Ortadoğulu Olmak
90’ların sonunda din, neredeyse bütün dünyada, yeniden itibar kazanmaya başlamış, Fransa gibi en beklenmeyecek yerlerde bile politikaya dönmüştü. Bizim kadın eli sıkmayan kaymakamları derstest etme perdelerinin arkasında hazineyi soymak gibi mühim işlerimiz olduğundan pek katılmadık ama başkaları meseleyi ciddi ciddi tartışmayı tercih ettiler. François Mitterand’ın danışmanlarından Régis Debray, bu hususlarda yazdığı ve bence pek de derin olmayan bir yazının sonlarında, “Günümüzde, cehaletin en büyük müttefiki, müreffeh liberal toplumlarımızın manevi anlamda kof ekonomizmidir” demişti.
Cehalet ile arasında bir ilişki kurmanın elzem olup olmadığını bilmem ama olur olmaz her şeyi getirip gelir seviyesine bağlamanın, ortalama gelir seviyesinin yükselmesiyle her şeyin yoluna gireceği kanaatinin sığlığı, tarih boyunca defalarca ispatlanmıştı zaten. 90’larda olan, sadece bir vaka daha idi. Şimdi, Avrupa’nın dört bir yanından kopup Mezopotamya’ya düşen gencecik insanlar, bence yine, sadece bir vaka daha.
Tarihi ölenler yazmaz. Ölmeye böyle gönüllü yazılanlar da yazmaz. Tarihi hayatta kalanlar yazar. Dolayısıyla, refahtan azımsanmayacak bir hisse almış olmakla kanmayan, hayatlarına bir anlam katmak için ölmeye koşan bu çocukların tarihte hiçbir yeri olmayacak. Öldürecekler ve sebepsiz cinayetlerinin ağırlığı altında ezilecekler. Nihayetinde ölecekler ve manasız ölecek olmaları insanın içini acıtıyor. Ama neticede, izleri kalmayacak.
Ama ölmeye böyle koşmalarının bir manası var. Bize söylediği, söylemesi gereken çok şey var. Biri de, Debray’in de yıllar önce işaret ettiği gibi, müreffeh liberal toplumların kavramsal arkaplanının artık iş görmeyecek kadar eskimiş ve aşınmış olduğu.
Birileri bize, kıçımızı Ortadoğu’ya dönüp, müreffeh liberal toplumlara doğru hızla seyretmemiz gerektiğini söylüyor. Ve fakat, bizim hedefimize konan o toplumların gençleri, bizim üzerimizden geçerek, Ortadoğu bataklığına (!) koşuyor.
Bu Ortadoğu bataklığı tabirini, yanlış hatırlamıyorsam Ertuğrul Özkök, ta 90’larda da kullanıyordu. Bu defa diline doladığında, Kılıçdaroğlu da koroya katılınca, herhalde çok tatmin olmuştur. Ama elbette işte o kadar. Ettiği lafın zerre kadar manası olmaması dert olmayabilirdi —çünkü zaten nadiren manası olan bir laf ederek onlarca yıldır yazıp duruyor. Ama bu defa onun tatmin olmasının yüklü bir faturası, ettiği lafın manasızlığının acıtıcı bir yanı var.
Türkiye’yi tutup Hollanda ile Belçika’nın arasında bir yere yerleştirme şansımız yok. Türkiye bir Ortadoğu ülkesi. Siz gözlerinizi kapatınca güneş ışımaktan caymıyor, sadece kendinize karanlık yapıyorsunuz ya o misal, siz Ortadoğu’yu görmezden geldiğinizde de sadece siz görmüyorsunuz. Ortadoğu’daki diken sizin ayağınıza batmaktan geri durmuyor.
Kaldı ki Ortadoğu, müreffeh liberal toplumların bugün çok derinden hissettiği yoksunluğa çare olabilecek bir yığın kavramın da anavatanı. Bugün ölmeye en çok gönüllü olanların tadat alanına dönmüş olmasına bakmayın, hayatın —üstelik yoksul bile olunsa— kutsandığı coğrafya Ortadoğu. Hayatı, her nasıl olursa olsun biçimsiz bulmayanların toprağı.
Ortadoğu’yu, başka birçok şeyin yanı sıra onu da biçimsiz bulanlar bir kan gölüne, bir bataklığa dönüştürdüler. Ona biçim vermek isteyenler yani… Yani Özkök’ün imrenerek yüzümüzü dönmemizi istediği coğrafyanın insanları… Şimdi de, o muntazam, biçim verilmiş ülkelerin biçimsiz çocukları, bilinçaltlarında kendilerini bu kadar umarsız yapan medeniyetin kodlarıyla, Ortadoğu’yu biçimlendirme uğruna ölmeye geliyorlar işte.
Yanlış anlaşılmak kaderde var, dert değil. Ama yine de, âlemi biçimsiz bulup ona bir biçim verme şehvetiyle —başta kendi coğrafyaları olmak üzere— bütün dünyayı kan gölüne döndüren Avrupalıların yapıp ettiklerini azımsıyor olmadığımı söyleyeyim. Çok mühim işler işlediler ve dünyayı zenginleştirdiler. Şimdi, zengin olduktan sonra zenginliğe burun kıvırmak kolay. Eğer yüz yıl önceki şartlara maruz olsaydık, zenginleşmeyi bu kadar hafife alamazdık.
Ama yüz yıl önceki şartlara maruz değiliz. Bunu da, neredeyse bütünüyle Avrupalılara borçluyuz. Demek ki Avrupalılar işlerini yaptılar. İyi yaptılar. Ama artık onların iyi yapmayı bildikleri şeylere pek de ihtiyacımız kalmadı. Artık zenginiz ve başka şeylere ihtiyacımız var. Mesela hayatımıza bir mana vermek gibi şeylere… Başkalarını öldürmeden ve kendimiz ölmeye gönüllü olmadan hayata bir mana vermek gibi şeylere…
Artık yeni bir kavram haritasına ihtiyacımız var. Yeni kavramlara ihtiyacımız var. O kavramların hammaddelerini Ortadoğu’nun moloz yığınlarının altından çıkarabiliriz. Binlerce yıl boyunca Ortadoğu’da üretilmiş olanları bugünün ihtiyaçlarına uygun bir biçimde yeniden işleyerek, insanlığın bugünkü sıkıntılarına uygun merhemler imal edilebilir.
Ortadoğulu olmak, Ortadoğu’ya komşu olmak bir zaaf, bir dezavantaj değil.