Kazmayın, Başınız Derde Girer
Soner Yalçın âlem adam. “Fazla derine inmeyin, kökleri filan araştırmaya kalkmayın, başınız derde girer, fena halde hayal kırıklığına uğrarsınız” diye uyarmak gerekse müracaat edilecek bir alıntı yapıyor (http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/yurtseverlik-sinavi-2209560/). Peşinden… “Runciman’dan bu örneği vermemim nedeni; bugün yazı konumuzun ‘kök’ sorunu olmasıdır. Derine kazmak zorundayız.”
Sonra da köklere inmesini bekliyorsunuz mesela. Ama öyle de olmuyor. Bildiğimiz sığ sularda geziyoruz. Dümdüz bir Amerikan düşmanlığından başka bir şey yok. Neresinden tutsanız elinizde kalan bir laf salatası.
Biz yine de, hiç değilse bir katman kazıp altına bakalım. Şu Suriye ulus-devletinin “köklerine” mesela…
Arkeolojik kazıya başlamadan önce topografyayı —hani bir tür “sahne arkası” çekimi niyetine, kayda geçirmek amacıyla— görüntülersek, Yalçın Amerikan emperyalizminin parçalamaya çalıştığı bir ulus-devlet görüyor toprağın üstünde ya, sanırsınız ki Amerikalıları sahneden bir çıkarırsak, geriye kadim bir ulus, o ulusun olagelmiş —emperyalizmin hiçbir yerine değmediği— bir devleti filan kalacak. Yani mesela Ruslar, çok antiemperyalist olduklarından oradalar —veya yoklar. İranlılar hakeza… Suriyeliler baş başa yaşıyorlar, hepsinin Cumhurbaşkanı olan Esad, onların çarpıtılmamış tercihleriyle seçilmiş, hepsine eşit mesafede durarak… Filan.
Eh, “kökleri” araştırmak için daha ilk katmanı kaldırmadan görünen tablo hakkında Yalçın alenen yalan söylüyor. Amerikan emperyalizmi Suriye’ye tasallut etmeden önce de Suriye emperyalizmin uşağı bir diktatör tarafından soyulan bir ülkeydi. Ortada bir ulus filan yoktu. Dolayısıyla ulus-devlet hiç yoktu. Baba Esad öldüğünde yerine kimin geleceği, Suriye gazetelerinden çok Fransa gazetelerinde tartışılmıştı mesela. Hani şu, Paris Komününü kurup, sol ile yurtseverliği bir araya getiren Fransızların ulus-devletinin gazetelerinde…
Olay çok eskilerde geçmiyor, sahaya ekskavatörleri filan sevk etmek lazım değil, elinizdeki değnekle şuradaki taşı kaldırsanız, görünür.
(Bu arada… 1871 Paris komünü, antiemperyalizm filan, ne iş? Paris’i işgal eden Prusyalılar emperyalist de dönemin Fransa’sı mı antiemperyalist? Bunlar nasıl akıllar? Nasıl bir tarih bilgisi? İnsan bu tarih bilgisiyle ilkokulu nasıl bitirir? Geçelim…)
Biz yine ekskavatörleri filan sahaya sevk etmeden önce, şöyle kazma kürekle etrafı biraz kazalım. Suriye ulus-devleti dediğiniz şeyi kim kurmuş? Sınırlarını kim belirlemiş? Neye göre belirlemiş? Hani şöyle tarihe, “köklere” filan bakıp, “şurada tarihten gelen farklılıklarıyla, başka bir ‘ulus’ var, onun da bir devlet sahibi olması gerekir” mi denmiş mesela? E, öyle olmamış. İngilizler ve Fransızlar, “şurası senin, burası benim” diye üleşmişler —güçleri nispetinde.
O tarihlerde Amerikan emperyalizmi sahnede yok ama emperyalizm de yok manasına gelmiyor bu. Lakin… O tarihlerde emperyalistlerden gayrısının ulus devleti yok. Yani işbu katmana indiğimizde… Soner Yalçın akıllarıyla iş görecek olursak diyebiliriz ki, “ulus-devletler kurmak emperyalistlerin işidir, demek ki emperyalizme karşı mücadele, ulus-devletlerle mücadele etmeyi gerektirir.” Demiştim, kazmaya kalkarsanız, başınız ağrır, boşuna heveslenmeyin.
Bu manasızlıktan ancak, “ama ben emperyalizm derken sadece Amerikancılığı kastediyorum, kalanı zaten tarihte kaldı, beni alakadar etmez” diyerek sıyrılabiliriz. Onu diyebilmek için de… Güncele bakacaksın, kazmayacaksın kardeşim. Kök, mök zırvalamayacaksın.
