Kriz
ODTÜ Endüstri Mühendisliği mezunlarının İnternet listesinde, yanlış hatırlamıyorsam 2004 veya 2005 yılında, dünyanın daha önce benzerini tecrübe etmediği bir iktisadi krize doğru yuvarlanıyor olduğunu iddia etmiştim. İktisat tarihinin muhtemelen en parlak, en gösterişli, en ümit vadeden dönemiydi.
Hesabım aslında son derece basitti. Sadece imalat sanayiinde değil, uzun süredir istihdam süngeri gibi kullanılan hizmet sektöründe de olağanüstü bir otomasyon yaşanıyordu. Dolayısıyla mal ve hizmet üretimi uzun süredir –ama giderek artan bir hızla– emekten bağımsızlaşıyordu. Buna mukabil üretimi bölüşmekte kullandığımız enstrüman hâlâ emeğe endeksliydi. Yani emek harcamadan üretiyor ama harcadığımız emeğe göre bölüşüyorduk.
Problem yeni değil. O zaman da değildi. Ama geometrik olarak büyüyordu.
Dahası…
Roszak The Cult of Information’ı yazdığında, 1990’lı yılların ilk yarısındaydık. Roszak bize, otomasyon yüzünden ortadan kalkan işlerin yerini daha vasıfsız, hizmet sektöründeki işlerle doldurduğumuzu gösterip, “bu gidiş iyi gidiş değil” diyordu. Hâlbuki sonrasında, hizmet sektöründe, mesela bir gişede bütün gün oturmamızı gerektirecek işleri bile makinelere devretmiştik.
Netice olarak geldiğimiz noktada, aynı bölümden mezun olduğum, işi verimliliği artırmak olan meslektaşlarım, bir yandan işgücü verimliliğini artırmayı (yani otomasyonu) hedeflemeyi, bir yandan işsizliği lanetlemeyi ve öte yandan da üretimi alkışlamayı sürdürüyorlardı. Bütün bunları yaparken de, tüketimi aşağılamayı da becerebiliyorlardı.
İşgücü verimliliğini artırmak, yani herhangi bir insanın –genellikle araçlarla desteklenerek– dünden daha çok üretim yapabilir olmasını sağlamak iyi bir şey midir? Elcevap: İyidir.
Üretim artışı iyi midir? Zenginleşmek, muasır medeniyetler seviyesine yükselmek, dünyanın saygıdeğer toplumları arasında yer almak ancak üretimle sağlanmaz mı? Elcevap: Üretim iyidir ve herkes ürettiği, üretime katkı sağladığı kadar kıymetlidir. (Bence insanın kıymeti üretime katkısından bağımsızdır ama mevcut piyasa böyle, onu demek istiyorum.)
İşsizlik kötü müdür? Herkesin ancak üretime katkı yaptığı kadar kıymet ifade ettiği bir çağda, bazılarına üretime katkı yapma, dolayısıyla da kendilerini gerçekleştirme imkânı sağlanamamış olduğu manasına geldiğinden, elcevap: İşsizlik kötüdür.
Tüketim kötü müdür? Bu mevzuun teferruatına girmeyeyim. Tüketim derken ima edilen tüketim kategorisinin hızla yaygınlaşmakta olduğu ve tüketicinin mutluluğunu artırmakta işe yaramadığı halde çevreyi geri dönüşsüz bir biçimde tahrip ettiği konusunda yaygın bir kanaat var. Bence etraflıca tartışılması gereken birçok bileşeni var bu kanaatin. Ama sizinle birlikte tekrarlayabilirim: Belirli bir tüketim kategorisi kötüdür ve giderek yaygınlaşıyor.
İyi ama tüketmezsek ürettiklerimiz ne olacak? Hele ki, verimliliği artırarak, her bir bireyin üretim kabiliyetini kendi makul ihtiyaçlarını karşılamanın çok üzerine çıkarmışsanız, daha da çıkarmaya çalışıyorsanız, işsizliğin ortadan kalkması nasıl mümkün olabilir?
Daha da dahası…
Aslında bugün her birimiz, kendi bilgi, beceri, emek ve saire gibi katkılarımızla, mesela yirmi yılda imal edemeyeceğimiz bir aracı, birkaç günlük gelirimizle elde edebiliyoruz. Basit bir buzdolabını düşünün. Kendiniz yapmak zorunda kalsanız ne kadar el emeği ve bilişsel emek gerektirirdi, düşünün. Sonra da bir buzdolabının sizin kaç günlük emeğinizle satın alınabildiğini düşünün.
Mesele şu: Üretim faktörleri arasında yer alan ve hissesi giderek artan bir faktör var. Anladığım kadarıyla klasik iktisat teorisinde sermaye başlığı altında toplanan şeyin bir bileşeni… Geçmişte üretilmiş, üretildiği dönemde üretilmesi için –o dönemin nesilleri tarafından– bir yığın maliyet ödenmiş şeylerin birikmiş halinden söz ediyorum. Zamanında kurulmuş demiryollarını bugün de kullanmak, zamanında büyük bedellerle inşa edilmiş fabrikaların hâlâ üretim yapıyor olması filan işin önemsiz tarafı. Asıl önemlisi, bir defa üretilmiş olan bilginin, bilgi üretildikten sonraki nesiller tarafından mütemadiyen kullanılabiliyor olması. Çimento fabrikası mühim ama asıl mühimi, çimento üretimi hakkındaki bilginin üretimi. Çimento üretmek için çimento fabrikası kurmanız, her seferinde yenisini kurmanız gerekiyor. Ama yeni çimento fabrikaları kurmak için çimento üretim teknolojisini yeniden üretmenize ihtiyaç yok.
Ve bugün sahip olduğumuz olağanüstü zenginliğin asıl bileşeni de o.
***
Dünyada iktisadi eşitsizliğin giderek artıyor olduğuna ve bunun da sürdürülemez olduğuna dair yaygın bir kanaat daha var. Piketty de bu kanaati matematikleştirmeye çalıştı, malum. Daha önce Thurow Future of Capitalism’de, paranın giderek daha büyük partiler halinde transfer olmakta olduğunu göstermişti. Eh, paketler büyüdüğünde, dar sokaklara giremiyor, sadece geniş bulvarlarda paylaşılıyor, hepimiz gözlemliyoruz zaten bu hali.
Ama…
Piketty’ye yönelik itirazlar da gösteriyor ki, mesele öyle nüfusun yüzde onluk, yüzde beşlik, hatta yüzde birlik dilimlerinin arasındaki farklarla ifade edilebilir gibi değil. Çok çok küçük bir kesim, çok çok büyük hisselere sahip. Yani mesela ilk binde bir ile ikinci binde bir arasındaki fark, ikinci binde bir ile üç yüzüncü arasındaki farktan büyük. Filan…
Bence daha mühim bir yanı var eşitsizliğin: Hakkı yendiği, zulme uğradığı düşünülen alt yüzdelik kesimlerinin masaya koydukları neredeyse hiçbir şey yok ve fakat masadan aldıkları, masaya ciddi bir şey koyanlarınkinden çok da az değil. Yani üretilen ve –üretilebileceği mesela elli yıl önce bile hayal edilememiş olan– zenginlik, zannedildiğinden daha az adil, ve fakat daha eşit paylaşılıyor. Mesela, İnternetin, cep telefonlarının ve sairenin üretiminde milletçe neredeyse hiçbir dahlimiz yok ama herkes kadar faydalanıyoruz onlardan.
***
On küsur yıl önce “kriz geliyor” dediğimde, “bu kriz başka kriz” de demiştim. İddialarımdan biri, krizin çözüldüğü her düşünüldüğünde, daha da ağırlaşarak geri döneceğiydi. Birkaç ay önce “evet göstergeler düzelmeye başladı” küstahlıklarının yerini, son kırk sekiz saatte yeniden “battık ve düşüyor olduğumuz kuyunun dibi yok” karamsarlıkları aldı.
Bu karamsarlıkların içinde tekrarlayayım: Bu kriz, bence, sanayi döneminin son krizidir. Bu krizden çıktığımızda bir fabrika sahibi olmak, bugün bir ırmak kenarında geniş bir tarla sahibi olmak neyse, ona eşdeğer olacak. Sınai üretim ancak bugünkü tarımsal üretim kadar katma değer ve istihdam üretiyor olacak.
Sanayi devrimi, o devrime zerre kadar katkı yapmayan yığınların hayat kalitesini de yükseltti. Onları da zenginleştirdi. Onları, bugünden son üç yüzyıla baktığımızda ağır ağır, insanlık tarihi içinde baktığımızda görülmemiş bir hızla şehirlileştirdi, sanayileştirdi. Sanayi devrimi sürecinde, sürece katkı yapan, onu körükleyenlerin hiçbirinin böyle bir hedefi filan yoktu. Ama öyle oldu.
Neticede hepimizi olağanüstü zenginleştiren ve bugün iflas eden şey aynı şey: Sanayi mantığı. Sanayi devrimi öncesinde bizim binlerce yıl hayatta kalmamızı, sanayi devrimini yapacak birikimi yapmamızı sağlayan ve sanayi devrimiyle birlikte iflas eden de tarım mantığıydı.
Yani…
Göstergelere bakıp, “iyileşiyoruz galiba” veya “ölüyoruz” demenin manası yok. Ölmeyeceğiz ama göstergelerde görünmeyenlere bakmayı öğrenmedikçe iyileşmeyeceğiz de… Okuduğumuz bütün göstergelerin manasını kaybettiği bir safhadayız.
Artık yeni şeyler söylemek lazım.