Marifet
Önceki gün anlatmaya çalıştığım şey için, hasta yakınları ile bir doktor arasında muhayyel bir diyalog inşa etmiştim. Ama Fatih Terim’in Letonya’daki basın toplantısındaki gerçek diyalog, benim hayal edebileceklerimden çok daha güzel.
Yeri geldiğinde —hatta hiç yeri yokken yeriymiş gibi yaparak— gazetecilere gazetecilik öğretmekten hiç imtina etmeyen Terim, bir gazetecinin duran toplara çalışılıp çalışılmadığını sorması üzerine yine kükremiş. Kendisine işinin öğretilmesine hiç tahammülü yok. Ne demiş peki? Günlerdir telefonu kapalıymış, torununu bile soramıyormuş.
Ah canım! Nasıl içim ezildi…
***
Biz kornerden ucuz goller yemeye devam edip etmeyeceğimizi merak ediyoruz, o bize torununu soramadığını anlatıyor. Ne demek istiyor olabilir? Mesela çok çalıştığını, işine çok konsantre olduğunu söylemeye çalışıyor olabilir mi?
Eğer öyleyse, şöyle bir düşünce deneyi işimizi görür. Milli takımın başında bir başkası olsaydı. Haftada sadece birkaç saat çalışan, torunuyla şöyle gönlünce, doya doya ilgilenen biri… Ve fakat Milli takım İzlanda’yı, Çekleri yenmiş, altı puanla lider olsaydı… Hangisini tercih ederdiniz, çok çalışan Terim’i mi, altı puan almış bir hocayı mı?
Terim kendisine sorulan soruya, en hafif tabiriyle böyle alakasız bir cevap veriyor (ki bu ne ilk ne de istisna, hep böyle yapıyor ve herkes hep böyle yapıyor), çünkü sizin iyi netice almak için çok çalışmak gerektiğini düşündüğünüzü biliyor. Hayat size hep aksini söylüyor, hep aksine misaller veriyor. Mesela Löw, halinden tavrından da apaçık görüldüğü gibi, öyle gecesini gündüzüne katıp, kendisini paralayarak çalışan bir adam değil. Ama Alman milli takımına dünya kupasını kazandırıyor. Ama siz yine de, çalışan kazanır, çok çalışan çok kazanır, daha çok çalışan daha çok kazanır, en çok çalışan en çok kazanır gibi doğrusal bir akıl yürütmeyi kıskançlıkla muhafaza ediyorsunuz.
Terim sizi dolandırırken, size güveniyor. “Ne alaka” demeyeceğinizi biliyor. Siz de demiyorsunuz zaten.
***
Eğer bir neticeyi almak için öyle torununuzu filan ihmal etmek zorunda kalacağınız kadar kendinizi feda etmeniz gerekiyorsa, ortada yapısal bir hata var demektir. Büyük ihtimalle siz, yaptığınız işin adamı değilsinizdir. Taahhüt ettiğiniz şeyi gerçekleştirmek için lazım gelen vasıflara —artık her nelerse onlar— sahip değilsinizdir ve aradaki açığı çok çalışarak kapatmaya çalışmak zorunda kalıyorsunuzdur.
Lakin tüfek eksikliği, daha çok cephaneyle kapatılamaz. Akıl ve bilgi eksikliği de çok çalışarak kapatılamaz.
***
Ama Terim’de kâfi akıl ve bilgi var. Öyle değil mi? Galatasaray’ı Avrupa Şampiyonu yaptı adam.
Terim bir de sizin böyle düşündüğünüze güveniyor işte. Bir zaman bir işe yaramış olan, artık her zaman aynı işe yarar diye düşünüyorsunuz. Cumhuriyet kurulurken işe yaramış olanlar artık hep işe yarar. Asrı Saadet’te işe yaramış olanlar bugün de işe yarar. Reçete bir defa bulundu mu, artık her vakit işe yarar.
Terim öyle düşünüyor. Ama daha mühimi, sizin öyle düşündüğünüzü biliyor. Erdoğan —öyle veya böyle— herhangi bir şey düşünmüyor ama sizin nasıl düşündüğünüzü biliyor.
Ve siz yanlış düşünüyorsunuz. Çok çalışmakla olmaz mesela. Hemen her reçete bir defalıktır mesela.
Vaktin birinde, bir özel gecede, bir rektörle aynı masada baş başa kaldık. Masadaki herkes dansa kalkmıştı. Rektör beyle aramız, benim sivri dilim yüzünden, pek de iyi sayılmazdı. Ama medeni bir ilişkiyi de muhafaza ediyorduk. Herhalde masada yalnız kalmanın yol açtığı gerginliği yumuşatmak kastıyla, “insan,” dedi, “tam rektörlüğü öğreniyor, rektörlük süresinin sonu geliyor.” Sekiz yıla yakındır rektördü ve işin pek de hakkını vermiş değildi. “A öyle mi,” dedim, “o zaman iki dönem sınırlaması çok akıllıca.” Şaşırdı. Tamamladım: “Bence çünkü, insan bir işi öğrenirken iyi yapar.”
Terim Ankaragücü ve Göztepe’de dişe dokunur hiçbir başarı sağlayamadıktan sonra, kaybolup gidecek gibiydi. Hayata tutunmak için olağanüstü bir direnç göstermesi gerekiyordu. Gösterdi. Bilmediklerini öğrenmek için kendi kapasitesini zorladı. Milli Takımı veya Galatasaray’ı şampiyon yapmak gibi bir derdi yoktu, hayatta kalmak istiyordu. Milli Takımdaki ve Galatasaray’daki başarılar, Terim’in hayatta kalma çabasının yan ürünleri. Siz mesela bu hususta da yanlış düşünüyorsunuz, yan ürünler genellikle ürünlerden çok daha kalıcı ve belirleyici olur.
Terim’in hayatta kalma çabasının yan ürünleri, elbette, sadece Terim’in iradesinden zuhur etmedi. Galatasaray’daki uzun futbolculuk geçmişi, o geçmişteki birikmişlikler, Feldkamp’tan sonra gelen Almanların başarısızlığı, onlardan önce Denizli’nin gösterdiği performans, arada genç milli takımı çalıştırmış olması ve saire gibi bir yığın faktör bir araya geldi ve Terim’in hayatta kalma iradesinin meyve vermesine yardımcı oldu.
Bu süreç içinde Terim değişti. Galatasaray değişti. Futbol değişti.
Terim değişti. Artık o öğrenmeye açık adam değil. Çoktandır değil. Zaten derdi de şimdiki gibi biri olmak, önüne gelene fırça atma hakkını kazanmaktan ibaretti. Kazandı ve şehvetle tadını çıkarıyor. Terim bu haliyle, artık diğer her şey eskisi gibi olsaydı bile bir halt beceremezdi.
Futbol değişti. Ermenistan ve İzlanda bile, yirmi yıl önce başarılı olmaya yeten becerileri sahaya yansıtabiliyor. Terim’in mesela Arnavutluk’a bile katabileceği bir şey kalmadı. Onları herkes öğrendi ve biliyor. Futbol değişti ve artık bir vakitler iş gören reçetenin bu bünyede işe yaramasına imkân yok.
***
Bitirmeden söyleyeyim: Hayatımda çok çalıştığım, iki gecenin birini uyuyarak çalıştığım üç dönem oldu. Çok çalışmaya, torunlarının halini hatırını bile soramayacak kadar kendini kaptırarak çalışmaya itiraz ediyor değilim. Çok çalıştığım o dönemleri özlüyorum bile. O dönemlerde olağanüstü şeyler öğrendim, olağanüstü eğlendim. Ne içinde yaşarken, ne de sonra, o dönemlerle ilgili, “ama ben çok çalıştım” diye bir karşılık talep etmek aklıma gelmedi. Şimdi yine, öğrenmeye değer bir şeyler bulsam, onları öğrenmek için gece gündüz çalışsam, ekstra bir karşılık talep etmek aklıma gelmez. Çünkü o çalışma süreçlerinde kazandığım haz, öğrenme ve saire, zaten ödemenin kendisiydi.
Eğer çok çalışıyorsanız ve fakat ortaya bir hasılat çıkmıyorsa, yanlış çalışıyorsunuzdur. Yanlış yerdesinizdir. Asıl mühimi, yanlış adamsınızdır. Öğrenemiyorsunuzdur. Öğrenemeyen birinden bir marifet çıkmaz. Marifet, öğrenebilen birinin öğrenme süreçlerinin yan ürününden ibaret.