Ne Kadar Yazık!

Trump…

Tasalanmayın, Amerikan seçimlerini filan konuşmayacağım. Aksine bizi konuşacağım. Bizi… Kanserli bünyemizi.

Trump yedi ülkeden Amerika’ya girişi engelleyecek kararnameyi imzaladı da Amerikan basını yaygaraya başladı ya… Amerikalılar havaalanlarına hücum edip “Hepimiz Müslümanız” sloganları attı ya… Aslında Müslümanlar hiçbirinin umurunda değilmiş. Hepsinin biricik derdi, Trump nefretiymiş. Müslümanlara sempati duyduklarından değil, Trump’tan nefret ettiklerinden böyle yapıyorlarmış.

Nereden biliyorsun ulan? Nereden biliyorsun?

Sen öylesin, onu anladık. Hayatın birilerinden, bir şeylerden nefret üzerine inşa edilmiş. O nefret ettiğin özne zarar görsün diye her şeyi gözden çıkarabilirsin, her türlü ahlaksızlığı göze alabilir, her yalanı söyleyebilirsin. Tamam. Bırak Irak’ı, İran’ı, İngiltere bile Trump’a sesini yükseltirken, ota boka konuşan, muhtarları toplayıp âlemi ziyalandıran reisinin gıkının çıkamıyor olmasına bir açıklama uydurmak için her türlü taklayı atabilirsin. Yarın reisin kazara bir laf edecek olsa, hepiniz bu yazdıklarınızı hepten unutacaksınız, unutabilirsiniz. Tamam.

Tamam da…

Herkesin senin gibi olduğuna nereden hükmettin?

***

Geçende Halep üzerine yazıklanmalarımı, yukarıdakine benzer bir üslupla yazdığımda, biri burun kıvırmış, “bir İzmirli ve Halepli biri böyle yazmaz” diyerek. İşittiğimde yüreğim sızladı. Ne kadar haklıydı ve ben onun ne kadar haklı olduğunu bile bile, aynı şeyi bir defa daha yazacak olsam, yine aynı şekilde yazacaktım. Ne kadar yazık!

Ümit Kıvanç “Bütün insanlar için iyi bir gelecek olsun diye mücadele eden adamlardan biriyken, insan soyunun bir an önce ortadan kalkmasını isteyen biri haline geldim.” demiş (http://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2017/01/31/allah-kimseyi-bu-hale-dusurmesin/). Ne kadar yazık! Ben henüz o safhaya gelmedim ama bu hızla gidersem, an meselesi.

Ama şimdilik, insan türüne hâlâ güveniyorum.

Neden?

Çünkü işte ben helak olurken, orada bir yerlerde serinkanlılığını muhafaza eden, “bir İzmirli ve Halepli böyle yazmaz” diyebilen birileri var. Trumpçılar ve hayatı Trump nefreti üzerine inşa edilmiş olanların ikisine de aynı derecede yabancı olup, Amerikan havaalanlarına hücum edenler var. Hâlâ varlar.

Azalıyorlar mı?

Öyle görünüyor. Ama mesele bir nicelik meselesi değil. Sizin, benim binlercemiz, onların bir tekini tartamaz. Onlar kazanacak. İnsanlığın daha adil, parlak, coşkulu, yaşanmaya değer bir istikbali olacak. Ve muhtemelen, size, bize rağmen inşa edecekleri o istikbalde, bize bile birer götlük bir yer tahsis edecekler, hayatta kalabilirsek…

Ya bu ülke?

Daha önce defalarca dedim, eğer bir otuz yılımız olsaydı, bunun da üstesinden gelirdi bu toplum. Ama öyle bir mühlet yok. Tarihin yırtıldığı bir dönemde, coğrafyanın yırtıldığı bir yerde yaşıyoruz. Ya bu yırtılmaya mani olacak, insanlık tarihi için eşsiz bir hizmet sunacak, bunun hatırına da hayatta kalacaktık…

Veya…

Tarihin sonu değil ama kendi tarihimizin sonu.

Bize Obama mı Trump mı daha çok zarar verdi, bunun muhasebesini bile yapmaya kimse teşebbüs etmeyecek. O kadar değersiz olacağız. Belki birkaç yüzyıl sonra bir üniversitede birileri, entelektüel mastürbasyon olarak, bir tür kültür tarihi problemi olarak merak edip inceleyebilir. Şimdilerde “Mayaların başına ne geldi, neden geldi” diye merak edenler gibi…

Hepsi o kadar.

Biz değersiz olduğumuzdan değil, bizi Obama’nın ve Trump’ın nesnesi haline indirgeyen, kafatasının içine ikiden fazla seçenek sığmayan birileri, adamın birinin iktidarı için yüzlerce yıllık birikimlerimizi rüzgâra savurduğundan… Bakanlıklarını, köşe yazarlıklarını o adamın birinin onayı sayesinde ancak sürdürebilecek olmanın çaresizliği içinde zulme boyun eğdiklerinden, ortak olduklarından…

Öyle bir kültür tarihi çalışması yapanlar da muhtemelen faturayı Obama’ya veya Trump’a çıkarmayacak. Bildikleri biricik şeyi, “reisi yedirmeyiz” formülünü her yere tatbik eden budalalara çıkaracak. “Bunlar Müslümanlara sempati duyduklarından değil, Trump nefretinden” diyerek, “bizi kandıramazlar, yemeyiz biz, Trump’ı da yedirmeyiz” diye kükreyen ahmakların köşe yazarı, milletvekili, Bakan kadrolarını doldurdukları bir medeniyetin düşmana ihtiyacı var mı tarih olmak için?

İnsanlar Trumpçılar ve karşıtları, Erdoğancılar ve karşıtları diye ikiye ayrılmaz. Ama eğer ikiden fazla seçeneği sayamıyorsanız, size makul bir ikili taksonomi sunayım: (a) Gücün karşısında boyun eğenler ve (b) güce karşı —güçlünün kim olduğuna bakmadan— direnenler. Nasıl dolar kuru kısa süreli gevşemeler yaşayıp sonra bildiği yolda devam ediyorsa, insanlık da kısa süreli gevşemeler yaşasa da, on binlerce yıldır istikrarlı bir biçimde gücün seyreltilmesi istikametinde yoluna devam ediyor. Yine öyle olacak.

Kaybedeceksiniz.

Burada Erdoğan, orada Trump, gücünü pornografik bir biçimde teşhir eden her öznenin karşısında köpekleşen, güçlünün kapısında kullaşan, güçlüye kul olmaktan gayrı hiçbir hayali olmayan, hatta güçlünün kapısında köpeklik yapmaktan ekstra haz duyduğu anlaşılan sizin gibiler, kaybedeceksiniz. Erdoğanınız, insanlık tarihine, büyük bir medeniyeti tarihe gömen zavallı olarak geçecek…

Ya biz?

Sizin o zavallı akıllarınız bir türlü kavrayamasa da, bizim kaderimiz zaten sizinkine bağlı. Sizinki nasıl bizimkine bağlıysa… Biz, üstelik, zaten kaybettik. Sayenizde, insanlığımızı, adabımızı, yaşama sevincimizi, ümitlerimizi kaybettik. Kaybettiğimize sevindiğiniz her şey —ey budalalar size söylüyorum— kaybettiğimize sevindiğiniz her şey, sizin kayıplarınız. Reisinizin kazandığı her şey hepimizin kaybı. Reisinize kurban ettiğiniz her şey…

***

Şimdi başa döneyim…

Daha önce türlü biçimlerde yazdım. Bence Trump’ı iktidara taşıyan sosyoloji, Trump karşıtlarının ölçüyü kaçırması, hakikate sahip olduklarını vehmetmeleri yüzünden mümkün oldu. Ama hakikate sahip olma vehmi, tedavi edilemez bir hastalık değil. Trump karşıtlarının bir bölümü bu vehimden kurtulamadan ölebilirler ama Amerika’nın muteberleri, galip ihtimal, kendilerini tedavi edeceklerdir. Kaldı ki, edemezlerse de bu onların hastalığı, onların derdi, bize ne? Kendilerini tedavi edemezlerse ölürler. Yerlerini başkası alır. Nasıl biz kendimizi tedavi edemiyor olduğumuzdan ölüyorsak ve yerimizi başkası alacaksa…

Bizi alakadar eden tarafı, her ne saikle olursa olsun, Amerika’da birilerinin, “hepimiz Müslümanız” diyerek sahaya inmiş olmaları. Adamın bunu söylerken Müslümanları sahiden çok sevmesi mi gerekiyor? Eğer sivrisinek türü ortadan kalktığında insan türü de riske girecekse, öyle biliyorsam, sivrisineklerle mücadeleye itiraz ederim. Sivrisinekleri sevmem mi gerekiyor? Sivrisinekleri sevmediğim halde itiraz edersem ikiyüzlülük mü yapmış olacağım? Bu ölçüde bir ahmaklığı nerede imal ettirdiniz de kafatasınızın içine döşediniz siz?

Ve işin asıl mühim yanı… Dünyada kalıcı pozisyonlar, tutumlar yok. Adam Trump’ın yapıp ettiği şeyler yüzünden “hepimiz Müslümanız” diye bağırmaya başladı mıydı, değişir. Siz nasıl “reis de reis” diye diye değiştiyseniz… Mesela senin gazeteciliğe başladığın dönemde yol göstermesini minnetle anlattığın şimdinin mühim şahsiyeti —gerçi kendisi unutmuş olabilir ama— o dönemde bir özel sohbet sırasında, “nereden buldun yasası çıkaracaklarmış, bence acil olan nereden biliyorsun yasası” demişti. Ondan öğrenmiş olarak soruyorum “nereden biliyorsun ulan” diye… Bir vakit hepiniz için mühim işti “nereden biliyorsun” diye sormak. “Reisi vermeyiz” hengâmesi içinde değiştiniz ve soru sizin için ehemmiyetini kaybetti. İnsanlar değişir. “Hepimiz Müslümanız” sloganı da bir yığın insanı değiştiriyor Amerika’da… Sen o değişimi teşvik etmedin diye değişim durmayacak. Amerikalı o değişim sayesinde kazanacak, sen kafatasının içindeki o konforlu ahmaklıkla, yine yanlış yerde durduğun için kaybedeceksin.

Ve nihayet… Ulan zaten “bunlar bu işleri Trump karşıtı oldukları için yapıyorlar” dediğin zevat, Trump’a, bu tür işler işleyeceği için karşıydı, babasını öldürdüğü için değil. Sadece Müslümanlara değil, Meksikalılara, Uzak Doğululara, Hispaniklere karşı bu tür manasız işler işleyeceği için… Ölçüyü kaçırmış, hakikatin tekeline sahip olduğunu zannetmiş olabilir, reçete diye yazdıklarının hiçbir hükmü olmayabilir ama hiç değilse her türlü mazlumun yanında olmayı tercih etmiş adam. Senin gibi değil yani. “Bizden değilse, reisimize kul değilse, sürünsün” diyor değil. Başını örtünce mazlumun yanında olma mecburiyetinden muaf oluveren sürtüklerden, senden filan çok daha kıymetli biri yani…

Aslında tamamen boş konuşuyoruz. Sen bile, o başörtüsünün altında her türlü entelektüel fahişeliği gözünü kırpmadan yapmış olan mahlûk bile, Bakanlık koltuğuna kısa süreli memuriyetlerinin tadını çıkaran bütün zevat bile, o kudret şerbetiyle sarhoş edilmiş zavallı akıllarınızla bile biliyorsunuz bütün bunları. Biliyorsunuz ve…

Bildiğinizi reisiniz bir fark ederse diye aklınız çıkıyor. Olan kadarı yani…

Ne kadar yazık!

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin