Kötü Açıklama, İyi Açıklama
Dünden devam edeyim. Esayan ile Mahçupyan’ın hallerinden…
Önce…
David Deutsch İngiltere’de bilim yapan İsrailli bir fizikçi. The Beginning of Infinity adlı kitabında, kötü açıklamalar ile iyi açıklamalar arasında farkı şöyle koyuyor: Kötü açıklamalar darbelere mukavimdir, ufak tefek düzeltmelerle hayatta kalırlar. İyi açıklamaların öyle şansları yoktur, ilk ciddi darbede un ufak olur, ölürler.
Tersi olmalıydı gibi görünüyor.
(Deutsch’a ilham verenlerin arasında en önemli yeri tutanlardan biri olan Popper da, bilimin yanlışlanabilir önermeler bütünü olduğunu öne sürmüştü. Tersi olmalıydı gibi görünüyor. Deutsch’un söylediği, aslında, Popper’in önermesinin bir türevi…)
Deutsch’un misalleri, meseleyi aydınlığa kavuşturacak. Antik Yunanlılar “ne demeye her yıl kış geliyor” sorusuna bir cevap ihtiyacı hissettiklerinde şöyle bir açıklama geliştirmişler: Yeraltı tanrısı Hades, bahar tanrıçası Persephone’u kaçırıp tecavüz etmiş. Persephone’un annesi bereket tanrıçası Demeter, kızını serbest bırakması için Hades ile pazarlık yapmış. Neticede Persephone’un yılda sadece bir defa Hades’e misafir olması şartıyla Hades ile Persephone’un evlenmesi üzerine anlaşmışlar. Persephone Hades’in yanına gittiğinde Demeter mahzunlaşıyormuş ve dünya da —onu kollayan Demeter işini ihmal ettiğinden— soğuyormuş.
Antik Yunanlılarınki kötü açıklama misali. Mesela güney yarıkürede kış mevsiminin kuzey yarıküredeki yaz dönemine denk geldiğini öğrenirlerse, Yunanlılar, Demeter’in sıcaklığı güneye sürdüğünü, bu yüzden bir bölge ısınırken diğerinin soğuduğunu öne sürebilir, ufak bir düzeltmeyle açıklamalarını kurtarabilirler.
Biz mevsimlerin, dünyanın eksenindeki eğiklikten kaynaklandığını biliyoruz. Bu iyi bir açıklama. Sadece mevsimlerin neden var olduğunu açıklamakla kalmıyor, alakasız görünen birçok başka şeyi de (mesela kutuplarda gün ve gecenin aylarca sürmesini de) açıklıyor. Ama iyi olması bundan değil. Eğer herhangi bir hususta çuvallarsa, öngörülerinden herhangi bir gerçekleşmezse, Deutsch’a göre, şurasını burasını tamir edip yola devam etmek mümkün değil. Tamamen çöpe atmak gerekiyor.
***
Cumhuriyet’in kuruluşunda yapılan hataları telafi ederek toplumun dışlanan kesimlerini de oyunun ortağı yapmaya kalkan, bu süreçte soğuk hukukun yerine vicdanı merkeze alan ve bunu yaptığı için de toplumun özgüveninin yükselmesini sağlayan bir AKP hikâyesi çok şık. Çünkü Cumhuriyet birçok kesime, hatta bütün vatandaşlarına çok hoyrat davrandı. Gayrimüslim azınlıklara, Alevilere, dindarlara, dinsizlere, sosyalistlere, Kürtlere, eşcinsellere, kadınlara, erkeklere… Elbette herkese eşit oranda değilse de, zulmü neredeyse herkese üleştirdi. Cumhuriyet’in makbul bir vatandaşı olmak neredeyse mümkün değildi.
De…
Evet, geniş kesimler, hayallerindeki Türkiye ile gerçeklik arasındaki farkın Cumhuriyet’in yanlış kurulmuş olmasından kaynaklandığını düşünüyor. O aynı geniş kesimler, Cumhuriyet’in kuruluşundaki yanlışlıklar listesinin en başlarına, Rum, Ermeni, Yahudi azınlıklara yapılan zulümleri, toplumun homojenleştirilmesi için yapılanları da ekleyebilirler —veya eklendiğinde onay verebilirler. Yani verebilirlerdi…
Şimdi?
Şimdi, o aynı geniş kesimler, tıpkı Cumhuriyet’i yanlış kurmuş olanlar gibi, Rumlara, Ermenilere, Yahudilere yapılanların tastamam aynısının Kürtlere de yapılmasını talep ediyorlar. Yani Kemalistler monoton bir toplum hayali kurmuş idilerse, AKP’nin hayali Kemalistlerinkinden hiç eksik değil, fazlası var.
AKP, geniş kesimleri, Cumhuriyet’in kuruluşta yaptığı sadece iki yanlış olduğu, onların da Osmanlı mirasını reddetmek ve İslam’dan uzaklaşmak olduğu noktasına getirdi. “Toplumda bu kanaatler yoktu, AKP icat etti” demiyorum, toplumun AKP’yi ittiren kesimlerinde bu kanaatler vardı, hatta baskındı, tamam. Ama Osmanlı mirasını reddetmek ve İslam’dan uzaklaşmak kötü açıklamalar. İyi bir siyaset, bu açıklamalarla dövüşmeden onları frenlemekle, bu arada da geniş kesimleri ülkenin ortağı yapacak düzenlemeleri yapmakla üretilebilirdi. Kendi başlarına birer ateş olan o açıklamalara benzin dökmekle değil.
Dikkat isterim, “Cumhuriyet Osmanlı mirasını reddetmedi veya İslam’dan uzaklaşmadı” da demiyorum. Bu konularda yersiz ve manasız bir ısrarla toplum kanırtıldı, evet. Osmanlı’ya daha serinkanlı, İslam’a daha saygılı davranması gerekir devletin, bir itirazım yok, hiç olmadı. Ama memleketin halini bu parametrelerle açıklayamazsınız.
Çünkü…
Nedir mesela Osmanlı mirasının reddi? Gökçek’in Osmanlıspor’unun ritüellerine bakacak olursak, Yeniçeriliğin tasfiyesine kadar geri gitmek gerekiyor, ileride Cumhuriyet’i kuracak olan kadroların fikir atalarının erken dönemde yaptıkları yanlışları sıralamak babından herhalde. Eh, Hilafetin ilgası, saltanatın kaldırılması, alfabenin değiştirilmesi gibi başlıklarla liste uzatılabilir.
Ama —yine dikkat isterim— azınlıkların imhası bu listede yok. Hukukun yerine vicdan filan hiç yok. Esayan ve Mahçupyan başka ülkelerden yazıyorlar.
***
Özgüven?
Esayan o yükselen özgüveni nerede görmüş, onu da hiç bilemedim.
Kastettiği şey Hayrettin Karamanların, Kadir Mısıroğluların filan ölçüsüzlükleri ise, evet. Özgüven patlaması yaşayan müptezeller listesi kalabalık. Erdoğan ve Davutoğlu’nda da özgüven patlaması görülüyor. İyi de, özgüven patlaması yaşayıp “bizden öncekiler memleketin potansiyelini fark edemediklerinden bizi bu kadere mahkûm ettiler, biz memleketi uçuracağız” diye yola çıkanların, Gezi’den bu yana, “ama izin vermiyorlar ki, ama durmadan bize gol atıyorlar” diye mızmızlanmasını nasıl açıklayacağız. Özgüven bu tutumun neresinde?
Şurasındaysa, halimiz berbat: Gezi’de ve Gezi’den bu yana her konuda çuvallayan özneler, memleketin çocuklarını kırmak için memleketin başka çocuklarını kışkırtıp duruyorlar. Kışkırtılanlarda yükselen özgüven, “Hürriyet’in camını çerçevesini indirelim, Akademisyenlerin kanını içelim, oğlunu kaybetmiş anayı yuhalayalım” filan gibi tezahür ediyor.
Şurasındaysa halimiz daha berbat: ABD’den filan üst düzeyde açıklamalar gelecek, “yok öyle eskisi gibi” diye dayılanılacak saraydan, filan. Gaza getirilmiş ahali sarayın arkasında kilitlenecek. Tıpkı Rus uçağı düşürüldükten sonrası gibi… “Vay ne kahramanız” nidaları arasında uçaklar hangardan çıkamaz olacak. Bölgede ve ülkede herkes istediği gibi fink atacak. Ama hepimiz Rusya’ya, Amerika’ya dayılanmış olmanın özgüveniyle…
Bizim —o biz Esayan’a ve Mahçupyan’a göre her kimse, kimlerden müteşekkilse— medeniyet kurucu/taşıyıcı özelliklerimiz olduğu, muhtaç olduğumuz kudretin damarlarımızdaki asil kanda mevcut olduğu, başka da bir şeyin lazım gelmediği açıklaması, kötü bir açıklama. İslam’ın ritüellerini yerine getireni Allah’ın sırf bu yüzden muvaffak edeceği de…
Bu tür açıklamalarla dünyayı açıklamaya başladığınızda “iyi ama olmadı”larla karşılaşmak dert değil. “Vesayet düzeni” dersiniz mesela, “aslında bizim vasıflarımızda bir eksiklik yok ama işte vesayetçiler” olur. Sıkışınca —Şekil 1’de de görüldüğü gibi— kimin vesayetçi, kimin darbeci, kimin terörist olduğunu bulanıklaştırır, her tehdidi vesayetçi, darbeci, terörist diye etiketlersiniz. Açıklamanız hiç zarar görmeden hayatına devam eder, topluma el Fatiha!
Esayan ve Mahçupyan bunları elbette okumayacaklar. Okusalar ciddiye almayacaklar. Ama her ikisinin —ve benzerlerinin ve hatta benzemezlerinin— vesayetçi, darbeci, terörist veya başka şekilde namlunun ucuna yerleştirilecekleri günler uzak değil. Memleketin halini İslam’dan uzaklaşmakla açıklamaya başladığınızda, herkesi recmetmek için kâfi sebep bulmak müşkül değil. Çünkü herkes İslam’dan az veya çok uzaklaşmış durumda. Mesela Erdoğan. Var mı İslam’da çoğunluğun dediğinin olması? Milletin tercihlerine göre hükmetmek var mı?
***
Bu film yeni bir film değil. Cumhuriyet bütün vatandaşlarına zulmü üleştirmek zorunda kalmıştı, çünkü Osmanlı’nın biçimsiz izleri silinip öze dönüldüğünde, damarlarımızdaki asil kanın kendiliğinden her şeyi yoluna koymaya yeteceği açıklamasını pazarlayarak yola çıkmıştı. Öyle olmadı, damarlarımızdaki kan işi görmedi. Açıklamadan şüphe edileceğine, birilerinin damarlarındaki kandan şüphe edildi.
Sonra?
Herkesin…
Deutsch’un İngiltere’de bilim yapan bir İsrailli olduğunu en başta söylemiştim. Bu vurguya neden ihtiyaç duyduğum artık aşikârdır herhalde. Bir İsrailliyi referans verdiğime göre… Namlunun ucuna yerleştirilmem için ekstra bir sebep aramaya lüzum yok. Kimse yorulmasın yani…