Nereye?
Başımıza bir şey geldi.
Geçti.
Ama başımıza gelip geçmiş olanla başlayan yeni bir süreç var. Cadı avından, on binlerce memurun derdest edilmesinden söz etmiyorum. Sözünü ettiğim şey, topluma enjekte edilen, edilmekte olan şey.
Önce kitleler sokağa çıkarıldı. Demiştim, bence darbe teşebbüsünü akim bırakmak için pek de lüzum yoktu. Erdoğan kendisini ancak bu şekilde emniyette hissedebileceğinden yaptı bu işi diye düşünmüştüm. Ama arkasından gelen nöbet çağrıları, toplumu sokakta tutmak için harcanan çaba, organizasyonlar filan gösteriyor ki, eğer haklı idiysem bile, yani başlangıçta kasıt Erdoğan’ın kendisini emniyette hissetmesi idiyse bile —ki artık hiç öyle düşünmüyorum— şimdi başka bir faza geçtik.
Nasıl bir faza?
Vatandaşın aklında silahlanmak var mı, bilmiyorum. Aslında birilerinin aklında idam var mıydı, onu da bilmiyorum. Bana sorulsa “yoktur” derdim. Ama artık ahali hakkında herhangi bir varsayımımı güvenilir bulmuyorum. Dolayısıyla bir yerlerde idam cezasının tesisi hasretini saklamış olan birileri var idiyse, şaşırmayacağım. Yine de, kendi varsayımlarım hakkında ne kadar şüpheci olsam da, “bir silahım olsa da darbe heveslilerinin heveslerini kırsam” diye düşünebilecek birilerinin mevcudiyetine ihtimal vermek, bana çok tuhaf görünüyor.
Erdoğan, eğer aklında idam vardıysa da, ahaliyi bu talepten vazgeçirebilirdi. Tersini yaptı, yoktuysa bile aklına soktu. Silahlanma fikrini de öyle…
Kalabalık sokaklar, sokaklarda aşırı bir cezalandırma talebi ve silah. İtiraf edersiniz ki, çok özlenecek bir kombinasyon değil. Bir memleketin iktidarı için hiç değil.
Yeterince korkutucu gelmediyse size, üstüne bir de Gezi’yle alakalı meydan okumayı ekleyin. Mesela 14 Temmuz’da yapılsaydı —ki kısa süre önce yapılmıştı— yersiz ve zamansız bir intikam çığırtkanlığı denebilirdi. Ama güya can pazarında olduğumuzu, dolayısıyla meydanları boşaltmamamız gerektiğini söyleyip dururken yapıldığında ne manaya geliyor olabilir?
***
Başımıza bir şey geldi, geçti.
Ama çok daha vahim bir yere doğru, freni boşalmış halde gidiyoruz.