Mesele Erdoğan Değil, AKP
Uzun süre aksini düşündüm, müdafaa ettim. Şimdi de meselenin AKP değil Erdoğan olduğu fikrinden tamamen caymış değilim –bir açıdan bakınca öyle.
Ama…
Milli Mücadele kahramanı Mustafa Kemal bile, 1925’ten başlayarak ağır ağır geri plana çekilmek zorunda kalmıştı. 1930larda artık –üstelik daha ellisini yeni devirmiş biri olduğu halde– pek az şeye müdahale edebilir hale gelmişti. Kendisini siyaset alanından sürerek kendilerine yer açmış olanlar, Kemal’in adam ettiği adamlardı.
Hâlbuki 2002’de memleketi devralan heyetten böyle bir irade zuhur etmedi. Neden? Herhalde binlerce sebep vardır ama bir tanesi kâfi gibi görünüyor: Malum heyet Kemal’in heyeti ile mukayese bile edilemeyecek kadar vasıfsız insanlardan müteşekkil. Eğer Erdoğan olmasa, oturdukları koltuklarda oturmayı sürdürebileceklerine inançları yok.
Haklılar mı? Haklılar. Eh, bu şartlar altında asıl derdimizin malum vasıfsızlar güruhu olduğu pekâlâ söylenebilir.
***
Kemal’den söz etmişken…
Şimdi parti binasının cephesine devasa bir posterini asmış olsalar da, hepimiz biliyoruz ki, bu adam ve kadınlar Kemal’den nefret ediyorlar. Nefret edegeldiler. Çünkü Kemal’in, şahsi iktidarı uğruna, emperyalistlerle anlaşıp, memleketi (daha doğrusu İslam’ı) sattığını düşünüyorlar. Yani hiçbiri meseleyi tam da bu kelimelerle tarif etmeyebilir ama her birinin tarifi, az çok aynı noktaya çıkar.
Kendilerini Mustafa Kemal’in askerleri olarak tarif edenler ise, tam tersine, Kemal’i emperyalizmin karşı konulamaz yükselişini bütün mazlum milletler adına durduran adam olarak görüyorlar.
Yaşananlar orada ve biz yaşanmış olanlara bu kadar zıt anlamlar yükleyebiliyoruz. Üzerinden neredeyse yüz yıl geçmiş şeylere… Hani çocuk dergilerinde olurdu, noktaları birleştirirdiniz ve bir biçim ortaya çıkardı. Şimdi de noktalar orada duruyor ama herkes kendi seçtiği noktaları birleştirip, kendi istediği şekli ortaya çıkarıyor.
Yüz yıl önceye böyle bakanların, içinde yaşadıkları döneme daha serinkanlı bakmalarını beklemek elbette saçmalık.
Ama…
Fransız’ın (ya da galiba daha doğrusu Tunuslunun) biri, tescilli bir Amerikan düşmanı, Türkiye’de 15 Temmuz’u CIA’in tezgâhladığını ama Putin’in oyunu bozduğunu iddia ediyor. Neymiş, Putin CIA’in tezgâhını önceden haber almış, Erdoğan’ı uyarmış, yakalandıklarını anlayan darbeciler erken harekete geçmiş ve çuvallamışlar. (Bu arada olan Amanpour’a olmuş, naklen darbe yayını yapmak üzere iki gün önce İstanbul’a gelmiş olan kadının yaşadığı hayal kırıklığını düşünün.) Yine de Erdoğan’ın uçağını düşüreceklermiş de, Rus askeri uçakları onları tehdit etmiş. Ve saire…
Şimdi hikâyedeki zırvalıkların hepsini geçiyorum. Hatta bu hikâyeyi iştahla paylaşanların aslında Erdoğan’ı ve başında bulunduğu devleti nasıl aşağıladıklarını da –öyle ya, ayakta durabilmek için Putin’e muhtaç bir Erdoğan ve Türkiye’si var demek ki… Sorduğum soru şu: Siz, bu hikâyeyi anlatan adamın derdini anladınız mı sahiden? Adam komünist. Hani en karşı olduğunuz şey neyse o. Adamın derdi, Amerikan emperyalizmini Rus emperyalizmi ile dengelemek. O herhalde hâlâ, bir zamanlar SSCB’nin emperyalizmin karşısındaki biricik kale olduğunu düşünüyor ve hatta –daha vahim olarak– Putin Rusya’sının o SSCB’nin izinden giden bir oluşum olduğunu varsayıyor…
…da size ne oluyor?
Demek ki neymiş? Antiemperyalist olmak, herkese meydan okumakla olmuyormuş. Emperyalistin birinden kaçarken, diğerinin yatağına düşülüyormuş. Gerçek hayatta işler, öyle kahvehane köşelerinde “asarız, keseriz” demeklere benzemiyormuş. Emperyalizme karşı mücadele, ciddiyet gerektiriyormuş. Yani malum heyette –utanmaktan sonra– en seyrek rastlanan şeye…
***
Emperyalistler bu coğrafyadaki bütün milletleri becerdiler. En çok Ermenileri mesela… Veya Yunanlıları… Veya Kürtleri, Arapları, Bulgarları, Romenleri… Bu işi de her birini diğerlerine karşı kullanarak yaptılar. Her biri diğerini emperyalistlerin yatağına atacağını –buna mukabil kendi bekâretini muhafaza edeceğini– ümit ederken, hepimizin üzerinden geçmiş oldular. O gariban milletlerin her birine düşmanlık yapacaksın, sonra da antiemperyalist geçineceksin.
Hayırlı işler…
Dahası da var. Mesela 12 Eylül’ü CIA’in tezgâhladığını bilmiyor muydunuz? “Our boys” hikâyelerini duymamış mıydınız? Bilmiyordu iseniz, ahmaksınız. Biliyordu iseniz ve yine de Obama ile bir saat görüşebilmek için kırk takla atıyorduysanız, demek ki, orada birinin emperyalist olması, onunla bir tür ilişki sürdürmeye mani değildi. Şimdi birden bu telaş, bu öfke niye? Bütün köprüleri atmaya kalkmak niye? Yoksa “ya tamam 12 Eylül’de Demirel’e karşı neyse ne de, bize yapılır mı” diye mi düşünüyorsunuz? Eğer öyle düşünüyorsanız, sizin farkınız ne? Bu ölçüde bir hayal kırıklığı, ihanete uğramışlık duygusu neden?
Mesela “ne istediniz de vermedik” diye mi geçiyor içinizden? “Suriye’yi verdik, Kürtleri verdik, yine de bize yapılır mı bu” filan diye mi hissediyorsunuz?