Öğrenmek ve Unutmak
Çocukken, derste deftere yanlış bir şey yazdığımızda, silerdik. Gerçi kâğıt hiç yazılmamış, dolayısıyla da silinmemiş hale gelmezdi ama üzerine yeni bir şey yazdığımızda, artık daha önce yazdığımızın ne olduğunu tespit etmek neredeyse imkânsızlaşırdı. Az önce, şu bir önceki noktadan sonra yazdığımı backspace tuşuyla sildim, cümleye yeniden başladım. O yazdığım “şimdi” kelimesi (cümleye öyle başlamayı düşünmüştüm) hiç yazılmamış gibi oldu. Siz bu metni okurken, nerede neleri yazıp sildiğimi hiç bilmeyeceksiniz ve ben de hiç hatırlamayacağım. Onlar hiç yazılmamış gibiler.
Ama mesela gençken sevgilinize, tuttuğunuz takım mağlup olup cinler tepenize sıçramışken ettiğiniz manasız bir lafı, benzer bir biçimde undo yapamadınız. O lafın açtığı hasarı belki de giderdiniz ama lafı edilmemiş hale getirerek değil. Sevgilinizin gönlünü almak için yaptığınız başka şeylerle…
İnsanın hafızası ders defterlerine veya bilgisayar hafızasına benzemiyor. Yani, diyelim cephede ani ve beklenmedik seslerle alarma geçmeyi öğrenmiş olan bir delikanlı tezkere alıp memleketine döndüğünde, hiç cepheye gitmemiş, ani sesler karşısında alarma geçmeyi öğrenmemiş gibi olmaz hiçbir vakit. Beklenmedik sesler karşısındaki hassasiyeti zamanla aşınır. Birkaç hafta sonra, mutfakta düşen bir cismin çıkardığı sesin bir silah sesi olmadığını öğrenir. Bir bakıma, daha önce öğrenmiş olduğu bir bilgiyi unutur ama bu süreç, öğrenilmiş olan eski bilginin silinmesiyle gerçekleşmez.
İşin biyokimyası çok karmaşık. Ama şöyle özetlersem çok da hata yapmamış olurum zannediyorum: Öğrenirken nöronlar arasında plastik bir takım ilişkiler kurulur ve belirli hücrelerde belirli genlerin ifade edilmesini düzenleyen değişimler vuku bulur. Unuturken nöronlar arasındaki ilişkiler veya genlerdeki değişimler geri alınmaz. Başka nöronlar arasında başka ilişkiler güçlenir ve başka genlerin ifade edilmesini düzenleyen başka değişimler gerçekleşir. Neticede, tıpkı sevgilinizin gönlünü almak için yaptığınız şeyler gibi, durumu kurtarabilirsiniz ama hiçbir şey asla eskisi gibi olmaz.
Hayatta hiçbir şey, hiçbir zaman, olmamış gibi olmaz.
Türkiye hiçbir zaman 1923’ü yaşamamış gibi olmayacak. 1950’yi, 60’ı, 80’i, 96’yı, 2002’yi yaşamamış gibi de olmayacak. Bence mesele, Türkiye’nin yaşadıklarını yaşamamış gibi olamayacak olmasında, bir bilgisayar gibi değil de bir organizma gibi olmasında değil. Bence mesele, Türkiye’de söz söyleme ve toplumu değiştirme gücüne sahip olanların hemen hepsinin, memleketi bir bilgisayar gibi, undo tuşuna basınca şeylerin olmamış gibi olacağı bir mekanizma gibi görüyor olmasında. Toplumun bir bilgisayar gibi reaksiyon göstermemesine çok içerleyip, acısını toplumdan çıkarmasında.
AKP, Türkiye’de uzun sürede yazılmış bir zulüm cümlesine itirazın üstünde iktidara geldi. Toplumun itirazı cümleye idi ve yaşadıklarını unutmak istiyordu. Unutmak. Yani sevgilisinden yeni ayrılmış bir gencin, sevgilisini, onunla yaşadıklarını, onca yaşanmışlığı ve onca yaşanmışlık sırasında edinilmiş ve kaybedilmiş onca şeyi silmek istemesi değildi mesele (yaşayan herkes bunun imkânsız olduğunu zaten bilir), gelinen noktadan başlayarak yeni bir hayat kurmaktı. Yazılmış olan zulüm cümlesinin üstünü çizip, sayfanın başka yerinden başlayarak yeni bir cümle yazmaktı. AKP cümlenin öznesini ve nesnesini sildi ve yerlerini değiştirdi.
***
Giriş imtihanlarında hep çok başarılı oldum ama okullardaki halim vahimdi. ODTÜ’den atıldım, bir daha girdim. Ama yine çaktım. “Ben bu işi beceremeyeceğim, bırakayım” diye düşünüyordum ki, bilgisayarla tanıştım. Bilgisayar çok hoş bir şeydi. Yaptığınız hatayı ortadan kaldırıyordunuz ve… Ortadan kalkıyordu. Olmamış gibi oluyordu. Yolunuza hiç hata yapmamış gibi devam edebiliyordunuz. Bilgisayarı çok sevmiştim. Onunla birlikte olmak istiyordum ama o yıllarda Türkiye’de iki elin parmaklarından daha az bilgisayar vardı. Benim erişebileceğim yegâne bilgisayar da ODTÜ’deydi. Ne pahasına olursa olsun, okumaya karar verdim.
Bir bilgisayarla yaşamak, insanlarla yaşamakla kıyaslanmayacak kadar kolay, ama aradan geçen kırk yıl boyunca tekrar tekrar öğrendim ki, hiç de matah bir şey değil. Öyle ciddi bir meziyet filan gerektirmiyor. İnsana, kazanılması kıymetli şeyler de katmıyor ayrıca.
“Ben bir bilgisayar değilim” deyip duran memlekete “neden değilsin” diye sitem edip, sonra da sanki bilgisayarmış gibi davranmak, işler çığırından çıkınca askeri, polisi, trolleri, medya görünümündeki şeyleri seferber edip sindirmek de maharet gerektirmiyor. Daha önce 1940’larda yapıldığında gerektirmiyordu, 1980’lerde, 28 Şubatta yapıldığında gerektirmiyordu, şimdi de gerektirmiyor.
Acıklı olan yanı şu: Bu seçimde veya bir sonrakinde AKP’nin defteri dürüldüğünde, onun yerini alanlar, memleketin klavyesinde bir undo tuşu arayacaklar. Bulamayacaklar. Eh, faturanın kime çıkacağını/çıkarılacağını tahmin etmek o kadar zor değil.