Kazılmadığında sıyırabilir, Afrin’den bir yurtseverlik hasat edebilir miyiz? Olmaz. Ama ona sonra dönelim. Şimdilik —başlamışken— kazmayı sürdürelim.
***
Fransızlar Suriye diye bir icat çıkarmadan önce bölgede, herhangi bir tarihte, sınırları bugünkü Suriye’nin sınırlarını andıran herhangi bir devlet olmuş mu? Halkının kompozisyonunu meydana getiren unsurlar açısından kuzeyindeki Türkiye veya doğusundaki Irak veya güneyindeki Lübnan’dan farklı bir Suriye? Olmamış. Git git Arap, git git Kürt, git git Süryani, git git Ermeni, git git Ezidi, filan… Unsurlar benzer de, oranlar farklı. E, Fransız icadı Suriye’nin ulus-devleti, bahse konu olan oran farklılıklarına hassas mı? Değil. Tam aksine. Sünni çoğunluğun tepesine Şiilere dayanan bir rejim getirilip kondurulmuş ki, hiçbir vakit kendisini emin hissetmesin, her daim emperyalistlere muhtaç olsun.
Ulus-devlet. Antiemperyalizm. Filan. Kazma kardeşim, “kök” filan aramaya kalkma. Helak olursun. “Politik pozisyon ahlaki değil, zorunluluklar sonucu alınır” diyen Marks filan da kurtaramaz seni. Hem ahlaksız, hem de romantik bir budala olursun. Kazma.
***
Kazmayalım, örtelim. Bugünkü hali daha emniyetli, kaybolacağımız dehlizler yok. Düzayak.
Biz Afrin’e, Rusların kontrolündeki Afrin’e, Ruslardan izin alarak girmekle nasıl antiemperyalizm yapmış oluyoruz, Ruslar orada “ulus-devletin” asli unsurları olarak mı yer alıyor, Rus emperyalizmi emperyalizm sayılmıyor mu filan diye sormuyorum. Hatta Afrin’de Kürt öldürmekle Amerikan emperyalizmine nasıl zarar veriyor olduğumuzu da… Nasılsa Soner Yalçıngiller Fransız ihtilalinden girer, Paris Komünü güzergâhından devam eder, Stalin ulus-devleti istasyonunda iner, bir biçimde ulu, yüce Atatürk’ün huzuruna ulaşır, orada bir soluklandıktan sonra silahlarını kuşanıp Amerikalılara —olmadı, Kürtlere— vururlar. Amerikalılar düşünsün gayrı, “bunlar galiba bize bir şeyler yapıyorlar ama, nasıl işler bunlar ki” diyerek… Kesin, hepsinin yekûn devreleri yanar. Amerikan emperyalizmini dize getirip, muhteşem ulus-devletleri payidar kılmış olurlar. Happy end! Emperyalizmin ve tarihin sonu!
İyi ama… Bölgede Kürtler var. Ulus-devletleri yok. Olsa, o ulus-devletlerini emperyalizme karşı bir seferber edecekler ki belki… Nereden biliyoruz?
Suriyeliler yok ama Suriye var. Iraklılar yok ama Irak var. Türkler yoktu —siz söylüyorsunuz, Cumhuriyet bir ulus yaratma projesiydi, yani ulus yoktu— ama Türkiye var. Bütün bunlara mukabil Kürtler var ama Kürdistan yok. Nasıl olacak? İşbu ulus-devletin yokluğu emperyalizmin ekmeğine ne biçim yağ sürüyordur! Soner Yalçın kafasıyla iş göreceksek, derhal müdahil olunmalı… Bütün antiemperyalistler, bütün anti-Amerikancılar, yekûn gündemlerini iptal edip, behemehâl bir Kürdistan kurulması için ne lazımsa yapmalı. Eh, bu işi kotarmaya gönüllü olarak PKK/YPG diye bir özne olduğuna göre, ona örtülü filan değil, apaçık destek verilmeli. Mesela TSK Afrin’den Rusları sürmekle işe başlayabilir.
***
Neyse…
Bu manasızlıkları bir yana bırakıp, anti-Amerikancılık romantikliğini de Soner Yalçın’a hediye edip, zorunluluklara dönebiliriz.
Amerikan emperyalizmi neden Almanya ulus-devletini değil de Suriye ve/veya Türkiye ulus-devletini imha etmeye çalışıyor diye sormakla başlayabiliriz mesela. Ortaklar mı? Almanya’da sömürülecek zenginlik mi yok? Güçleri mi yetmiyor?
Ortak iseler, şu emperyalizm lafını Amerikancılık yerine kullanmayalım. E, evet. Öyle bir kapı açıldığında Rusya’nın kucağına oturmayı açıklamak zorlaşıyor olabilir. Ama onunla da yüzleşin kardeşim. Bak kazı filan mesaisinden kurtardım sizi, vaktinizi bu işlere ayırabilirsiniz.
