Muhtelif Kötülükler

Eh, dün dedim, Tuğrul Keskin’i de, 2015’te yayınladığı şiir kitabını da, o kitaba mevzu olan hadiseyi de bilmiyordum. Herhalde biliyor olmam gerekiyordu. Galip ihtimal, biliyor olmam gereken birçok başka şey daha var ve bilmiyorum.

Tuğrul Keskin’i ve “yaşasın isyan” diyerek göz göre göre ölüme giden Yunan askerlerini öğrenince, aklıma, Soner Yalçın’ın birkaç gün önce sözünü ettiğim zırvaları geldi —bir defa daha… Aklıma —hemen— düşenleri de dün yazdım. Ama galiba bir toparlama ihtiyacı var, tekrarı göze alarak toparlayayım.

Devlet, ontolojik olarak, yani mevcudiyeti sebebiyle kötü bir şey. Hep öyle düşündüm ve hâlâ da öyle düşünüyorum. Ama… Daha önce de muhtelif sebeplerle dile getirdim, kötülüğün kategorik olarak ortadan kaldırılması teşebbüsleri, daha da kötü. Olabilecek en kötü tutum bu. Dolayısıyla “devlet kötü, o halde ortadan kaldıralım” gibi, Platonik bir idealim yok.

Devlet çok eski bir şey. Ulus-devlet ise nevzuhur bir şey. Öyle ezeli olmadığı gibi, ebedi de değil. Şimdiki dünya haritasına bakıp, “aha nihai ve en müthiş haritaya ulaştık, insan olanın vazifesi bunu olduğu gibi muhafaza etmektir bundan böyle” demek, çocukça olmaktan da öte bir saflık. Yeryüzünde, özellikle son altmış yıldır, durmadan yeni ulus-devletler (ulus-devlet olduğu iddiasında olan devletler) zuhur edip duruyor. Ulus-devletler, devlet dediğimiz daha geniş formun daha kötü bir versiyonu. Çünkü kendilerini sadece ve en çok başka devletlerden değil, üzerine yayıldıkları toprakların sahibi olan halklardan da korumaları gerekiyor. Önce bir tür ulus inşa etmiş sonra onun devletini kurmuş olan birkaç Avrupalı ulus-devlet dışındaki bütün ulus-devletler için böyle bu hal.

Devlet kategorisindeki diğer şeylerden daha çok suç işlemeye mecbur olması, ulus-devlet denen şeye karşı olmak, yukarıda da sözünü ettiğim mantık icabı, beni “kaldıralım şu ulus-devletleri” noktasına getirmez. Ama ulus-devleti dokunulmaz, bir tür kutsal varlık olarak görmelere itiraz ederim.

Genel olarak ulus-devletler kutsal olmadığı gibi Türkiye Cumhuriyeti ulus-devleti de kutsal değil. Varlığına katlanabilirim. Benim için olduğunu iddia ederek benim adıma işlediği, dolayısıyla beni ortak ettiği suçlara da katlanabilirim. Bir şartla: Daha az suç işleyen bir devlet, sonra daha da az suç işleyen bir devlet yapmak isteyenlerin de, en az diğerleri kadar söz ve hisse sahibi olduğu bir devlet olması şartıyla…

Suç işlemeyen bir ulus-devlet, benim tasavvuruma göre, olacak iş değil. Ama vatandaşlarının en azından bir bölümünün onu daha az suç işlemek zorunda kalan bir devlet haline getirmeye çalıştığı bir devlet olmak hiç de imkânsız değil. Hatta çağımızın normali bu. Erdoğan Cumhuriyetini çağdışı kılan yanı da, devleti denetlemeye kalkan, ona itiraz eden, sağını solunu düzeltmeye, temizlemeye teşebbüs eden herkesi vatan haini, terörist filan ilan ederek susturabiliyor olması.

1930’larda ve 40’larda da devlet benzer işler işlemiş gibi görünüyor. Ama hesaba katılması gereken iki husus var: (a) Dönem bütün dünyada çağın normalinin öyle olduğu bir dönem ve (b) yeni kurulmuş, kırılgan, kendi halkından korkan bir devlet var. Devletin o dönemde işlediği günahları affettirmez ve mazur göstermez ama “anlaşılır” kılar sözünü ettiğim hususlar. Bugün 30’ları, 40’ları tekrarlamanın ise anlaşılır yanı yok.

Türkiye’nin hatırı sayılır bir Kürt nüfusu var. O nüfusun aklına “ulus-devlet” fikri düştü. Memleketimde ulus-devlet güzellemesi yazanlar, tuhaf bir biçimde, Kürtlerin ulus-devleti ihtimalini en katlanılmaz şey olarak görüyorlar. Öyle bakınca, anlaşılan o ki, “dünyada bir dönem ulus-devletler kurma dönemiydi, kuran kurdu, düdük çaldı, maç bitti, şimdi artık o dönem kapandı” filan gibi bir mantıkları olmalı. Tuhaf bir mantık.

Benim mantığım ise şöyle işliyordu. Eğer vatandaşlarının bir bölümü ayrılıkçı hayaller kuruyorsa, devletin kendisine dönüp bakması, kendisine çeki düzen vermesi icap ederdi. Karınızın gözü dışardaysa, (a) ya ona çeki düzen vermeye kalkar, mesela dayak atıp durursunuz ve gözünün daha çok dışarda olmasına sebep olursunuz veya (b) kendinize çeki düzen verirsiniz ki sizden memnun olsun, başka heveslere kapılmasın. Ben ikinci seçeneğin doğru olduğunu düşünenlerdenim. Devlet birinci yolu seçti.

Kürtler tertemiz, pirüpak bir ulus değil —eğer bir ulus sayacaksak. Ama zaten kimse değil ve yukarıda da işaret ettiğim gibi dünya, “şimdi ulus-devlet kurma dönemi başladı” diye işaret verilen ve bir süre sonra “bitti” denen bir süreçten geçmiş değil. Birilerinin iyi kötü ulus-devletleri olmuş, birilerinin oluyor, eğer daha insani bir siyasi organizasyon yaklaşımı geliştiremezsek, birilerinin de bundan böyle olacak. Kürtler bir ulus-devlet kuracak olurlarsa, görünen o ki, bugüne kadar kurulmuş olanlar kadar kirli ve suçlu bir şey yapacaklar. Bana öyle görünüyor.

E, ama o, Kürtlerin problemi. Benim problemim, benim devletimin günahları.

Kendi hesabıma, Kürtler bir ulus-devlet kurmaktan vazgeçseler, bölgedeki diğer mazlum halklarla birlikte yaşamanın bir yolunu bulsak, yani geliştirsek filan diye hayallerim vardı —hâlâ var. Öyle bir şeyi becerebilsek, onun da suçsuz günahsız bir siyasi organizasyon olmayacağı aşikâr. Ama onu daha az suçlu, daha az günahkâr yapmak isteyecek bir yığın vicdanlı insan yaşıyor bu coğrafyada. Onlar da her gün biraz daha geliştirseler kurulacak organizasyonu. Filan.

Mümkün müydü? Mümkündü. Hâlâ mümkün mü? Daha zor ama yine de mümkün olduğunu düşünüyorum. Ve galiba aşikâr ama yine de açıkça belirtmekte fayda var: Meseleye insanlar açısından bakıldığında mümkün, kurumlar açısından bakıldığında değil. Her kurum —mesela bir ulus-devlet— bir veya birçok ihtiyacı karşılar. İnsanların ihtiyaçlarını. İnsanlar değiştikçe, ihtiyaçları değiştikçe, kurumların da güncellenmesi gerekir. Kurumlara kutsallık atfetmek, insan olanın yapabileceği en manasız iş.

Anlaşılmıştır umarım. Benim, beni temsil eden, beni temsil etme iddiasında bulunan bir ulus-devletim var. Benim işim o ulus-devleti daha çağdaş, yani çağın icaplarına daha uygun, daha insani bir şey haline getirmek. Gücüm yettiği ölçüde… İslami bir referansla söyleyecek olursam, düzeltebiliyorsam düzeltmek, gücüm yetmiyorsa düzeltebilir olanlara “şöyle düzeltin” demek. Ona da gücüm yetmiyorsa… En azından gönlümden “şöyle düzelse” diye geçirmek.

Benim de devletim olduğunu iddia eden ulus-devletin kendisini temsil etmediğini hisseden, kendilerine pek fena davranılan ve dolayısıyla böyle hissetmekte haklı olduklarını düşündüğüm geniş bir kesim var. “Ulan daha ne istiyorsunuz, Bakan bile olabiliyorsunuz” diye gürlüyordu bir vakitler şahinler onlara. Biri de şık bir cevap vermişti: “Türkiye’de Kürtler her şey olabilir. Kürt olamaz.” Ben, bu cevabı verenlerin yerine kendimi koyup onlara akıl veremem. Çünkü onların yaşadıklarını hiç yaşamadım. Ama onları bu hale getiren devlete akıl verebilirim. Vermeliyim. Benim ahlakım bu. Nokta.

Eh, benim ahlakım bu. Besbelli ki Bahçeli’nin ahlakı bu değil. Erdoğan’ın, Perinçek’in filan ahlakı da bu değil. Öyle herkes kendi ahlakıyla… Tartışır, mücadele eder, yaşar gideriz. Karınca misali, birileri güneşe ateş taşır, buzdan ateş yakar filan. Diğerleri de kabiliyeti oranında su taşır, ateşi söndürmeye çalışır. Eğer kabiliyetiniz varsa, kendinize güveniyorsanız, su taşımaya çalışanları “vatan haini, terörist” filan diye etiketlemeye kalkmadan rekabet edersiniz.

Edemiyorlar.

Çünkü tamamı ahmak. Eğer önlerinde yüzlerce koruma, arkalarında “gak” diyeni kodese attırmak üzere hazır bekleyen bir yığın güya savcı ve hâkim, memleketin orasından burasından yükselen ahenkli sesleri bastırmak için koro halinde havlamak üzere beslenen onca it olmasa, sizin, benim gibi sıradan insanlarla baş etmeleri bile müşkül.

Ve bu güruh, memleketi kendi koltuklarını korumak için yakmakta zerre kadar tereddüt etmeyen bu güruh, ilaveten, emperyalizmle filan mücadele ediyorlarmış da, bu kabiliyetle ABD’yi filan dize getireceklermiş de… Gülünç ama gülemiyorsunuz işte…

Yeri geldi, bir de şu emperyalizm masalına göz atalım.

Dünyada emperyalizm diye bir olgu var mı? Var. Ulus-devletlerden az daha eski bir olgu olarak var. Tıpkı ulus-devletler gibi (yani iyi işleyen ulus-devletler gibi) emperyalizm de zaman içinde rafine oldu mu? Oldu. Dolayısıyla mücadele etmeyi bırakın teşhis etmek artık çok daha müşkül. İşe yarayacak bir turnusol kâğıdı olsa? Var. Amerika emperyalisttir. Nokta.

“ABD eşittir emperyalizm” formülünün muhtelif mahzurları var. Bir defa, emperyalizm sadece ABD’nin tekelinde olan bir olgu değil ve ikincisi ABD’nin her yaptığı emperyalist politikalarına hizmet ediyor değil. Ama kaz kafalıların bile istihdam edebileceği bir turnusol kâğıdı lazım ise, bu formülü kullanalım. Kendi hesabıma hiç şüphem yok ki, bugün her lafı ABD’ye getiren soysuzların hepsinden daha şiddetli bir ABD düşmanıyım.

Meseleyi şöyle tarif edebiliriz zannediyorum: Mahallenizdeki bakkal kapandı ve bir hipermarketten alışveriş ediyorsunuz. Hipermarkete kızıp alışveriş etmediğinizde onun kârı —hissedilmeyecek ölçüde de olsa— düşer, siz ise aç kalırsınız. Ama asıl mühim yanı şu ki, mahallenizdeki bakkal, siz daha önce hipermarketten alışveriş yapmaya başladığınız için kapandı. Ve… Meydanlarda “ABD domuzundan kıl koparma” iddialarıyla dolanıp duruyor, alkış bekliyor, o alkışların eşliğinde size itiraz eden herkese hayatı zindan ediyorsunuz ama… Hâlâ aynı hipermarkette kuyruklarda bekliyorsunuz.

Yani?

İstiyorsunuz ki ABD diye bir hipermarket olsun ama o hipermarket bir hipermarket olmasın. Kendi kendine, kendi iradesiyle hipermarket olmaktan vazgeçsin.

Yok öyle yağma.

Emperyalizm kötü. ABD çok kötü. Ama bu Platonik, bu maksimalist kafalarla emperyalizmi ve ABD’yi zerre kadar geriletmek mümkün değil. Nasıl geriletilebilir? Bilmem. Ama böyle olmadığını biliyorum.

Nasıl geriletileceğini bilmiyorum ama hiçbir fikrim yok değil. ABD emperyalizmi ile dünyanın kalanı arasında tesis edilmiş olan hal, bir örgütlenme biçimi. Alternatif bir örgütlenme biçimi lazım. Eğer ABD’ye değil de emperyalizme karşı iseniz, yani “ABD’nin rolünün birazı bana düşsün, ben de az biraz emperyalist olayım” tasasında değilseniz, mesela emperyalizmin zulmü altında en az sizin kadar inleyen başkaları ile bir araya gelmeyi düşünebilirsiniz. Avrupa emperyalizmi sadece bize musallat olmadı, Kürtlere, Araplara, Ermenilere, Rumlara, Gürcülere ve bölgedeki daha bir yığın halka musallat oldu. ABD emperyalizmi de sadece bizi sömürmüyor, bu halkların hepsini sömürüyor.

ABD Kürtleri kullanıyor mu? Eh, sizin dediğiniz olsun, kullandığını kabul edelim. Tam da ABD onları kullandığından, onları kendi emelleri için sömürdüğünden, Kürtlere duygudaşlık yapmak her zamankinden çok şimdi gerekir. Kürtlere vurduğunuz her darbe, ABD emperyalizmine hizmettir yani.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin