Kırılganlık
Black Swan’ın (Siyah Kuğu) yazarı NNT, önceki yıl Antifragile adıyla yeni bir kitap yazmış. Diyor ki “Kırılganlık diye bir kelimemiz var. ‘Peki, kırılganlığın karşıtı nedir?’ diye sorsam, sağlamlık (robustness) diye cevap verirsiniz. Hâlbuki kırılgan olan darbeye uğradığında kırılan, sağlam olan ise değişmeden çıkandır. Darbeye uğradığında zenginleşerek —darbeye uğramadan önceki halinden daha iyi bir halde— çıkan şeyler var. Çoklar. Onları adlandıracak bir kelimemiz yok.” Hayatın yarısı dediği bu hali antifragile (herhalde antikırılgan diye tercüme etmek lazım) olarak adlandırıyor.
NNT’nin daha önceki kitaplarında yazdıklarını, bazen tastamam onun kelimeleriyle, bazen de başka kelimelerle söyleyegeldim. Kendimi onun kendisini önemsediği kadar önemseyemediğim için, genellikle, üslubum daha efendi oldu. Bunu da övünerek söylemiyorum, çünkü kitaplarını okurken NNT’ye imrendiğim çok oluyor. Çok sürmüyor, geçiyor. Çünkü onun söylediklerini burada söyleyince çok da kıymetli olmaz. Üslubu nasıl olursa olsun.
Antifragile’e tekrar dönerim herhalde —muhtemelen defalarca… Şimdilik söyleyeceğim şu: NNT diyor ki —daha önce de dediği gibi— sistemlerin davranışları içinde öngörülemez olanlar var ve esas kıymetli olanlar da onlar. Ama bir sistemin kırılganlığı —veya antikırılganlığı— ölçülebilir ve tahmin edilebilir.
Tastamam öyle düşünüyorum. Daha önce de bir biçimde söyledim, Türkiye’nin hangi güzergâhtan geçerek denize kavuşacağını tahmin edemem ama hangi denize kavuşacağını tahmin edebilirim. Çünkü Türkiye’nin kırılganlığının ve giderek kırılganlaşmakta olduğunun farkındayım.
***
Ankara’da öğrencilerin yoğun olduğu ve kitaplar alıp sattıkları bir caddede Dev-Lis mensubu öğrenciler bir eylem yapıyorlarmış. Hafta sonu çarşı iznine çıkmış olan askerler öğrencilere laf atmışlar “her gün şehit cenazeleri geliyor, siz neyle meşgulsünüz” babından… Arbede çıkmış, çevik kuvvet gelmiş, gencecik öğrencilere hadlerini bildirmiş.
Buraya kadar zaten sayısız vahamet ihtiva ediyor. Yani izinli askerlerin kafasına göre, mesela ben de gidip fırıncının birine, “her gün şehit cenazesi geliyor, sen kâr peşindesin” filan diye çıkışabilirim. “A, ama mesele başka, burada şehit cenazesi gelmesine dolaylı yollardan sebep olan bir düşünce farklılığı var” derseniz, durum daha da vahim. Çünkü bana kalırsa memlekette her gün şehit cenazesi gelmesine sebep olan zihniyet o askerlerin zihniyeti, çevik kuvvetin zihniyeti, filan… İspatlayabilir miyim? Ben ispatlarım da anlamak için biraz zekâ gerekir. Kaldı ki, ne kadar zekâ boca ederseniz edin, Dev-Lis mensubu gençlerin uğraştığı şeyin şehit cenazeleri ile irtibatını kurmak o kolay değil.
Neyse… Dedim ya, buraya kadarı zaten vahim. Ama dahası var. Etraftaki ahali, çevik kuvvetin gençlere yönelik vahşetini slogan atarak ve alkışlayarak desteklemiş. Yani olayın geçtiği yer Yenimahalle değil, Ulus değil…
Ne diyeyim?
***
Ama sözünü ettiğim hal, kırılganlığın göstergesi… Sebebi veya kaynağı değil.
Geçenlerde İsmet Berkan, hep yaptığını yapıp —yani basında nedense pek yer bulmayan ama aslında çok yer bulması gereken— YGS hakkında yazdı yine. Öğrencilerin yüzde bilmem kaçı, 10 üzerinden 3,6’nın altında başarı sergilemiş. “Bu hep oluyor ve MEB hesap vermiyor” diyerek… Berkan’ın, kimsenin mesele etmediği şeyi mesele etmesine itirazım yok. MEB’in hesap vermesi gerektiğine, ortaya çıkan neticeye göre tedbirler geliştirmesi gerektiğine filan da katılırım. Ama Berkan öyle anlatıyor ki, hani yeterince akıllı ve sorumlu birileri bir masanın başında toplanıp bir takım kararlar verirlerse, bilmem kaç yıl içinde…
Öyle olmaz.
Nuray Mert de mesela, sonuna kadar katılacağım bir Türkiye tahlili yaptıktan sonra, sanki demiş ki (yani bana öyle demiş gibi geldi ki), aklımıza başımıza toplayıp, bu gidişatı durdurmamız lazım.
Öyle olmaz.
Böyle, apaçık herkesin menfaatine olduğu besbelli olan hedeflere ulaşmak için aklı örgütleyip problemleri çözmek filan, Aydınlanma aklının tezahürü olan zanlar. Türkiye’nin eğitim sistemi kırılgan. Siyaset sistemi kırılgan. Çünkü Türkiye’nin eğitim ve siyaset sistemlerine (ve elbette birçok başka sistemlerine) Aydınlanma aklıyla, yani akıllı insanları bir araya getirip, müdahale edilip durdu.
***
Daha önce demiş olmalıyım: 1999 depreminden sonra, apar topar, imar mevzuatına müdahale edildi. 1999 depreminde yıkılan ve on binlerce kişinin ölümüne yol açan binaların tamamı, imar mevzuatına uygun olarak yapılmıştı. Onların yapımında müracaat edilen mevzuat da, muhtemelen, daha önceki depremlerden sonra, son derece akıllı insanlar tarafından geliştirilmişti.
Yani?
Yani problem mevzuat eksikliğinden kaynaklanmıyordu. Aksine, muhtemelen mevzuat fazlalığından kaynaklanıyordu. Ama bütün bunların tartışılabileceği bir ülke değil Türkiye. Çünkü “bir dakika, iyi ama tastamam aynı akıllarla yapmıştık biz mevzuatı” deseniz, “depremde onca can kaybedildi, sen nelerle uğraşıyorsun” diyenler eksik olmayacak, diyenleri canından bezdirecek çevik kuvvet hiç eksik olmadı zaten ve ahali de çevik kuvveti alkışlayacak…
Ülke bu yüzden kırılgan ve herkesi bir tek programa göre hizaya getirme şehveti mesafe kat ettikçe, daha da kırılganlaşıyor. Yine daha önce dedim, böyle bir ülkenin duvara toslaması için CIA’in filan müdahalesi lazım değil. Kendi kendine —eğitimi düzeltmeyi, siyaset üretmeyi filan beceremese de— duvara toslayabilir…