“Almanya’da sömürülecek zenginlik yok” diyorsanız… Ne diyeyim? Bedeli neyse ödeyeyim, özel bir öğretmen tutun, aritmetik dersi almakla başlayın. Kâfi gelişme gösterebilirseniz, matematiğe geçebilirsiniz.
Güçleri yetmiyorsa… E, size, bize de güçleri yetmesin. Ne lazımsa yapalım, Kürt öldürmek için harcadığımız enerji ve mesaiyi harcayalım, Amerika’nın güç yetiremeyeceği bir “ulus-devlet” olalım.
Bence cevap başka yerde.
Meseleyi emperyalizm (yani Amerikan emperyalizmi) ve ulus-devlet çelişkisi olarak görmek zırvalık. Ulus-devletleri emperyalizmin taarruzlarına karşı kalkan olarak görmek, hepten zırvalık. Her ulus-devlet iyi değildir mesela. Tabiatı icabı iyi olan ulus-devletler varsa (nasıl oluyorsa), onlar bile, iyi işleyebilecekleri kadar kötü de işleyebilirler. Yani mesele ulus-devlet meselesi değil, iyi işleyen veya kötü işleyen devlet meselesi. Suriye devleti zaten olmaması gereken bir devletti, bir ulus-devlet bile değildi ve fakat… En mühimi… Kötü işleyen bir devletti.
Zorunluluklar, kötü işleyen bir devleti, “ama emperyalizme kafa tutuyor” masallarıyla satmaya çalışanın rezil olmasını zorunlu kılar. Romantik olan, ulus-devlet masalını, işlese de işlemese de, işe yarasa da yaramasa da tekrarlayıp durmak.
Türkiye’nin ulus-devleti iyi işleseydi, nüfusunun hatırı sayılır bir kesimini meydana getiren Kürtlerin ayrılıkçı heveslere kapılmaları için uygun zemin oluşmazdı. Oluştuğunda meseleyi bir askeri mesele, bir güvenlik meselesi olarak görmez, emperyalistlerin kaşıyabileceği bir kangren haline gelmesine mani olurdu. İyi işlemedi. Kötü işleyen bir ulus-devlet, kötü bir devlettir. Ulus-devlet olması, kötü işleyen bir devleti iyi yapmaz —eğer ulus-devlet denen şey, Soner Yalçın’ın iddia ettiği gibi ontolojik olarak iyi olsaydı bile.
Türkiye’nin ulus-devleti kötü işleyen kötü bir devletti. Hâlâ öyle. İyi işleseydi, vatandaşı ondan memnun olsaydı, bölgenin tarihi şimdi olduğundan bambaşka olacaktı. Şimdi de, romantik hayalleri bir yana bırakıp meseleye zorunluluklar açısından bakarsak, eğer hayatta kalmak konusunda bir şansı varsa, iyi işleyen bir devlet olma iradesini behemehâl sergilemesinden başka yol yok.
İyi işlesin. Vatandaşı ondan memnun olsun. Türk’ü Kürt’ü, dindarı inançsızı, Müslümanı gayrimüslimi, Sünni’si Alevi’si, hepsi memnun olsun. Ulus-devlet olarak kalır mı, kalmaz mı, zorunluluklar ne der, ona o vakit bakarız.
***
Gelelim yurtseverlik meselesine…
Ulu, yüce Atatürk, o hani en büyük antiemperyalist Atatürk, yedi düveli Anadolu’da dize getirdikten sonra, ne demeye emperyalizmin kalesi Britanya’ya bir sefer eyleyip yılanın başını ezmedi? Yeterince antiemperyalist değil miydi yoksa?
Öyle ahmakça, romantikçe, Afrin’de Kürt öldürüp Amerikan emperyalizminin tekerine çomak sokma, domuzdan kıl koparma masalları anlatıp durmanın yurtseverlikle zerre kadar alakası yok. Yurdu zerre kadar sevdiğiniz de yok. Çocuklarını manasız, romantik hayalleriniz için ölüme gönderebildiğiniz sürece seviyorsunuz yurdu. Yurdu değil, masallarınızı seviyorsunuz yani. O manasız masalları, Paris Komünü, Mustafa Kemal, sol ve saire gibi soslara bulayıp anlatıyorsunuz. O soslara ihtiyaç var, aksi halde aslında sadece nekrofil olduğunuzu gizlemek imkânsız.
Yurdu seven, o yurdun çocuklarını sever. Hem romantik olarak, yurt demek çocukları demek olduğundan. Hem de zorunluluk icabı, çünkü yurdun bir istikbali olacaksa, sizin zehrinizle zehirlenmemiş o çocuklara ihtiyaç var.