Müze

Erdoğan’ın Gökçek ile görüştüğünü, dün gece yolda öğrendim. Görüşme uzadı. Uzadı. Uzadıkça uzadı. Ben de kafamdan bir yazı yazdım. Yazıyı, “herhalde bu gece bir açıklama gelmez ama yarın, alışkanlık haline getirdikleri gibi, zekâmızla alay ederek, ‘ama biz Ankara’nın projelerini konuştuk’ filan gibi bir zırvalık düşer orta yere” diye bitirdim aklımda.

Elimde bir malumat yok ama denklemin çözümünün olmadığını tahmin edecek kadar çok şey biliyoruz dün gece saatlerce görüşen şahıslar hakkında.

Neyse, ben en baştan başlayayım.

28 Şubat’ı takip eden biçimsiz günlerdi. Erdoğan şiir okuduğu için içeri alınmış, Gökçek’e dokunulmamıştı. ODTÜ Endüstri Mühendisliği gibi cafcaflı bir bölümden mezun olanların İnternet listesinde, “bu hukuksuzluklar hepimizin başını ağrıtacak” mealinde sızlanırken ben, zekâlarından ve bilgilerinden zerre şüpheleri olmayan o grubun içinden birileri, her zamanki zekâ dolu çıkışlarından birini yaptı: “Ama bak Gökçek akıllı, hata yapmadı, içeri atmadılar, Tayyip akılsız, enselediler” filan. Dumura uğradım.

Her şey gözümüzün önünde oluyordu. Gökçek, öyle “ama bu şiirden şu mana çıkar” filan gibi aşırı hukuki yorumlara hiç ihtiyaç hissettirmeyen yığınla suç işlemişti. Onun ensesine yapışmayan o güya-hukuk, bir şiirden suç imal etmiş, Erdoğan’ı derdest etmişti. 28 Şubatçı generallerin arkasına hizalanıp, “oh nasıl geçirdik” diye zevklenenler, hepimizin zekâsıyla alay ederek “Gökçek suçunu gizleyebiliyor, Erdoğan gizleyemiyor” filan gibi manasızlıkları sıralıyorlardı. Gün onlarındı. Beyinsiz generaller, hukuku ve teamülleri hiçe sayarak, onların talep ettiği işleri peş peşe yapıyorlardı.

Bir parantez açayım. Bugün yaşadığımız garabet yeni bir şey değil. Sevmediklerinin dövülmesinden zevklenmekler filan… Hepsini 28 Şubat döneminde yaşadık. Şimdi sadece roller değişik.

Mevzumuza dönelim. Aldıkları diplomalar sayesinde küstahlaşıp, kendilerinden başka herkesi susturmayı marifet zanneden zibidiler ne derse desin, Erdoğan’ı alanların Gökçek’i al(a)mamasının bir açıklaması olması lazımdı. Kendimce kafa yorduğumda, iki ihtimal geliyordu aklıma. Ya dümdük bir biçimde açıklayacak, Gökçek’in —Erdoğan’da var olmayan— ittifakları olduğunu ve bu ittifakların ta 28 Şubatçılara kadar uzanabildiğini kabul edecektim. Veya bir komplo teorisi inşa edecek, birilerinin Gökçek’i değil de Erdoğan’ı memleketin başına musallat etmek için seçtiğini düşünecektim.

28 Şubat sarhoşluğu içinde, sevmedikleri insanların uğradıkları zulmü eğlenceli bir film seyreder gibi seyreden zevat, uzunca bir süredir, Erdoğan’ın bir komplo ürünü olduğunu öne sürüyor ve tutuklanmasını da bu komplonun bir parçası olarak okuyor. Ama unutturmam, aynı zevzekler sürüsü, Erdoğan tutuklandığında zevkten dört köşeydiler. Çok da zekidirler ama… Çok da kıymetli diplomaları vardır yani… Her şey onlara sorulsa, göreceksiniz memleketi…

Neyse… Kendimce bulduğum iki açıklamadan hangisine itibar etmem gerektiğine karar veremedim. O vakit karar veremedim, aradan geçen yıllar boyunca da karar veremedim.

Ama…

Bahsi geçen iki şahsın arasında bariz farklar var. Erdoğan kısa pantolonla sokakta misket oynarken, Gökçek siyaset yapıyordu. Erdoğan her isteyenin kullanabileceği kullanışlı bir aptal iken, Gökçek her istediğini kullanabilmek için kafa yoran bir hesap adamı. Erdoğan “top benim” deyip kostaklanırken, kendisinin de oynayabileceği oyunu bozuyor olduğunu fark bile edemeyecek vasıfsız bir mızıkçı, kasabalı. Gökçek ise bir takım oyuncusu. Top kendisinin bile olsa, başkalarıyla paslaştığında, ortada bir oyun olduğunda daha çok kazanabileceğini bilen bir şehirli. Erdoğan Doğu Karadenizli. İstanbul’da büyümüş, aklı olan herkesin İstanbul’a gittiğini, dolayısıyla da İstanbul’da büyümüş olmanın kendiliğinden bir üstünlük sağladığını zanneden milyonlarca zavallı “İstanbul’da büyümüş taşralı”dan biri. Gökçek Ankaralı. Hiçbir şeyin üretilmediği ama zenginliğin üleşildiği, kimsenin başka şehirlilere üstünlük taslamadığı ama üstün olduğu bir şehirde büyümüş biri.

