Korku
Bayern Münih’in önümüzdeki sezon Avrupa Liginde Osmanlıspor ile eşleştiğini ve 4-0 kazandığını düşünün. Maçtan sonra Bayern taraftarları “vur vur inlesin, Melih Gökçek dinlesin” diye tezahürat yapsa… Guardiola maç yorumu için kameraların karşısına çıktığında –bir Ankara gazetesinin maç öncesi yaptığı Viyana kuşatmasını hatırlatan bir sayfaya gönderme yapıp– “Viyana kapılarından da eli boş dönmüştünüz zaten” filan dese…
Olacak iş mi? Değil.
1 Kasım gecesi olan buydu. AKP binasının önünde toplananlar “vur vur inlesin, Aydın Doğan dinlesin” diye bağrıştılar. AKP’nin derin entelektüelleri Sözcü’nün ön sayfasını konuştular. Kimsenin yüzde kırktan az oy almasını beklemediği partinin sosyolojisi ve düşünce derinliği bu.
Devam etmeden önce vurgulayayım: Memlekette siyaset üretilemediğini düşündüğümü söyleyip duruyorum. Mevcutlar içinde içime azıcık da olsa sinen bir siyasi parti yok. Hepsine eşit mesafedeyim –yani çok uzak. Yani AKP’lilerin zannettiği veya zannettirmeye çalışacağı gibi kronik ve AKP’ye özel bir düşmanlığım yok.
Sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, bu sosyolojinin ve bu sığlığın memlekete vaziyet edecek olması, beni dehşete düşürüyor. Sözünü ettiğim sosyolojinin değer yargılarının ne olduğundan filan bağımsız olarak…
***
AKP binasının önünde “vur vur inlesin” diye bağrışan kalabalık, onların anne babaları, daha önce de bu memlekette çok sayıda seçim zaferi kazandılar. Son derece gergin seçim kampanyalarından sonra, zaferlerini kutlamak için parti binalarının önünde toplaştılar. Akıllarına böyle tuhaf tezahüratlar yapmak gelmedi. Buna yaslanarak şunu açıkça tespit edebiliriz ki, bahse konu olan sosyoloji AKP’nin eseri.
Kendileriyle şöyle veya böyle konuşabildiğim AKP’liler, bana, durmaksızın yollardan, hastanelerden, şundan bundan söz ediyorlar. Ben ise ısrarla söylüyorum ki siyaset başka şey. Siyaset, işte, bir seçim zaferinin nasıl karşılandığıyla açığa çıkıyor. AKP’nin ürettiği siyaseti bölünmüş yollarla, şunlarla bunlarla görmezsiniz. Ama 1 Kasım gecesi, AKP binası önünde toplanan kalabalığın, destekledikleri partinin kazandığı zafere gösterdikleri reaksiyondan okuyabilirsiniz. O kalabalık vakar sergilese, AKP’nin işi olacaktı. Ümit sergilese AKP’nin işi olacaktı. Sevinç sergilese AKP’nin işi olacaktı. İlla bir nefret objesi arayıp, bulamayınca orantısızlığına bakmadan Aydın Doğan’a vurmaya kalktıysa, AKP’nin işidir.
13 yıl iktidarda kalıp bir türlü iktidar olamamak, kendini iktidarda hissedememek, iktidarın sahipleri için dehşet verici bir duygu olmalı. Acıklı bir hal içindeler yani. Kendilerine kızmaktansa acımak gerekiyor. Bu hususta çok da kafa yormak gerekiyor. Yorarız fırsat olursa.
Ama…
Memleketteki her kudret odağını ele geçirmiş, bütün fair play ilkelerini hiçe sayarak devletin olanca ağırlığıyla terazinin dengesini bozmuş olmaktan bile utanmamış, sonra da zafere ulaştığında bunun tadını çıkarmaktan bile aciz bu sosyoloji, acınmaktan, anlaşılmaktan önce korkutucu. Korkumun beni teslim almasına mani olmaya çalışacağım da… Korkuyorum ama.
***
AKP’nin öteki büyük eserine, medyasına gelince…
Aslında zaten korkutucu sosyolojinin mimarı onlar. Onca kanaldan, onca gazete köşesinden, onca sınır tanımazlıkla algı üretip, sonra hep birlikte Sözcü’nün 1 Kasım ön sayfasına kilitlenmelerine bakılırsa, destekledikleri parti kazansa bile asla kazanamayacak olduklarını, bir salak Sözcü gazetesini bile alt edemeyeceklerini, Sözcü’nün olanca zekâsızlığına rağmen onun kadar bile olamayacaklarını ta kalpten hissediyorlar besbelli. Yoksa, böyle bir zafer gecesinde insanın aklına gelir mi Sözcü gazetesinin ön sayfası?
Gelir mi?