Kılıçdaroğlu Referandumu

Daha önce dedim, 16 Nisan’da ne çıkarsa çıksın, çok da mana ifade etmiyor. Çünkü zemin bataklık, üzerine dikilecek bina her ne olsa, ilk sallantıda başımıza yıkılacak.

Daha fenası, yine daha önce dedim, beklendiği kadar az farkla biterse eğer referandum, toplumdaki yarılmayı derinleştirmekten gayrı hiçbir işe yaramayacak.

Daha da fenası, 16 Nisan’da Evet çıkarsa neye “Evet” dendiği, Hayır çıkarsa neye “Hayır” dendiği de pek belli olmayacak —çünkü referandumun hikâyesi yok.

Aslında kabaca biliyoruz, Erdoğan’ın meşruiyetini ve akıbetini oylayacağız. Ama Erdoğan daha başlarda “ben kimim ya” diyerek, Yıldırım —metinlerini yazanların çapları hakkında tereddütlerimizi izale etmek ister gibi— “Erdoğan için değil, her doğan için” diyerek, suyun istikametini değiştirmeye çalıştılar. Suyun istikameti değişti mi? Zannetmem. 16 Nisan’da sandığa gidecek olan hemen herkesin zihninde, şöyle veya böyle Erdoğan olacak. Erdoğan bugün “17 Nisan’dan sonra ben yokum, torunuma kitabımızı öğreteceğim” dese, 16 Nisan’da katılım yüzde 40’lara düşebilir, o derece…

Yine de Evet cephesinin esas aktörlerinin meseleyi Erdoğan oylamasından uzaklaştırmaya çalışması mühim —onu başaramamış olsalar da… Kazanacaklarından emin olsalar, Erdoğan’ın oylanmasına itiraz etmezlerdi diye düşünüyorum. En azından kampanyanın ilk günlerinde emin değillermiş demek ki… Karşıdaki cephe ise —eğer Erdoğan oylanırsa kaybedeceklerinden baştan beri emin olduklarından— meseleyi Erdoğan’a getirmemeye ihtimam gösterdiler. Bence yanılıyorlardı ama başlangıçtaki pozisyonlarına sadık kaldılar.

Erdoğan değilse ne?

Güçlü Türkiye, yeni Anayasa kanatlarını takınca uçuverecek bir Türkiye filan? Tutmadı.

Avrupa’yı oyuna dâhil edip antiemperyalist, üst akıl karşıtı bir hikâye yazma denemesi? Tutmadı.

Birkaç gündür Kılıçdaroğlu hedefte. Erdoğan ve Yıldırım Kılıçdaroğlu’na “yalancı” diye yüklenmeye başladıklarında, gülümseyerek, “galiba referandumu kaybettiklerini gördüler, bari Kılıçdaroğlu’nu kaybetmeyelim” diye düşündüklerini ve CHP içinde 17 Nisan’da başlaması muhtemel arayışların önünü kesmek için Kılıçdaroğlu’na yüklendiklerini düşünmüştüm. Ama miting meydanlarında, televizyon kanallarında neredeyse sadece Kılıçdaroğlu kalınca… Hele bir de “15 Temmuz’da kaçtı, darbecilerle görüştü” filanlar, “kasetle geldin, kasetle gideceksin” tehditleri heybeden çıkınca…

Ne düşüneceğimi kestiremiyorum.

Geçen gün Abdülkadir Selvi adındaki zavallı, Hürriyet’te görevlendirildiği köşesinde, yazı niyetine yazdığı şeyi şöyle bitirdi: “Referanduma giderken iki fotoğraf var. Birinde FETÖ’cülerle birlikte 15 Temmuz’a kontrollü darbe diyen Kılıçdaroğlu diğerinde ise darbe gecesi torununa Kuran-ı Kerim öğreten Erdoğan. Bu millet Özal’ı alnı secdeye giden cumhurbaşkanı olarak sevmişti. Erdoğan onu birkaç basamak ileri götürdü. Şehit taziyesinde Kuran okuyor, torununa Kuran öğretirken darbeye maruz kalan cumhurbaşkanı profili çiziyor. Millet hangisini benimser?”

Yazı ibretlik. Her satırıyla Evet cephesinin aczini sergiliyor. Selvi’nin sorduğu soruya kendi hesabıma cevap vereyim, millet hangisini benimser bilmem ama ben, Selvi gibi zavallılardan, bütün ahlaki normların dışında çırpınan, aklı da herhangi bir şeye ermediğinden böyle zırvalamak zorunda kalan mide bulandırıcı mahlûkattan medet umanların tam karşısındayım.

Böyle bakınca, Evet cephesi referandumu, bir Kılıçdaroğlu referandumu haline getirmeye çalışıyor gibi görünüyor. Tutar mı?

AKP’nin arkasındaki kitleyi konsolide etmekte, betonlaştırmakta işe yarar. Ama o kitle Evet için yeter mi? Bence zor. Yani “herhalde Evet konusunda bir sıkıntı olduğundan bu işlere tevessül ediliyor” diye düşünürsek, yani yapılıp edilenlerde bir tür akıl varmış diye varsayarsak, Kılıçdaroğlu’nu şeytanlaştırmakla Evet oylarını artırmak olacak iş değil.

***

Şimdi başa döneyim.

17 Nisan’da her şey, herkes için, şimdikinden daha zor olacak. Sandıktan ne çıkarsa çıksın.

Ama bilhassa AKP ve Erdoğan için her geçen gün çok daha da zor olacak. Bugüne kadar şeytanları büyüte büyüte gelmişti Erdoğan. CeHaPe zihniyetiyle dövüşmekle başlayan sürecin neticesinde, bütün dünyanın devasa güçlerinin kıskandığı, hedefe yerleştirdiği, 15 Temmuz’da bütün şer odaklarının olağanüstü bir komplo düzenlediği bir dünya lideri safsatası imal edilmişti —birkaç defa dedim, bu tür süreçlerde hep bir öncekinden daha yüksek doz gerekir.

Şimdi rakip olarak kala kala Kılıçdaroğlu zavallısı kaldıysa elde… Ona yenilmemek içinse bütün bu kamu kurumlarının reklam bütçelerini filan referandum için seferber etme hali…

Eh, Erdoğan da kendi ligini idrak etmiş demektir.

***

Böyle bakınca, Erdoğan ve parti görünümlü çetesinin yapıp ettikleri de 16 Nisan’da ne çıkabilir olduğu hakkında bir şey söylemiyor. Galiba onların elinde de güvenilir bir bilgi yok.

Ama daha mühimi, ortada akıl niyetine sayılabilecek herhangi bir şey yok. Bugüne kadar da, mesela Suriye’de ne yapılacağı, doların yükselişinin nasıl frenleneceği, işsizlikle nasıl mücadele edileceği filan gibi hususlarda akıl yoktu, telekinezi filan ile işler yürütülüyordu da, hiç değilse seçim kazanmak hususunda bir akıl vardı. Şimdi diyelim ki yüzde 55 filan Evet çıktı. E, iyi ama Erdoğan kendisini Kılıçdaroğlu’nun sıkletine indirmiş oldu. Sonra ne yapacaksınız?

Ya olan akıl gitti veya 17 Nisan’ı bile düşünecek şartlar yok, varsa yoksa 16 Nisan…

Yani?

Yani, 17 Nisan’dan sonra Erdoğan ve parti görünümlü çetesinin işi çok zor.

Üstelik sadece yukarıda işaret ettiğim sebeplerle de değil. Mesela görünüyor ki, Berat Albayrak ve Süleyman Soylu, Binali Yıldırım aleyhine mevzi kazanma derdindeler. Albayrak Başbakanlık hayal ediyordur da Soylu neyin nesi?

Zannımca Soylu’nun oyunu şöyle bir şeydi:

S: Sayın Damat Başbakan olsun.
E: Olsun.
S: Ama…
E: Nedir?
S: Damat olursa partide de kamuoyunda da…
E: ?
S: Nasıl desem?
E: De yavrum.
S: Hani acaba sıkıntı olabilir mi?
E: Ya, haklısın, bak bunu düşünmemiştik. O vakit sen ol.

Filan.

Bu hikâye referanduma endeksli bir hikâye değil. Daha önceden kurgulanmıştı ve adım adım sahneleniyordu. Referandum sürecinde başka bir şey oldu anladığım kadarıyla. Oyuna Çavuşoğlu dâhil oldu. Nereden çıkarıyorum? Olur olmaz her taşın altından çıkmaya başlamasından çıkarıyorum. O da kendi hesabına, “Albayrak olmaz, Soylu’nun surlarda açtığı delikten kendisi de girmez, hemen deliğin yanında olursam ben girerim” hesapları içinde görünüyor.

Parti görünümlü çete içinde de arbede çıkacak yani…

Herkese kolay gele…

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin