O İnsanlar, Bu İnsanlar
“Çok şey olacak” deyip duruyordum. Oluyor da… Ama bu, tahmin edebileceğim türden bir şey değil. Haberi aldığımda şoka uğradım.
Rusya Büyükelçisinin Ankara’nın göbeğinde vurulmasından söz ediyorum.
Üzerinde emniyetle konuşulabilir sadece iki husus olduğunu zannediyorum mevzu hakkında.
Birincisi, Rusya’ya yine borçlandık. Düşürülen Rus uçağının ardından söylediklerimi, az çok benzer terimlerle tekrarlayabilirim. Türkiye ile Rusya’nın bölgedeki menfaatleri ve hedefleri çelişiyor. Rusya Büyükelçisini öldüren —ve eğer varsa öldürten— öznelerin derdi bu mudur bilmiyorum ama bölgede zaten zayıf olan elimiz biraz daha zayıfladı. Rusya’nın eli ise biraz daha güçlendi.
İkincisi, suikastı işleyenin kimliğinden çok, suikast sonrası canlı olarak ele geçirilmemesi manidar. Ahlaksızlar korosunun daha Büyükelçinin bedeni soğumadan suikastçıyı Cemaatçi olarak etiketlemesi de ilave bir delil ki, suikastçının canlı olarak ele geçirilmemesinde kasıt var. Eh, bunu ben bile akıl edebiliyorsam, bütün dünya akıl edebilir. Herkes sorabilir artık, “eğer canlı olarak ele geçirilseydi ne söyleyecekti de bu kadar korkuldu” diye. Sorabilir, o halde soracaktır da… Korkanın korktuğu şeyin ne olduğu hususu belki bir süre esrarını koruyabilir ama korktuğunu artık herkes biliyor. Demek ki korkulacak bir şeyi olduğunu… Türkiye’de bu mesele gargaraya getirilebilir Cemaat yaygaralarının arasında kaynatılıp götürülebilir. Bu kadar ahlaksız bir koro olduktan sonra… Ama ele güne karşı aynı taktik bir işe yaramaz.
***
Neyse…
Ben bildiğim yerlere geleyim.
Dün gece televizyonlarının başında dizi filan seyrederken aniden meseleden haberdar olan milyonlarca kişinin aklından, sizce ne geçmiştir?
İlk anda, eminim, hepsi korkmuştur. Çok korkmuşlardır. Rusya’nın Büyükelçisini öldürmek… “Acaba muadili nedir, neye benzeterek başımıza gelenin büyüklüğünü ölçebiliriz” diye tartmışlardır gayriihtiyari… Meselenin sıkletini tayin edememişlerdir ve fena halde korkmuşlardır.
Sonra, saldırganın Suriye, Halep filan lafları ettiğini öğrendiklerinde, bir “oh olsun” duygusu serinletmiştir yüreklerini büyük çoğunluğun. Bir yandan da, Ankara’nın göbeğinde bir Rusya Büyükelçisi öldürmenin ne ile tartılabileceği konusunda bir işaret sahibi de olmuşlardır. Ancak Halep’te yaşananlara muadil bir iş bu. Demek ki, “öyleyse böyle”. İntikam alındı.
O büyük çoğunluk, yüreklerinden bir “oh olsun” dalgasının geçtiğini uluorta söyleyemezler ama. En azından iki sebeple: (a) Henüz bilmiyorlar bu cinayet başka neleri tetikleyecek ve tetikleyebileceği şeylerin cesametinden korkuyorlar ve (b) neticede cinayet, bizim misafirimiz sayılabilecek bir kişinin bizim evin çocuklarından biri tarafından öldürülmesi —dolayısıyla da pek yakışıklı bir iş değil.
Bundan mesela on yıl önce böyle bir iş işlenmiş olsaydı, televizyonlarının başında olaydan haberdar olan aynı milyonların aklından bambaşka şeyler geçecekti. Bir defa dün gece korktukları kadar korkmayacaklardı. İlaveten, “oh olsun” demek akıllarına bile gelmeyecekti.
Şimdi, sadece o insanlar olmaktan çıkmakla kalmadılar. Aynı zamanda, bir vakitler şimdiki gibi insanlar olmadıklarını hatırlayamayacak kadar sakatlandılar. Hafızaları silindi ve yerine bir tuhaf şey yerleştirildi.
Bu insanları o insanlardan daha çok sevenler var. Eserlerine bakınca, “hah şöyle” diye gerinenler var. Kafataslarının içinde ne taşıdıklarını bilmediğim pislikler. Bilmiyorlar ama, korkuya ve nefrete bu kadar tiryaki edilmiş olan toplumlar tekinsizdir. Kimi idam edecekleri, kimi linç edecekleri hiç belli olmaz.
Belli olan biricik şey var, bu kıvama getirilmiş toplumlar hayatta kalamazlar.