Nasıl Yapacaksınız?
Bir vakitler, ailenin delikanlılarından biri gönlünü, pek de uygun olmayan bir genç kıza kaptırmıştı. Büyükler panik içinde, yalvaran gözlerle, bir çare talep ediyorlardı. “Telaşlanmayın, hallederim” dedim. Rahatladılar.
Yıllar sonra, bir aile meclisinde nasıl olduysa, biri o günleri hatırladı. Benim işi tereyağından kıl çeker gibi hallettiğimi söyledi. Hâlbuki ben hiçbir şey yapmamış, delikanlıya hiçbir laf etmemiştim. Etseydim, ailenin memnuniyetsizliğini hissettirseydim, muhtemelen mesele hallolmayacaktı zaten.
Eğer işi bana havale ederken “nasıl halledeceksin” diye sorsalardı, söyleyecek bir lafım yoktu. Daha “ben hallederim” derken, aslında hiçbir müdahalede bulunmayacağımı biliyordum. Doğruyu söylemeye kalksam, “hiç müdahale etmeyeceğim” desem, işin hallolmayacağını düşünecek, kendileri müdahale edecekler, işi içinden çıkılmaz hale getireceklerdi. Yalan söylemeyi göze alsam, işin nasıl hallolabileceği konusunda yazabileceğim hiçbir senaryo inandırıcı olmayacak, işi halledebileceğime inanmayacaklardı.
İş halloldu. Çünkü bana inanıp, zararlı müdahalelerden kaçındılar.
İktidara talip olanlara “filanca meseleyi nasıl halledeceksin” gibi sorular sormak, onları imtihana tabi tutmak çok manalı görünüyor, anlıyorum. Ama görünüşe aldanmayın, bu sorular dünyanın en manasız soruları arasında yer alıyor. En azından iki sebeple…
***
Birincisi, yukarıda özetlediğim hatırada, eğer delikanlı kendisi çözemeyecekse, problemi kimse çözemez. Bazı sosyal problemler için de benzer şartlar geçerlidir. Mesela Kürt meselesinin veya başörtü meselesinin halli diye bir şey varsa, onu bir heyetin becermesi imkânsızdır. Becerecekse toplum becerecek. Toplum bu tür işleri ancak tansiyonu düşerse becerebilir. Toplumun tansiyonunun düşebilmesi için de, yetkiyi inandığı birilerine devretmesi kâfidir.
Mefhumu muhalifinden hareket edersek, demek ki % 47 desteğe rağmen AKP, toplumun inancını arkasına alabilmiş değil. Zaten kendisine inanılmasını, güvenilmesini talep ediyor gibi de görünmüyor. Kendi hesabına haklı da sayılır, çünkü aldığı desteği tansiyonun yüksekliği sayesinde alıyor, tansiyon düşerse varlık sebebi ortadan kalkacak.
***
İkincisi, mesela işsizlik meselesinin çözümü, mesela belirli bir ilk hızla ve belirli bir açıyla atılan havan mermisinin nereye düşeceğini hesaplamak gibi bir problem değil. Bir satranç maçına başladığınızda “karşınızdakini nasıl yeneceksiniz” diye sorulsa cevap verebilir misiniz? Veya siyasetçilere ikide bir “nasıl çözeceksin, söyle” diye işkence eden köşe yazarlarına “yazılarınızı nasıl yazacaksınız” diye sorulsa ellerinde bir formül var mı?
Steinbeck’e zamanında, gazetecinin biri “nasıl yazarsınız” diye sormuş. Aksi aksi, “kalemle” diye cevap vermiş.
Memleketin problemleri, bir satranç maçından da, bir köşe yazısı yazmaktan da daha karmaşık, dinamik ve etkileşimli problemlerdir, emin olun.
***
Dediklerim yanlış anlaşılmasın, elbette her siyasetçi aynı değil. Nasıl her anne-baba aynı değilse… Mesele şu ki, çocuk bekleyen bir çiftin iyi bir anne-baba olup olmayacağı, “çocuğunuzu nasıl yetiştireceksiniz” sorusuna verdikleri cevaplara bakarak tespit edilemez.
“Şeytan azapta gerek” diye düşünüldüğünden herhalde, siyasetçileri “nasıl yapacaksın” imtihanında ter dökerken görünce zevkleniliyor. Bu zevkin bedeli olarak, delikanlıyı açmazdan kurtarabilmek için elzem olan güven duygusu ortadan kalkıyor.
Cemalettin N. TAŞCI