Neferlikten İnsanlığa

Geçen akşam, biri eski ve şöhretli bir CHP’li vekil, diğeri bir arkadaşım, üç kişi bir restoranda durum değerlendirmesi yaparken, restoranın sahibesi, “bir mahzuru yoksa sizinle tanışmak istiyorlar” diyerek iki hanımı masamıza getirdi. (Tanışmak istedikleri CHP’li vekil idi, herhalde söylemeye lüzum yok.) Hanımlardan biri yetmişlerin sonlarında Ecevit Kabinelerinde yer almış bir bakanın kızı, diğeri ise Menderesçi —sonra Demirelci— köklü bir ailenin kızı idi. Hâlâ aralarındaki farkı muhafaza ediyor olsalar da, 24 Haziran’da İnce’ye oy vermiş ve… Hayal kırıklığına uğramışlardı. Sayın vekilden de, kendisinin aday olamadığı seçimin hesabını soruyorlardı.

Hesap verildi, verilemedi, bilemem. Laf “iyi de bundan sonra ne yapacağız”a geldi. Eski vekil muzip bir edayla “o işlere hoca bakıyor” diyerek topu bana attı.

Bir şeyler söylemeye çalıştım ama kadınların lügatinde benim kullandığım kavramlar yoktu. Sonunda şöyle bir “sarsmak gerektiği” kanaatine vardım ve Menderesçi/Demirelci olanına dönüp, “herhalde evlenmişsinizdir” dedim. Durakladı. Evlenip boşanmış olduğunu tahmin etmek zor değildi, söylemeden anlaşıldı. Söylemek zorunda kalmamış olmasına da, anlaşılmış olmasına da sevindi. “Evlenmeden önce bir süre flört etmişsinizdir herhalde” dedim. Durakladı —işin neden buraya geldiğini de, nereye gideceğini de anlamamış, iyice tedirgin olmuştu. Muradıma ermiştim yani… Altın vuruşu yaptım, “o flört dönemi mi daha hoştu, evlilik mi” diye sordum. Müthiş bir rahatlama içinde “elbette flört dönemi” dedi. “E iyi ya,” dedim, “milletçe İnce ile flört ettik, evlenemedik, hoş olan tarafını yaşadık, hoş olmayan başımıza gelmedi.”

***

Anlaşamıyor olmamızda anlaşılmaz bir hal yok. “Flörtler evlilik içindir, nokta. Hedefine ulaşmayan her şey tatsızdır, nokta. Bu önermeler herkes için ve her şartta geçerlidir, nokta.” Böyle bakıyorsanız, sizin ve benim anlaşamıyor olmamızda anlaşılmaz bir hal yok çünkü birilerinin flört döneminde insanın nasıl değiştiğini, o süreçte neler kazanıldığını önemsiyor olmasına hazır değilsiniz demektir. Ben de mesela, kalabalıkların neticeye kilitlenmiş olduklarını varsaydığımda, “ama benim derdim netice alınamamış olması değil de…” diyen birilerine sağır kalıyor olabilirim.

Farklıyız biz. Her birimiz farklıyız. Olağanüstü çeşitlilikte nüanslar barındıran devasa bir toplumuz. Bildiğim kadarıyla, olsa olsa, her birimizin ne kadar farklı olduğunu öğrenebiliriz. Birbirimizi değiştiremeyiz. Değiştirmemeliyiz de zaten. İnsanlar değişir, kimsenin onları değiştirmesine lüzum yok. İletişim, farklılıklarımızı fark etmeye yarıyorsa, ne âlâ… Fazlası olmaz.

Birbirimizden çok farklıyız ve… Meseleye nereden başlarsak başlayalım, mesela, “idama karşı mısın, idamın yanında mı” gibi ikiye indirilmiş seçeneklere varıyoruz. Ortadaki çeşitlilik —ve ondan neşet eden olağanüstü karmaşıklık— ile kıyas kabul etmeyecek bir basitlik ve sadelik… İdama karşıyım elbette ve bu topraklarda yaşayan “herkesin”, idama karşı olmak için en az bir sebebi olduğundan hiç şüphem yok. Bütün o sebepleri, idama karşı olmak için kuşanılabilecek bütün silahları geçersiz kılan bir siyasi sistemde, topluma idamı kabul de ettirebilirsiniz. Bu “netice”, toplum hakkında, toplumun fertleri hakkında bir şey söylemez bize, siyaset hakkında söyler.

Üzerinde tepinip duruyorum, olağanüstü karmaşıklaşmış bir toplum, hızla sadeleştirilmiş bir sinir sistemine mahkûm bırakıldı. Erdoğan’ın yaptığı “iş” bu. Marifeti bu. Alkışlayın hepiniz. Yandaşları “her seferinde koyuyoruz işte, marifetmiş demek ki” diye, muhalifleri “ama işte kazanmasını sağlıyor ya, daha ne” diye, marifete sayın, alkışlayın.

***

Ben gençken, mesela Erzurumlular Erzurumlu olmaktan gurur duyarlardı —diğer her şehrin hemşerileri gibi… Ama bu, Erzurum’un halinden memnun oldukları manasına gelmiyordu. Kabaca söyleyecek olursak, Erzurum’un önce Bursa gibi, sonra İzmir gibi… Giderek daha iyi, daha güzel, daha zengin olmasını talep ve hayal ediyorlardı. Olmadı. Taleplerinin ve hayallerinin gerçekleşmesine daha hassas olanlar göçtüler. Ama geriye kalanların da esas talepleri ve hayalleri —belki şiddeti düşse de— aynı kaldı.

Şimdi?

Erzurumlular Erzurum’un “halinden” memnun.

Kötü bir şey mi? Erzurum’da yaşıyorsunuz, yaşamak zorundasınız ve “daha yaşanır bir Erzurum” talep ederseniz mutsuz ve huzursuz olacaksınız. Şimdi memnunsunuz. Erdoğan bu işi başardı. Kötü bir şey mi yaptı? “Değiştiremeyeceğin şartlara katlanmaya razılık üretmek iyidir” diyebilecek ne kadar çok kişi vardır.

Öte yandan, Erzurum hakkında kurulabilecek ne kadar farklı hayaller var. Biri sanayileşmiş bir Erzurum, diğeri bir kültür/sanat merkezi, öteki yazılım üssü filan hayal edebilir zenginleşmek için. (Anna Karenina ilkesi çalışıyor, memnuniyet bir türlü ama memnuniyetsizlik türlü türlü…) Net toplamda, bir yığın farklılık var. Ve hepsini iki seçeneğe indirgemeye çalışıyoruz. Sonunda “idama karşı mısın, değil misin” sorusuna…

***

Erdoğan, vasatlıktan, yoksulluktan, zevksizlikten, beceriksizlikten memnuniyet duyma haline getirdi memleketi. Böyle bir memlekete razı olmayanlar var. Daha fazlasını talep edenler var. Etmeyenler, “bir hayat ya, öyle de geçer böyle de, niye kasalım” diyenler olabilir. Olsunlar. Çoğunluk olurlarsa? Fazlasını istemeyi sürdürenler de olacak. Kendi hesabıma onların arasındayım. Hedefe ulaşacağımdan, fazlasını sağlayacağımdan değil. Fazlasını istemek daha soylu, daha insani, daha bir şey olduğu için. Öyle olduğunu düşündüğüm için.

Dünya bir süredir, “boş ver ya, böylesi de kâfi” diyen memnun ve huzurlu kasabalılar ile “bu kesmez, fazlasını isteriz” diyen huzursuz şehirliler arasında kalmış halde. Şehirliler zor durumda ve muhtelif yerlerde açılan sandıklara bakıp karamsarlığa kapılıyorlar. Mesele şu: Şehirliler, yani “dahasını isteyenler”, bugüne kadar hiçbir dönemde bu kadar kalabalık olmamışlardı. Bugüne kadar iktidarlarda idiler ama çoğunluk olduklarından değil. Karar mercilerini bir biçimde tevarüs edegeldikleri için. Seçimle iktidar alternatifi olacak sayılara ulaşmaları çok yeni bir şey —belki birkaç on yıl bile olmadı.

Daha mühimi şu: Kasabalılar, bu halin sürdürülebilir bir hal olmadığını tez zamanda öğrenecekler. Erzurum’un memnun olunan halini sürdürebilmesi için İstanbul’daki Erzurumluların durmaksızın kaynak transfer etmesi gerektiğini, o transfer durduğunda Erzurum’un mevcut halinin bile korunamayacağını, Erzurum’un mevcut halinin korunabilmesi için yağma gerektiğini, yağmalanacak şeyin de hızla tükendiğini yaşıyorlar/yaşayacaklar.

Ve en mühimi… “Kâfidir ya, takmayalım kafaya” kafası, bilhassa genç yaşlarda hiç de insani değil. İnsana yakışan bir hal değil. İnsan olmaktan istifa edip muhayyel bir kutsal İslam ordusuna nefer yazılınca katlanılıyor olabilir ama İslam insanlar içindir. İnsan gerektirir, nefer değil. Daha önce demiş olmalıyım, İkinci Dünya Savaşı sırasında, yanlış hatırlamıyorsam Kanadalı bir ressam bir tablo yapmıştı. Tablo matah bir şey değildi ama ismi müthişti: Bir gün insanlar dönecek.

Döndüler. Bir süre önce insanlık tarihinin gördüğü en büyük kıyıma bir biçimde ortak olanlar gidip yerlerine yenileri gelmedi. O kıyıma ortaklık edenler, neferlikten insanlığa geri döndüler. Yine öyle olacak.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin