıp, malum gazetemsiyi ters düşürüyor. Yani birileri Erdoğan ve çetesine bir takım mesajlar veriyor, ne dediklerini biz anlamıyoruz ama… Erdoğan’a anlatıyorlar.

Kim? Ne mesaj veriyor?

Böyle sayısız şeyden sonra 1 Kasım oldu ve arkasından tuhaf şeyler devam etti. 15 Temmuz’a geldik. O gün ve o gece Erdoğan’a sayısız mesaj verildi.

Kim verdi? Ne dedi?

Bilmiyoruz. Ama mesele kimin ne dediğinden başka bir yerde. Biz faniler meseleyi 7 Haziran’da finali oynanan, olmadı 1 Kasım’da finali oynanan, olmadı 15 Temmuz’da finali oynanan, olmadı Afrin’de finali oynanıyor olan, olmadı ilk seçimde finali oynanacak olan bir dizi gibi seyrediyor, öyle anlamlandırıyoruz. Hâlbuki hal bu değil. Mevcut dizi, bir Türk dizisi gibi, sündürüldükçe sündürülecek, asla finali gelmeyecek bir dizi. Yani hayat.

Erdoğan bu dizinin başrolünde ve —tekrarlıyorum, eğer Allah’ın doğrudan bir müdahale ile senaristlerin onu öldürmesine mani olduğu masalına inanmıyor iseniz— ipleri birilerinin elinde. Neyi yapıp neyi yapamayacağı onlar tarafından sınırlandırılıyor.

Karışık oldu galiba. Somut ifadelerle netleştirmeye çalışayım.

Diyelim Ortadoğu’da sınırların değişmesi ve bir Kürt devletinin kurulması, CIA, MOSSAD ve Rus Gizli servisleri tarafından ciddi bir seçenek olarak masada tutuluyor olsun. Onlar hep, olabildiği kadar bol seçenekle çalışırlar. Aslında “Kürt devleti kuralım” gibi dile getirilebilir bir seçenek de olmaz ama basitleştirmeye çalışıyorum. Bütün bu oyuncuların her biri, diğer oyuncuları da olabildiği ölçüde göz hizasında tutmaya çalışırlar. Diyelim TSK’nın Afrin’e girmesine Rusya’nın yeşil ışık yakması, diğer bütün oyuncuların değerlendirmesi, anlamlandırması gereken bir mesajdır. Filan. Bu oyuncular birbirleri ile doğrudan, bir masanın etrafında bir araya gelip konuşamadıklarından değil. Hiçbiri diğerinin beyanına tam anlamıyla güvenemeyeceğinden ve asıl önemlisi… Oyuncuların hiçbiri yekpare değil. Her biri çok sayıda kanattan oluşuyor. Her birinin mesaisinin büyük bölümü bir diğerinin bileğini bükmeye değil, içlerinde kanatların birbirinin bileğini bükmesine harcanıyor. Dolayısıyla herkesin her an tetikte olması ve fiilleri anlamlandırması gerekiyor.

Ve dolayısıyla… Sahada “olabilir olan”ların listesi, her an değişiyor. Herkes yeniden pozisyon alıyor, bir daha değişiyor ve saire…

Bölgedeki oyunda Türkiye ve Türk gizli servisi de, en az diğerleri kadar hesaba katılması gereken, özerk bir aktördü. Hatta belki de diğer her birinin, Türkiye dışındaki bütün aktörlerden daha çok hesaba kattığı aktördü. Gezi’de sarkaç geriye dönmeye başladı. Erdoğan ve çetesinin iddia ettiğinin aksine, dış mihraklar Gezi’yi tezgâhladığından değil. Erdoğan ve çetesi Gezi’de —isteseniz beceremeyeceğiniz kadar— basiretsiz bir tutum alıp kendi meşruiyetlerini tartışmalı hale getirdikleri için… Orada bir maden bulanlar üzerine gitmeye başladılar. Sarkaç o günden itibaren, hızlanarak geri dönüşünü sürdürüyor.

Gezi’de bir maden bulanlar, Erdoğan’ın “düşürülme korkusu”nu somut bir biçimde dışa vurmasından sonra, o korkuyu kullanarak, Erdoğan’a istediklerini yaptırmaya başladılar. Sonra 17/25 ve sonra da malum Rus uçağı düşürülmesi… Türkiye bölgedeki bütün pozisyonunu —hani meşhur tabirle söyleyecek olursak “oyun kurucu” olma kabiliyetini— kaybetti. Rusya ve beraberinde İran sahaya indi.

Bugün geldiğimiz noktada, kendi iktidarını sürdürmek mukabilinde Türkiye’nin menfaatlerini gözünü kırpmadan trampa edebilecek olan —zaten edip duran— bir Erdoğan var sahnede. Afrin’e girerken, “ABD’ye haddini bildireceğiz” diye esip gürlüyor olmanız, CIA’in canını bir sivrisineğin yaktığı kadar yakmaz. Yeter ki yaptığınız iş, ABD’nin kısa ve orta vadeli hesaplarını kolaylaştırıyor olsun. Kolaylaştırıyor mu? Kolaylaştırıyor. Nokta.

Aylar önce demiştim ki, mealen, “PKK kendisini taşıyan ayağını Suriye’ye kaydırdı ama Kürt devleti muhtemelen Kuzey Irak’ta kurulacak.” Kurulacak bir Kürdistan’ın hissedarları arasında, başlangıçta, ABD, Türkiye, İsrail ve kısmen de olsa İran olacaktı. Şimdi daha küçük bir Kürdistan’la başlamak gerekiyor olabilir ama hissedarları sadece ABD ve İsrail olacak mesela. Eğer bu süreç içinde gidişatı değiştirecek çok belirgin şeyler olmazsa. Yani? Bir şeyler kaybeder, bir şeyler kazanırsınız, herkes için geçerli bu. Mesele şu ki, Türkiye sadece kaybediyor, sadece Erdoğan iktidar kazanıyor.

Bölgede ABD’nin ayağını bastığı bir yer olarak ve hisseleri kısmen İsrail’de olan bir devlet kurdukları için Kürtlere kızabilirsiniz ileride. İyi ama Kürtleri başka bir seçenekleri olmayacak hale getiren sizsiniz, biziz. Afrin’deki kahramanlıkların net bakiyesi, Kürtlerin kendi kazanımlarının yegâne garantörü olarak ABD’nin temayüz etmesi. Siz batıda Kürtlere ne kadar hasar verirseniz, ne kadar zarar verirseniz, doğuda Kürtler ABD’ye o kadar muhtaç hale gelecek. Elleri ABD ve İsrail karşısında o kadar zayıflayacak.

ABD’nin kazanıyor olduğu oyuna Ruslar neden göz yumuyor, anlamak o kadar zor değil. Suriye’de Fransızların ciddi bir hissesi vardı. Akşam’da yazarken demiştim ki, “Fransa hisselerini Türkiye’ye devrettiler.” Öyle oldu mu? Oldu. Şimdi o hisseler Rusya’ya devredilecek. Suriye’nin de yegâne garantörü olarak Rusya temayüz ediyor.

Herkes kazanıyor, kahraman ise biziz.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin