Merkel
Erdoğan meydanlarda Demirel’i diline dolamış ve ben de Akşam’da 24 Mayıs 2011’de demişim ki…
“…Demirel’i sevmeyebilirsiniz. Ama sıkletini hafife almak kimseye fayda sağlamaz.
“Demirel sahnede Berlusconi, Sarkozy, Merkel filan gibilerine eşlik etmedi. Brandt, Kohl, Mitterand filan gibilerle oynadı. Nostaljiden hazzetmem. ‘Eskiden ne ağır adamlar vardı’ filan diyor değilim. Eğer bir Soytarılar Çağında yaşıyorsak, eğer dünya Soytarılık Burcuna girmişse, vardır elbet bir sebebi diye düşünürüm. Sonra da bu sebebin ne olabileceğini anlamaya çalışırım.
“İyi yanından bakmak lazım meseleye. Kohl’lerin, Mitterand’ların filan dünyası da matah bir dünya değildi. Belki de hafifletmek gerekiyordu dünyayı. Belki de lüzumundan fazla yük yüklenmişti. Ne bileyim.”
Evet, Merkel’i, başından beri, Berlusconi, Sarkozy filan gibilerin “hizasında” gördüm —bir nevi soytarı olarak… Bir vakittir, kadına fena halde haksızlık etmiş olabileceğimden endişeliyim.
Uzatmayayım, meselem Merkel’in “bize” nasıl baktığı, “bizi” sevip sevmediği, “bize” faydasının dokunup dokunmadığı filan değil. Kimseyi öyle ölçmedim hayatımda. İnsanları ölçmek için çantasında başka bir mezura olmayanlara diyecek bir lafım yok ama kendi hesabıma herkesi, yapmaya teşebbüs ettiği işi layıkıyla yapıp yapamadığıyla değerlendiririm. Lisede de öğretmenlerimi mesela, bana hangi notu verdiğiyle değil dersini ne kadar iyi “öğrettiğiyle” değerlendirirdim —tuhaflık işte.
Yani Merkel’e verdiğim not, Türkiye’ye ve Türklere karşı tutumundan kaynaklanmıyordu, özelde Almanya, daha genelde Avrupa Birliği ve nihayet dünya için kendisinden bekleneni/beklediğimi ne ölçüde karşıladığı ile ilgiliydi —ki bu farklı seviyeler, sıklıkla birbirleri ile çelişiyorlar, malumunuz. Haksızlık etmişim. Tarih Merkel’i, Berlusconi, Sarkozy filan gibilerin yanında saymayacak.
Kadının kaderi de çok acıklıymış. Berlusconiler, Sarkozyler gidiyor, Erdoğanlar, Trumplar, Macronlar geliyor.
Aşağıdaki fotoğrafı mutlaka görmüşsünüzdür. G7 zirvesinde, bilmem hangi bahiste mızıkçılık yapan Trump’ı hizaya getirmeye çalışan Merkel ve etrafında “hadi şunun haddini bildir” der bakışlarla “izleyen” güya liderler. Ve “oynamıycam işte” edasıyla kollarını göğsünde kavuşturmuş Trump.
Fotoğrafın kıymeti, daha yayınlandığında fark edilmişti. İleride daha da önem kazanacağını, bir eşiğin aşılışının, tarihte bir kırılma anının sembolü vasfı kazanacağını tahmin ediyorum. Aşıldığını düşündüğüm eşik, ABD’nin “benzersiz” statüsünün sona ermesi. Bu yükü kaldıran kol, işi “beceren” esas oğlan Trump olsa da, eğer uygun destek olmasaydı, kaldıracın iş görmesi mümkün olmazdı. Merkel’in Almanya’sı, Avrupa’ya bu destek olma vasfı kazandıran “biricik” odak. Ve kadın Avrupa gemisini, olağanüstü fırtınalı bir denizde, üstelik de diğer bütün Avrupalıları deniz tutmuş gibi görünürken “yüzdürerek” buraya getirdi.
Erdoğan’ın metinlerini nispeten vasıflı insanların yazdığı dönemlerde ettiği bir laf vardı, hatırlarsınız: Diklenmeden dik durmak. Merkel’in uzun tarihi, bu lafın ete kemiğe bürünmüş hali. Bugüne kadar bir tek hususta bile “diklendiğini”, ona buna ayar vermeye kalktığını işitmedik. Ama işte yukarıdaki fotoğrafı vermek gerektiğinde de…
***
Neyse…
Derdim günah çıkartmak, hakkını yediğimi düşündüğüm bir kadına kendi dünyamda itibarını iade etmek filan değil. Zeminin hızla kayıp yer değiştirdiği bir dünyada Merkel’in Avrupa’sı, hem Putin’in, hem Trump’ın ve hem de Çin’in hiç hoşuna gitmeyecek bir pozisyonu tahkim ediyor. Hem doğal kaynaklar açısından dışa bağımlılığı ve hem de yükselmekte olan sektörlerdeki zayıflığı sebebiyle iktisadi olarak son derece kırılgan görünen bir Avrupa’dan söz ediyoruz. Askeri açıdan hali, daha da acıklı. Ve sosyal faktörlere bakarsak, muhtemelen daha da acıklı —yaşlı, bezgin ve muhafazakâr (değişime dirençli) bir nüfus, olağanüstü farklı viteslerde ve hatta farklı istikametlerde yol alan bir yığın toplum, bir yanda boş bir özgüven ve öte yanda mesnetsiz bir kötümserlik, güvensizlik ve saire…
Bütün bu dezavantajlara rağmen, bir biçimde, çadırın orta direğini taşıyan Avrupa oldu. Çadırı tepemize yıkmaya pek hevesli olanlar, yani ABD, Rusya ve Çin, Avrupa’yı istikrarsızlaştırmaya niyetlenecek olurlarsa, herhalde bu iş o kadar zor değildir gibi görünüyor. İşin özü, Avrupa’nın muhtelif merkezlerinde, mültecilerle ilişkilendirilebilecek “saldırılar” bekliyorum. Daha genelde söylemek gerekirse, Avrupa’nın hem Eurosunun ve hem de istihbarat birimlerinin önümüzdeki dönemde sıklıkla test edileceğini bekliyorum demek daha uygun herhalde.
Ve Avrupa’nın bu asimetrik savaşta yegâne silahı, “şehirlilerin kalesi” olmaktan ibaret. Merkel de bunun farkında görünüyor.
Gençlerin jargonunu ödünç alayım, “yürüyedur kadın”.