Mehter Marşı, Onuncu Yıl Marşına Karşı
Birçoğumuzun dedeleri gibi benim dedem de Milli Mücadele gazisi biri adamdı. Pek öyle konuşmayı, övünmeyi seven biri değildi. İstiklal Madalyasını almaya bile utandığını anlatırdı anneannem. Benim için Milli Mücadele, dedem gibi insanların, kendisini sınırlandırabilecek bir direnci hayal bile edemeyen emperyalizmin tekerine çomak soktuğu, bir büyük kahramanlık hikâyesidir.
Milli bir mücadele, milli bir kahramanlık destanı.
Yani, ders kitaplarında anlatıldığının —veya Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler’de hikâye ettiğinin— aksine, öyle bir tek adamın, dâhice planlar yapıp, çoktan teslim olmuş bir milleti ikna edip ayağa kaldırdığı bir şey değil… Nette yıllarca tartıştığım okuldaşlarımın nerelerinden uydurduklarını bilmediğim hikâyedeki gibi dindar Müslüman ahalinin içinden o tarihlerde nasılsa çıkıvermiş laik bir kesiminin, o dindar ahaliye rağmen yürütüp başarıya ulaştırdığı bir şey hiç değil.
Milli Mücadele, benim açımdan, göz kamaştırıcı ve göz yaşartıcı bir Davud-Calut hikâyesidir. İçinde benim dedelerim yer almış olmasaydı, mensubu olduğum milletin başarısı olmasaydı da göz kamaştırıcı ve göz yaşartıcı bulacaktım. Çünkü —dediğim gibi— Davud’un Calut’a galebesidir. Ama onu başaran bir milletin mensubu olmayı, elbette, kıvanç verici buluyorum.
Bu girizgâhı şundan yaptım: Millet, milli filan gibi kavramları kendisine göre tarif ettiğim şey, Milli Mücadeledir. Milli Mücadele sonrasında, kendi kafalarına göre millet yaratmaya girişmiş olanların referansları değil… Milli Mücadele varsa, millet zaten vardı yani, devlet marifetiyle imal edilmesi filan lazım değildi.
İyi de…
O milleti organize eden, öncesinde ve Milli Mücadele boyunca müthiş bir siyasi deha sergileyen bir de lider var. Milli Mücadele sonrasında yaptığı tercihlerin bir bölümünü pekâlâ eleştirdiğim, bir yığın vasıfsızın sayısız zulüm ve hırsızlıklarına ismini kalkan ettiği birinden söz ediyoruz ama onun Milli Mücadelede sergilediği bir performans var.
Kemal’e —muhtemelen onun isminin aşırı kullanımına— duyduğu öfke yüzünden Milli Mücadeleyi küçümseyen, Türkiye Cumhuriyetini bir İngiliz projesi olarak tarif eden, bugünlerde “ah Osmanlı” diye inlemeye başlayan bir tuhaf azınlık görünür oldu. Kemal kompleksi her atraksiyonundan belli olan malum vasıfsızın yüce katlara doldurduğu ve onların orada olmasından cesaret alıp sosyal medyada zırvalayıp duran bir azınlık. Mevcut olabilirler mi? Olabilirler. Bence mahzuru yok. Kendi beyinsiz kafalarına göre iş, unvan, koltuk ve saire taksim edebilirler mi? Gün onların, yapabilirler.
İyi de bu aşağılık güruh memlekette millilik taksim etmeye yeltenmiyorlar mı, kan beynime sıçrıyor. Ulan senden mi öğreneceğiz milliliği, soysuz?
***
Daha önce alıntılamıştım, Akşam’daki bir yazıyı şöyle bitirmiştim:
“Ey millet! Sen nizam-ı âlem derken, ben zannediyordum ki, kudretten başı dönmüş, ölçülerini kaybetmiş Almanların, Fransızların buz tutmuş ruhlarını ısıtacak bir bilgelik vaadin var. En azından kudret sahiplerine, zalimlere meydan okumaya hazırlanıyorsun. Sen, aynı zulmü paylaştığın naçar Ermenilerle, Rumlarla, Kürtlerle aşık atmayı mı kast ediyordun? Yazık.”
Milli Mücadeleye —yani milli kavramının bendeki referansına— göre, evet, Ermenilerle, Rumlarla, hele ki Kürtlerle itişip kakışmanın herhangi bir milli yanı yok. Millilikle alakası yok bu mesailerin. Milliyetçilikle? Var herhalde. Ama ben milliyetçi olsaydım, Türklüğümle böbürlenip dursaydım, kendi hesabıma, Ermenilerle, Rumlarla, Kürtlerle —emperyalizmin bize verdiğinden çok daha büyük hasar verdiği bu kavimlerle— aynı ligde oynamayı da yediremezdim kendime. Memleketin kendini milliyetçiye sayan zavallılarının ufku o kadar demek ki, kendileri bilir. Beni de milliyetçiler ve milliyetçilik alakadar etmiyor —hiç etmedi.
İşin bir de yerlilik, yerli olma boyutu var. Malum müptezeller, millilikle birlikte bir de yerlilik karnesi dağıtıyorlar. En yüksek notları kendilerine verip… Ulan bu toprakların Ermeniler ve Kürtler kadar yerlisi mi var, budala?
***
Ziya Paşa’nın “İslam imiş pâ-bend-i terakki / evvel yog idi işbu rivayet yeni çıktı” deyişini hatırlarsınız muhtemelen. Evvel olmayan bir başka rivayet de şimdilerde çıktı. Saltanatın lağvedilmesiymiş pâ-bend-i terakki. Osmanlı saltanatı lağvedilmeseymiş, görecekmişiz Türkiye’yi.
E, görmüştük zaten.
Yani Osmanlı dipdiri, emin adımlarla yoluna devam ediyor, zamanının güçlü ülkeleriyle rekabet ediyor filan iken Anadolu’da muhteris bir paşa Osmanlı’ya karşı isyan örgütleyip de Nilhan hanımın dedelerinin mülküne el koymuş filan değil. Osmanlı kendi mülküne tecavüz edilmesine ses çıkaramaz, itiraz edemez hale düştü. Millet de tecavüz edenlerle dövüştü. Daha sonra neden “al, senin koruyamadığın mülkünü ben düşmandan temizledim, sana geri veriyorum” desin? Neden desin?
Osmanlı’yı tarihte makbul ve anlamaya değer bir özne olarak görmeyip, abuk sabuk klişelerle mahkûm etmeye, yok saymaya filan teşebbüs eden Cumhuriyet yetiştirmesi eblehlere itiraz etmek tamam da… Osmanlı sanki miadını doldurmuş, işini tamam etmiş, uzun süre—ve bence gereğinden uzun süre— can çekiştikten sonra ölmüş değil de, 20. Yüzyılın şartlarında tarihte oynayacağı rol henüz varken bir komployla ortadan kaldırılmış gibi konuşmanın manası ne? Delili nerede?
Osmanlı başarılıydı, yaşadı. Başarısız oldu, öldü. Anlıyor musun salak? Tıpkı Yeniçeriler gibi. Başarılıydılar, yaşadılar. Başarısız oldular, efendice ölmeyi de beceremediler, Osmanlı tarafından öldürüldüler. Ey geri zekâlılar size söylüyorum, o Mehter Marşlarıyla filan yâd ettiğiniz, Osmanlı’nın sembolü niyetine istihdam ettiğiniz Yeniçeriler var ya, onları Osmanlı imha etti.
Büyüklerimiz “ne günlere kaldık” derlerdi, anlamazdım. Artık anlıyorum. Memlekete bak, hissemize düşen günlere bak. Onuncu Yıl Marşıyla kendinden geçenler, Mehter Marşıyla kendinden geçenlere karşı. Kimsenin yeni bir şey yazmaya niyeti, hevesi, takati yok. El parasıyla köprüler, tüneller, yollar yapacaklar, üstelik üç paralık şeye otuz para ödeyecekler, sonra… “Ceddin deden, neslin baban, kim tutar seni?” Sağa sola diklenmeler filan. Gittiği her yerde, işlerin öyle yürümediğini öğretecekler beyefendiye. Kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp dönecek.
Aha bak, yüzlerce yıl can çekişen Osmanlı öyle öldüydü, budala. Üç beş vasıfsızın birbirlerinin hayalarını okşaya okşaya yükselttikleri testosteron seviyeleriyle kendilerini Kaf dağında görmeleriyle… Ama onlar bile Mehter Marşından medet ummuş değillerdi. Sonra şimdiki ile kıyaslandığında çok da çaresiz idiler —imparatorluklar artık dünyaya ağır gelmeye başlamıştı.
Filan.
Neyse, tekrarlayıp bitireyim. Bundan sonra hiçbir doktor Türkiye’ye rapor yazmaz, ört ki ölem. Dolayısıyla ne halt ederseniz edin, neyi çalıp çırpacaksanız çalıp çırpın, efendinize itiraz edenlere hangi kemik için hangi perdeden havlayacaksanız havlayın. Ama millete millilik ve yerlilik karnesi dağıtmaya kalkmayın, memleketin gördüğü en gayrımilli, yerli değerlere en yabancı sefil herifler…