On Dört Yaşında, Aklı Başında
Oh be, memleketin vasatına yakınsadım.
Gece TRT Türkü’de programın biri, Söğüdün yaprağı narindir narin türküsüyle bitti. Hani şu nakaratı “rastık kaşında / on dört yaşında / aklı başında” olan türkü. Kendimi “ulan subliminal mesaj mı veriyor bunlar” diye düşünürken yakaladım.
Dün dedim, tekrarlayayım: On dört yaşında cinselliğinin —ve dolayısıyla da erkekler üzerindeki gücünün— farkına yeni varmakta olan bir kız, kaşına rastık sürüp artık hayali neye yetiyorsa öyle yapıp erkekleri baştan çıkarmaya uğraşabilir. Bundan hoşlanmayabilirsiniz —ki hak veririm. Bunu engellemeye çalışabilirsiniz —nasıl yaptığınıza bağlı olarak yardımcı bile olabilirim. Mırıldanabilirsiniz. Filan.
Ama ona tecavüz edemezsiniz.
“Aklı başında” filan diye gevelemenin manası yok, edemezsiniz. Nokta.
***
Freud, rivayete göre, “medeniyet denen şey hazzın ertelenmesinin yan ürünüdür” mealinde bir laf etmişti. E, evet öyledir. Sözü edilen haz da, tastamam cinsel hazdır. Canı çekenin, eğer gücü de yetiyorsa, canının çektiğine ve gücünün yettiğine çökebildiği uzun bir dönemi olduğu insanlığın. Hazzı ertelemeye hiç ihtiyaç duymadığı… Tabii olanı da bu zaten.
Demek ki medeniyet, bir anlamda, insanın kendi tabiatıyla mücadelesi. Şimdi küçük kızlara ağzı sulanarak bakmaların meşruiyet kaynağı olarak istihdam edilen İslam da, zaten, apaçık bir biçimde insanın büyük cihadının kendi nefsiyle olduğunu vazederek, tam da bunu söylüyor.
Ama bugün kafanızı bir defa daha İslam’la ütülemeyeceğim. Cinselliğin kontrolüyle ütüleyeceğim.
Freud’un sözünü ettiği hazzın ertelenmesi süreci, kaçınılmaz olarak cinselliğin kontrolünü gerektirir. İnsanlığın en eski mücadelelerinden biri de cinselliğin kontrolü. Uzun süren bu mücadele boyunca muhtelif teknikler geliştirilmiş. Bu teknikler zamanla çeşitlendirilmiş, rafine edilmiş —teferruatını atlayabiliriz. Neticede cinselliğin en yoğun kontrolü —büyük ölçüde herkesin kendisini kontrol etmesine medeni bir kıymet yüklenerek ve bu herkese öğretilerek— 19. Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak gerçekleşmiş.
Ve tabii olarak ancak şehirlerde…
Çünkü kırsalda, ne insanlara “rastgele çiftleşmeyin, insan olmak başka türlüsünü gerektirir”i öğretecek okullar varmış, ne de kanun çıkarsanız onu ihlal edeni yakalayacak imkânlar. Bugün hâlâ, mesela Türkiye gibi ülkelerde bile, cinsel olarak daha muhafazakâr olan şehirliler, köylüler değil. Kırsalda neler oluyor, neler! On dört yaşında ve aklı da başındaysa…
***
Bütün “bunları cinselliğin kontrolü iyidir” manasına söylemiyorum. İyi midir, kötü müdür, bilmiyorum. İlle bir tahminde bulunacak olursam, bu meselenin de bir doz meselesi olduğunu zannettiğimi söyleyebilirim. Ve ilaveten, 19. Yüzyılın ikinci ve 20. Yüzyılın ilk yarısı boyunca tatbik edilen dozun fazla olduğunu düşündüğümü… Ama ben o dozla büyüdüm.
Mesele de zaten cinselliğin kontrolü hakkında konuşmakta. Bunu konuşabiliriz mesela. İyiyse neden iyidir, ne kadarı iyidir, filan. Ama kendini kontrol edemeyenlerin, taze et gördüğünde zıvanadan çıkanların böyle şeyleri konuşmak filan gibi dertleri yok. Onların hasbelkader yakalanmış —ve böylelikle belki birkaç başkasını benzer şeyler yapmaktan alıkoymuş— olanlarını mahpushanelerden salıvermek için gece yarısı operasyonlar düzenleyenlerin de…
Basit bir test: Meclise böyle bir tasarıyı getiren, “ama rıza var” filan diyen, televizyonlarda “İslam’a göre…” filan diye başlayan, artık her nasılsa malum düzenlemeyi müdafaa eden zevatın herhangi birinin on üç yaşındaki kızı, “ben razıyım, bakkal Ahmet’in oğluna gönül verdim” dese… Seyreyleyin kıyameti. Aslında yaptığı iş özünde cinselliğin kontrolüne —en azından kontrolün mevcut haline— itiraz etmek olan zevat, kendi kızlarının cinselliğinin en zalim polisi, hepimiz biliyoruz.
Hiçbiri ciddiye alınacak mahlûkat değil ama neylersiniz ki yaşadığımız ülkeyi onlar biçimlendiriyor.