Piyon
Guareschi, Don Camillo ciltlerinin birinin önsözünde, yazmayı tasarladığı bir hikâyeden söz etmişti. Peppone bir mitingde konuşurken, Don Camillo kiraladığı bir ilaçlama uçağından miting meydanına propaganda broşürleri atıyor, sinirlenen Peppone tüfeğini uçağa doğrultup ateş etmeye niyetleniyordu. Guareschi, kendi ifadesine göre, “bu kadarı da fazla” demiş, hikâyeyi yazmaktan caymıştı. Ama bir süre sonra benzer bir olay vuku bulmuş, aşağıdan uçağa ateş etmeye niyetlenmekle de kalınmamış, sahiden ateş açılmıştı. Guareschi bu anısını anlattıktan sonra, “gerçek bazen düşü geçer” diye bağlamıştı.
Amerikan seçimlerinden sonra Amerikalıların ve dünyanın halini görünce, “şimdi Californialılar ‘ABD’den ayrılalım’ kampanyası başlatmalılar ki” diye geçirdim içimden gülümseyerek. Sonra, “Başkanı seçecek olan delegelerin Trump’ı satması ve Hillary’i başkan seçmesi konusunda hayaller kurmalılar ki” diye düşündüm. Öte tarafta ırkçıların zemberekleri boşalır da zencilere ve Müslümanlara karşı taciz hareketleri başlar mı acaba diye sordum kendi kendime. Amerika’da protesto hareketleri başlar, polisle protestocular karşı karşıya gelir mi diye düşündüm.
Sonra “yok artık” dedim.
Dememeliymişim.
***
Amerika’nın halleri ile Türkiye’nin halleri arasında fazla zorlama benzerlikler kuruluyor. Öte yandan, hiç zorlamaya müracaat etmeden de kurulabilecek benzerliklerin olmadığını ispatlayabilmek için zorlama tarihler yazılıyor.
İşte görülüyor ki, Amerika’da da, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, kendi istediği —veya en azından kendi değerlerine cepheden saldırmayacak— kişiler seçildikçe sisteme hiç itiraz etmeyen birileri, çok gürültü koparabilecek kudrete sahip birileri, işler istemedikleri gibi gelişince, “ayrılalım”, “engelleyin” filan diye parazit yapmaya başlayabiliyorlar. Ve yine tıpkı Türkiye’de olduğu gibi birileri, Amerika’yı yeniden büyük yapmanın yolunun, Amerika’ya muhtemelen kendilerinden daha çok değer katan başka Amerikalıları taciz etmekten, hayatlarından bezdirmekten, susturmaktan geçtiğini düşünebiliyorlar.
Herkese kolay gele…
***
Trump, kendisinden önceki ABD Başkanları gibi, bir yığın aktör tarafından denetlenecek. Türkiye’deki muadili gibi keyfi davranma şansı olmayacak. Keyfine göre terör ve terörist tanımı yapamayacak mesela ve Amerika’nın Aslı Erdoğanlarını filan içeri attıramayacak.
Öte yandan Trump’ın, mesela Reagan’dan daha çılgın biri olduğunu düşünmek için bir sebep de yok. Ronald ve Nancy, sabah odalarından çıkmadan yıldızlarının durumuna bakıp, gün boyu ona göre davranan insanlardı —kendileri söylemişlerdi. Trump’ın oğul Bush’tan daha zararlı biri olacağının garantisi de yok.
Mesele şahısta/şahıslarda değil yani. Bundan sonra ne olacağı Trump’a bakılarak tahmin edilemez.
Nereye bakarak tahmin edilebilir?
Amerikan politikası nereden zuhur edecekse oraya. Yani (a) Trump’ın seçilmesine yol açan Amerika sosyolojisine, (b) Cumhuriyetçi Partiye ve (c) Amerikan derin devletine… Trump’ın ne yapacağına —mesela Meksika sınırına duvar örüp örmeyeceğine— Trump karar vermeyecek, bu üç aktör istikameti tayin edecek.
***
Trump’ı seçen kitlelerin, Amerikan dış politikası hakkında kafasının karışık olduğu söyleniyor. Bir yandan “bize ne Ortadoğu’da neler olup bittiğinden, biz Amerika’nın içine bakalım” diye düşünüyorlar. Düşünüyorlar mı? Düşünüyorlar. Ama öte yandan, “eğer bu Müslümanlar bire kadar kırılmazsa bize kendi yurdumuzda rahat yok” diye de düşünüyorlar. Bush’u seçen kitleler de aynı kitlelerdi ve tastamam aynı ruh durumuna sahiplerdi. Netice, malum ve meşum önleyici caydırıcılık doktrini oldu. Hatırlayan var mı? Bush doktrininin özü, tastamam, “kendi yurdumuzda kendi işlerimizle meşgul olarak yaşamayı sürdürebilmek için, bize düşmanlık yapma ihtimali olan her unsura karşı, hak, adalet, insanlık ve saire gibi kavramlarla kendimizi kısıtlı hissetmeden, her bir haltı yiyebilmeliyiz” idi.
O dönemde Bush’un ahlakdışı işlerine itiraz edebilen Amerikalı var idiyse, sesleri pek çıkamıyordu. Şimdi Amerika’nın muhalefetinden daha fazlasını beklemek safdillik olur. Evet, görünen o ki Trump, sadece Cumhuriyetçi Partinin muhaliflerinden değil, kendi partisinden de yoğun ve kırıcı bir muhalefetle karşı karşıya kalacak. Ama o muhalefet ne kadar yaygın, ne kadar derin, ne kadar çeşitli oluşa olsun, Bush Doktrini v. 2.0 karşısında pek de müessir olamayacak.
Cumhuriyetçi Partinin “yahu bugün hem bizim başımızı hem de dünyanın başını belaya sokan her ne varsa hepsi Bush Doktrininden, yani bizim halt yememizden oldu” diyebileceğine, geri vitese takabileceğine dair bir işaret var mı? Varsa ben görmüyorum. Benim gördüğüm tablo şu: IŞİD filan, Cumhuriyetçi politikacıların yapıp etmeyi pek sevdikleri işler için kâfi bahane sunacak. Bu süreçte ABD NATO’yu —biraz da “çok da umurumuzda değilsiniz” tehditleriyle— iyiden iyiye güdümüne alarak, dünyanın ırzına geçmenin temel enstrümanı olarak kullanacak.
Ve dikkat isterim, Bush’un elinde var olmayan, daha önce Reagan’ın tepe tepe kullandığı şahane bir düşman daha var: Rusya. Rusya Amerika’nın öteki olmaya teşne mi? Teşne. NATO Rusya için kıymetli bir sembol mü? Öyle. Bu şartlar altında NATO’nun olduğu şey gibi kalması, bence imkânsız. NATO adını bıkıncaya kadar duyacağız diye düşünüyorum. Dünyanın yeni politik haritasının bütün yolları kısa bir süre sonra NATO’ya çıkmaya başlarsa şaşırtıcı olmayacak.
ABD ekonomisinde işler yolunda gitmiyor. Bundan böyle daha da yolundan çıkacak, çünkü Cumhuriyetçi ideolojinin mevcut işsizliğe de, düşük büyümeye de çözüm üretme şansı sıfır. Ancak yeniden canlanan bir savaş ekonomisi ABD ekonomisinde nispi ve kısmi bir iyileşme sağlayabilir. Dolayısıyla, sosyoloji ile Cumhuriyetçi ideolojinin üzerinde kolaylıkla mutabık kalabileceği şey, Ortadoğu’da kıyamet manasına gelecek bir Bush Doktrini v. 2.0 olacaktır. Bu yüzden diyorum ki, Türkiye’nin bir süredir yürütmeye çalıştığı “ne Amerika ne Rusya, hem Amerika hem Rusya” politikasının birkaç ay bile vadesi yok. Hem Washington’dan ve hem de Moskova’dan yakında Erdoğan’a diyecekler ki —bir vakit onun kuşandığı kibri kuşanarak— “bitaraf olan bertaraf olur”.
Ve herhalde şu hususta da mutabıkız, bizim bulunduğumuz şartlarda, bitaraf olmamak, taraf olmak da çözüm olmayacak.
***
Bu hikâyenin içinde —en azından buraya kadar— Amerikan derin devleti yok. Yok, çünkü nasıl davranacağını, hangi kırmızıçizgilere sahip olduğunu bilmiyorum. Hissiyatım da hiç iyi değil. ABD bölgede Türkiye’yi Rusya’nın kucağına iteleyecek, bu amaçla gerekirse NATO’dan çıkmasını sağlayıp sonra da NATO’dan çıkmayı bahane edecek, Kürdistan’ın kurulmasını sağlayacak, Kürdistan’ın hisselerini İsrail ve İran arasında paylaştıracak… Rusya bölgede bir piyon kazanmış olacak ama o piyon —yani biz— olağanüstü hiçleştirilmiş olacak. Yani herkes kazanacak. Biz hariç.