Kibirli Kasabalılık

Rıdvan, Arda meselesini öyle bir yere getirdi ki, arsızlığın ve utanmazlığın ulaşabileceği noktalar hakkında ne kadar hazırlıksız ve naif kaldığımızı bir defa daha gördük. Ama şimdi daha mühim bir meselem var, izninizle ona döneceğim.

Yıllar önceydi, reklamcılar şimdiki gibi ucuz ve kolay klişelerle iş yapmaya başlamamışlardı daha. Hayat, insan, insanın ümitleri, korkuları, hayalleri ve bu ümitler, korkular, hayaller arasındaki bölgesel, sınıfsal farklar hakkında daha hassas ve sıcak tespitler yapıyorlardı. Yanlış hatırlamıyorsam bir Pepsi reklamıydı. Maceracı bir genç, Uzak-Batı’da bir biçimde çaresiz kalmış, insan arıyordu. Sonunda bir benzin istasyonunda birini bulmuştu ama kovboy kılıklı herif delikanlıya öyle bakıyordu ki…

Muhtemelen bir dakikayı bile bulmayan videoda sahnelenen gerilimi kelimelerle anlatmak mümkün değil. Ben, bende kalan intibaı anlatayım, o mümkün. Heyecan arayan, maceracı genç, üstesinden gelebileceğinden daha büyük ölçekli bir heyecanla karşılaşınca korkuyor ve sığınmak için insan arıyor. Buna mukabil, heyecandan nefret eden, stabiliteye vurgun herif, tanımadığı insandan korkuyor —gerçi korkusunu açık etmiyor, kabadayılığa leke sürdürmüyor ama korkuyor işte…

Son zamanlarda dilime doladım ama kasabalılık ile şehirlilik arasındaki farkı, ta o zamanlarda, o basit reklam filminin yardımıyla kodlamıştım. Şehirli, kontrol edemediği her şeyden korkar ve korktuğunda insana sığınır. Kasabalı her şeyi kontrol etmeye kalkmaz, kontrol edemeyeceği şeyler olduğunu bilir, kontrol edemeyeceği şeyler yüzünden başı derde girdiğinde çetesinin diğer mensuplarıyla dayanışmaya girer ama çetesi dışındaki herkesten korkar. Bütün dünyadan…

Son zamanlarda şehirliliği ve kasabalılığı dilime doladım çünkü…

Erdoğan’ın parti görünümlü çetesi, daha baştan itibaren kasabalıların şehirlilerden intikamı üzerinden siyaset üretti. Bu tür bir siyaset bana sadece ve ancak Türkiye’de —hadi biraz daha esnek olalım, modernleşmemiş de modernleştirilmiş toplumlarda— mümkün olan, ucuz bir siyaset tarzı olarak görünüyordu. Daha öncesinde örtük olarak yürütülen şehirlilerle savaş, 2011’den sonra açıkça, tam da kasabalılığın terimleriyle verilmeye başladı ama bu halin bize has olduğu zannımda ciddi bir yaralanma olmadı.

Ta ki Trump, tam da Erdoğan’ın terimleriyle şehirlileri kasabalılara dövdürene kadar.

***

Sonra Fransa geldi ve nihayet dün Britanya…

Fransa’da ve Britanya’da, bizde ve ABD’de olduğu gibi “hadi bir destek atın da şu şehirlilere hadlerini bildirelim” türünden kampanyalar yürütülmedi, uzaktan gördüğüm kadarıyla. Ama daha utangaç, daha aşina terimlerle benzer bir rekabet yürütüldü. Nihayetinde, şehirler ve kasabalar arasında oy verme davranışları açısından bariz bir parselasyon ortaya çıktı.

Benzer parselasyonlar herhalde daha önce de vardı ama bu defa bu parselasyonların ortaya çıkmasına sebep olan kampanya terimleri mühim. Fransa’da, daha önce de tartışmaya çalıştım, Le Pen’in temsil ettiği “kara çocuklardan kurtulalım” teklifini reddetti şehirliler, kasabalılar şehvetle bu fikri satın aldıkları halde.

Britanya’da ise…

Bilmiyorum biliyor musunuz, durum bir hayli tuhaftı. Muhafazakâr Cameron, Britanya’nın AB’den ayrılmasına karşı olduğu halde ülkeyi referanduma götürdü. AB’den ayrılma az farkla kabul edildi ve Cameron istifa etti. Yerine May geldi ve kısa süre sonra, “bakın biz sizin talebinize kayıtsız kalmadık, artık bize bir kıyak yaparsınız” hayaliyle ülkeyi erken seçime götürdü. Seçim kararı alındığında, Muhafazakârlar olağanüstü güçlü görünüyordu ve parlamentodaki çoğunluğu alacak, böylece sayısal olarak sınırda olan parlamento çoğunluğunun yol açtığı sıkıntılardan kurtulacaktı. Öyle görünüyordu.

Öyle olmadı. Birkaç yıl önce tuhaf ve beklenmedik bir biçimde İşçi Partisinin başına geçen Corbyn, kendisinden hiç beklenmeyen bir performans sergiledi. Eğer her iki liderin halkla temas ettikleri anların görüntülerine denk gelmişseniz fark etmişsinizdir, kibirli bir öğretmen edasıyla İngilizlere ders veren May’e karşılık samimi, mütevazı bir tarzı vardı Corbyn’in. May, Corbyn veya diğerleri ile birlikte TV programlarına çıkmayı reddetti. Basın mensuplarına konuşurken de öğretici tarzından hiç taviz vermedi. Bir tür Thatcher karikatürü gibiydi.

Dünyada başarılı olan bir şeyin taklit edilmesiyle başarının elde edilebileceği kanaati yaygın. Ama genellikle öyle olmaz, çünkü başarılı olan şey, bir ihtiyacı karşılamıştır. Dolayısıyla o ihtiyaç her neyse, karşılanmıştır. Thatcher bir ihtiyacı karşılamıştı ve papaz bir daha pilav yemeyecek, Britanyalılar ikinci bir Thatcher’a razı gelmeyecek gibi görünmeye başladı kampanya ilerlemeye başladığında. Herkes, en başta da May fena halde şaşırdı. Şaşırdıkça da tuhaf gaflar yapmaya başladı.

Ben bunları yazarken, henüz seçim neticeleri netleşmemişti. Ama May’in parlamentodaki çoğunluğu kaybettiği netleşmişti. Corbyn göz kamaştırıcı bir ilerleme kaydetmişti. Ve…

Kendi mevzuma döneyim, Londra, Liverpool ve Manchester gibi büyük şehirler başta olmak üzere, şehirli oylar, neredeyse firesiz olarak İşçi Partisine gitti. Böyle bakınca şehirler kaybetti ama şehirlilik beklenmedik bir ilerleme kaydetti. Muhafazakârların izolasyonist “güçlü ve istikrarlı” kampanyaları, hem de kampanya döneminde büyük terör saldırılarına sahne olmuş Manchester ve Londra gibi şehirlerde bile yenildi. Tescilli Yahudi düşmanı, Arap sempatizanı olan ve terörist yanlısı olarak konumlandırılan Corbyn’in arkasında durdu şehirliler —terör neredeyse birinci mevzu iken. Ve özellikle gençler.

Seçimin anahtarı belki de bu “ve özellikle gençler” cümlesinde yatıyor. Çünkü gençler, kampanya başladıktan sonra olağanüstü ve beklenmedik bir kararlılıkla politize oldular ve neredeyse firesiz bir biçimde Corbyn’i desteklediler.

Şimdi eski tüfekler, bu yazdıklarımı okusalar, işin ruhunu kasten sakladığımı düşünecekler. Çünkü Corbyn alenen ve açıkça devletleştirmelerden söz etti, hiç de utangaç sayılmayacak bir sosyalist program vadetti. Eski tüfekler, neredeyse eminim ki, “sosyalizm dönüyor” şarkıları söyleyecekler, hikâyeleri yazacaklar, Britanya seçimleri neticelerine bakarak. Ama işaretler öyle değil. Mesela Hawking İşçi Partisine oy vereceğine açıklarken, Corbyn’in sosyalistliğinin tutmasından tedirginliğini de dile getirmişti. İşçi Partisine oy verenlerin, özellikle de gençlerin büyük bölümü, Corbyn’in sözünü ettiği kamulaştırmaların mümkün olduğuna bile ihtimal vermiyorlardı. Corbyn’e zafer kazandıran gençlik, bırakın 70’lerin sosyalist ruhunu, Thatcher öncesini bile bilmiyor.

Dolayısıyla Britanya seçimlerini, şehirlilerin kasabalılaşmaya karşı bir seferberliği olarak okumak için kâfi sebep olduğunu düşünüyorum. Kazanamadılar ama gerilemeyi durdurdular. Bu da zamanın ruhu hakkında bir şeyler söylüyor.

***

Ve nihayet Corbyn.

Henüz iki yıl önce, olmayacak şeylerin olmasıyla İşçi Partisi genel başkanlığına aday olabilmiş, kimse ihtimal vermezken genel başkan seçilmiş ve sonra, dünyanın neredeyse bütünüyle kendisine karşı bir türbülansa sürüklendiği dönemde May gibi bir kifayetsiz muhteris tarafından seçime zorlanmış bir politikacı. Yaptıklarından alınacak çok ders olduğunu düşünüyorum. Belki de onunla ilgili olarak ayrıca yazmak gerekiyor.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin