Memleketin Derdi

Efendim neymiş, memleketin dertleriyle dertlenmeyenler vatandaş kategorisinde sayılmazmış. 1 Mayıs’ta polisten biber gazı yemeyi göze alarak sokakta arzı endam edenler memleketin en ahlaklı olanlarıymış. Filan…

Bir. Memleketin derdi ne? Bir bölümüne sorarsanız Erdoğan. Başkalarına sorarsanız, Erdoğan’ı dert olarak görenler. Bana sorsanız kırk tane dert sayarım da aralarında bu ikisi kendisine yer bulamaz.

İki. Bir Mayıs’ta sokaklarda, kerameti kendinden menkul sendika ağalarının değirmenine su taşımaya hevesli olmamanın ahlakla alakası ne?

Geçiniz.

Gezi’nin hareketlendirdiği kesimlerin memleketin dertleriyle dertlenip dertlenmediklerini bilmiyorum. Ama cümleyi böyle kurmak bile, bir yanda memleket, bir yanda da Geziciler var gibi bir kabulü gerektiriyor. Diyelim bana göre memleketin derdi kategorisinde sayılması elzem olan şeylerin hiçbirini iplemiyor bu gençler. İyi ama bir şeyleri dert ettikleri aşikâr. Bir şeyleri dert ettiler ki, onlarca gün boyunca evlerine girmediler.

Neydi onlar?

Bilmiyorum. Ama ne olmadıkları hakkında az çok fikrimiz var. Erdoğan, başörtülüler, işçi hakları, 4+4+4, Fenerbahçe-Galatasaray (hatta Göztepe-Karşıyaka) rekabeti filan değil. Yani bizim için dertlenmeye değer, dertleneni soylulaştıracak gibi görünen, aksini aklımıza bile getirmediğimiz şeyler değil. Başka şeylerle dertleniyor görünüyorlar. N’olcak şimdi? Bizim kavrayışımıza göre ciddiye alınması gereken şeyleri ciddiye almamaları, onları memleketin dertlerine yabancı mı kılıyor? Onlar da bu memleketin birer hissedarı. Dolayısıyla kendi dertleri, aynı zamanda memleketin derdi değil mi?

***

Erdoğan, CHP, MHP, yekûn sendika ağaları, oda başkanları, Engin Ardıç’lar, Ertuğrul Özkök’ler ve isimlerini burada saymama lüzum olmayan zevat, birer parçası oldukları saçma oyun sürsün diye bas bas bağırıp duruyorlar. Artık beyhude. Memleket tarihinin görüp gördüğü en sığ, en vasıfsız politikalara derin anlamlar vehmeden budalalar için de, bu politikaları —karşı çıkıyormuş gibi yaparak— besleyen budalalar için de yolun sonu.

Peki ne olacak?

Bilmiyorum. Zaten yeni dünyayı eski dünyadan ayıran en kalın çizginin de buradan geçtiğini düşünüyorum. Eski dünyada biz, ne olacağını bilmezsek onun oldurulamayacağı kabulüne sahiptik. Daha doğrusu, ne olacağını bilenlerin dünyanın geleceğini yaptıkları kabulüne… Yeni dünya, ne olacağının bilinemeyeceği kabulüne sahip olmayı gerektiriyor. Bu kabullerin birinden diğerine geçmenin çok zor olduğunu kabul ediyorum. Dolayısıyla bizim neslin çoğu geçemeyecek zaten. E ama bizim nesil geçemeyecek diye kendisini kasan da yok pek.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin