Kırılganlık ve Budaksızlık

NNT’nin Antikırılganlık diye adlandırdığı şey, benim budaklılık dediğim halle akraba. Budaklılık derken neyi kastettiğimi özetlemek zor —burada daha önce de denedim. Ama belki lego oyuncaklar yardımcı olabilir. Bilirsiniz, lego parçalarının her birine başka parçalar ekleyebilirsiniz. Altı budağı olan bir legoya, biri dört, diğeri sekiz budağı olan iki parça ekleyebilirsiniz mesela. Sonra onlara da başka parçalar…

Hayat böyle bir şey —ve böyle olduğu için hayat oluyor. Siz bir şey yapıyorsunuz, yaptığınız şey başkalarının başka şeyler yapabilmesini mümkün kılıyor, öyle gidiyor. Dolayısıyla, dünyada kıymetli olan işler, başkalarının da kendi kavillerince eklemlenebilecekleri işler.

Ama başkası kendi kavlince eklenebilir olduğunda, onun nereye, nasıl eklemlenebileceğini bilemiyorsunuz. Kimse, oyunun nereye, nasıl evrimleşeceğini bilemiyor, sizin yaptığınıza eklemlenerek kendisine bir yer bulmuş olan da… Bu bilemiyor olma halini de, Aydınlanma aklı hiç sevmiyor. Şöyle yapsak, mesela neticede ortaya ne çıkacağına başlangıçta karar versek ve herkes ortaya çıkmasına karar verilmiş olan şey için üstüne düşeni yapsa? Aydınlanma aklı bize, düzenli bir dünyanın ancak böyle inşa edilebileceğini vazediyor.

Hayat öyle olmuyor/olamıyor. Aydınlanma aklına sahip olanlar da zaten, bu yüzden, hayatı pek sevmiyorlar. Disipline gelmiyor hayat. Plana uymuyor, kontrol edilemiyor.

***

İzmir’de taksiciler arasında AKP’ye duyulan sempati (daha doğrusu CHP’ye duyulan antipati), şehrin seçim performansına bakılınca, hiç beklenmeyecek kadar yüksek. Çok sebebi var ama bir tekini zikretmek kâfi: Kocaoğlu. Neyse, mevzumuz bu değil. Geçenlerde İzmir’de bir taksiye bindim. Taksici, daha birkaç metre yol almadan yanımızdan geçen bir motosikletliye saydırmaya başladı. Çok geçmeden yol kenarındaki bir şeye taktı kafayı. O sırada bizi sollayan otomobile cayır cayır korna çaldı. “Sen CHP’li misin?” diye sordum. Şaşırdı. Onayladı. Sonra onayladığına da pişman oldu, CHP’ye de saydırmaya başladı.

Hiçbir şey olması gerektiği gibi düzgün değildi beyefendiye göre… Hiçbir şeyden memnun değildi. Çocuklarından, İzmir’den, Türkiye’den, dünyadan… Her şeye öfkeliydi.

CHP, benim için, daha önce söylemiş olmalıyım, sol veya sosyal demokrat filan değil, basbayağı ve sadece Aydınlanmacı bir parti, Aydınlanmacıların partisi… Her şeyin, önceden kararlaştırılmış bir plana göre, herkesin kendi üstüne düşeni yapmasıyla inşa edilmesi gerektiğini varsayanların, yani… Aydınlanma aklı, bana göre, fabrika düzenini bütün dünyaya, dünyanın bütün faaliyetlerine —mesela siyasete de— yaygınlaştırmanın mümkün olduğunu ve gerektiğini varsayma hali. Böyle bir varsayımla yola çıkınca da, beklenmedik bir şeyle karşılaşınca insan, “hah bir budak buldum, şuradan tutunup oyuna entegre olayım” diyemiyor, “ulan işte yine bir budak, bitmiyorlar birader” demek durumunda kalıyor.

***

Budakları bir zenginlik kaynağı olarak değil de bir problem kaynağı olarak görmek, budaklardan kaynaklanan, budakların özelliği olan bir şey değil. Onlara bakan aklın bir özelliği. Platonik akıl, yani kusursuz bir küreyi mesela yeryüzünün biçimsizliğine tercih eden akıl, anlaşılabilir bir şey. Ama eğer yeryüzü Platonik bir küre olsaydı, karalar olmayacak, dolayısıyla hayat da olmayacaktı. “Olmasın zaten” diyebilir bir Aydınlanmacı…

Erdoğan, budakların birine tutunarak hayat hakkı bulmuş biri —hepimiz gibi… Ve kendisinden başka kimse tutunacak budak bulamasın diye, sistemli bir biçimde, bütün budakları zımparalayıp yok ediyor hanidir. Bütün yüzeyleri cilalıyor.

Budaksız olan her şey kırılgandır. Bir sistem budaksızlaştıkça kırılganlaşır. Budaklı sistemler ise, NNT’nin adlandırmasıyla, antikırılgandır. Çünkü budaklara eklemlenen ve her biri yeni eklemlenmelere imkân sağlayan sistemler, dalların biri bir sebeple kırılsa bile, hayatta kalırlar. Yeni budaklar, yeni dallara imkân sağlar ve oyun sürer. Ama aşırı cilalanmış bir sistemde, sistemin biricik dalı kırıldığında, geriye hiçbir şey kalmaz. Yani kırılmış bir bardak misali, çöp kalır. Çöpe atılması gereken artıklar…

Türkiye bu halde. Tez zamanda tarihin çöplüğüne süpürülmesi gereken, aksi halde birilerinin ayağına batacak olan bir çöp yığını haline gelecek —eğer şimdiden gelmediyse… İşi tamama erdirmek Erdoğan’a düştü, evet. Ama meselenin biricik mesulü Erdoğan değil. Her şeyden önce Aydınlanmacılar mesul ve onların —her şeyden şikâyet ederken arada dokundukları ama— memleketin siyasetini budaksızlaştırmasına hiç ses etmedikleri 12 Eylülcüler…

Bana kalırsa, buradan dönüş yok artık. Yenisine bakalım.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et