Dün gece bu iki kişinin Erdoğan’ın sahasında görüşmeye başladığını haber alınca, kafama üşüşen mukayeseler bunlar oldu. Elimde malumat yoktu ama oyuncuların vasıfları hakkında böyle bir şema vardı yani. Deplasman takımının yenilmeyeceğini tahmin ettim. Yani bahis oynasam 0/2 oynamam gerektiğini…

İmdiii…

Yalakalar güruhu muhtemelen, “bir anlaşmazlık çıkacak diye heveslendiler ama çıkmadı, avcunuzu yalayın, birlik ve beraberlik içinde…” filan diye havlayacaklar. Hani zaten görüşme bir hesaplaşma filan değilmiş de, sahiden müze filan görüşülmüş gibi… O kadar çok havlayacaklar ki, o kadar gürültü yapacaklar ki, siz bile tereddüde düşebilirsiniz.

Düşmeyin.

Çünkü… Eğer öyle olsaydı, bu görüşmenin nasıl bir zeminde yapılıyor olduğunu pekâlâ bilen taraflar, görüşme başlamadan önce, “bir müze meselemiz var, onu görüşeceğiz” gibi bir açıklama yaparlardı. Yapmaları gerekirdi. Kendileri açısından iyi olurdu yapmaları. Yapmamışlarsa, ya süzme ahmak olduklarına, böyle bir açıklama yapmamanın maliyetini bile idrak edemeyecek kadar siyasi iletişim cahili olduklarına hükmetmemiz gerekir. Veya… Bildiniz. Aslında görüşmenin mevzuu müze filan değildi.

Gökçek dün gece görüşmeden çıktıktan sonra, kendisinden beklenebileceği gibi, “ey Kılıçdaroğlu, boşuna hayal kurdun, avcunu yala” türünden gevşek tvitler atabilirdi. Eğer atsaydı, görüşmeye başlamadan önce “biz müze görüşeceğiz” demedikleri halde müze görüştükleri yalanı daha inandırıcı olurdu. Bunu Gökçek bilir. Zannımca Gökçek’in aklından “Reis, çıkınca şöyle tvitler atayım, ikimiz de kazanalım, aksi halde ben kazanacağım, sen kaybedeceksin” demek geçmiştir, hatta. Aslında merak etmedim değil, Gökçek böyle bir imada bulundu mu?

Bulunmuş olabilir ama Erdoğan Gökçek’in kıratında değil. “Gökçek kazanmasın, ben kaybımı nasılsa telafi ederim” filan gibi akıllar yürütmüştür. Gökçek böyle bir imada bulunmamış olabilir “nasılsa bu hıyar anlamaz” diyerek. Yoksa Gökçek, bu şartlarda bile kazancı Erdoğan’la paylaşabilecek biri.

Neticede, Gökçek kazandı, Erdoğan kaybetti. Kapısının önündekilere birkaç kemik atıp havlatarak, kendi kaybını gündemden çıkarabilir Erdoğan ve muhtemelen yapacak da… Mesele şu, Erdoğan en az altı yıldır kaybediyor. Oynadığı her oyunu kaybediyor. Kaybetmemiş olmuyor, sadece kaybettiğini gizleyebilmiş oluyor. Her defasında daha büyük maliyetle borç alıp, bir sonraki oyun masasına oturuyor. Kayıplar geometrik olarak büyüyor.

Erdoğan’ın bu manasız oyununu sürdürülebilir kılan, yalakalarının havlayıp durmaları değil. Rakiplerinin “Erdoğan buradan da çıkar” deyip durmaları ve oyunu ona göre oynamaları. Dün gece bunun fahiş misallerine şahit olduk. “Erdoğan Gökçek’i şöyle oyar, böyle oyar” geyiklerini, “Erdoğan bunu Gökçek’in yanına bırakmaz” geyikleri takip etti.

Hâlbuki hesap son derece açık ve hemen herkesin —2002’den beri istikrarlı olarak Erdoğan’a oy verenler de dâhil herkesin— zihnine bir soru daha eklendi: Gökçek Erdoğan’ı neyle tehdit etti de istifa etmekten kurtuldu? Bu soruyu büyütüp beslemesi gerekenler, şu şartlarda bile “her şeye kadir bir Erdoğan” masalını tekrarlayıp duruyorlar. Ta Akşam’da yazarken yazmıştım, sonra da birkaç defa tekrarladım: Bu kadar zavallı bir adama yenilmiş olmak, yenilip duranları daha da zavallı yapıyor. Bunu içlerine sindiremedikleri, âleme karşı kabul edemedikleri için, “ama adamda ne meziyetler var bilmezsiniz” masalını anlatıp, inanıyorlar. Öyle çok vasıflısından olmaya lüzum yok, mesela Demirel filan şart değil, ortalama vasıflı rakipleri olsa, dün geceki skandaldan sonra Erdoğan’ın bir haftaya kalmadan istifa etmekten gayrı seçeneği kalmaz hâlbuki.

Dün geceden sonra Gökçek, bir biçimde Erdoğan’ın rakibi olur mu? Olmaz. Onun oyunu başka. Aksine, büyük bir ihtimalle Erdoğan’a dün gece kaybettiklerinin bir bölümünü telafi imkânı verecek, ona kazandıracaktır. Yukarıda dediğim gibi, Gökçek bir Ankaralı, bir şehirli. Kazandıracak ki, kazanacak. Bunu bilir.

Yani?

Net bakiye şu: (1) Bu kadar bariz fırsatları bile gole çeviremeyen bir muhalefetimiz var. Erdoğan buradan da yırtar. Daha büyük borç alıp yeni bir masaya oturur. (2) Bu kadar ahmağın arasında Gökçek, bir nevi Einstein sayılır. Sırtı yere gelmez. (3) Biz dün gece neler konuşulduğunu asla öğrenemeyiz. Erdoğan açıklayamaz, Gökçek de açıklamaz.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin