Popülizm

Rıdvan Dilmen Erdoğan için “parkasız Deniz Gezmiş” dedi malumunuz ve…

Memleketin dört bir yanından ses geldi. Kırk farklı ses… Mesela Cem Küçük denen şey, kendisinden beklenemeyecek kadar rafine bir cümle kurup, “Deniz Gezmiş 9 Mart darbecilerinin ve dolayısıyla emperyalistlerin yedek lastiğidir” demiş. 9 Mart, emperyalizm, yedek lastik, filan tartışacak değilim. İşaret etmek istediğim şey, mesela 9 Mart’a karşı olanların kendi içlerinde nasıl çeşitlendikleri, darbelere karşı olanların ne kadar geniş bir yelpazeye yayılabileceği, Deniz Gezmiş’e ne kadar uzak noktalardan sempati duyulabileceği ve saire…

Ortada kocaman bir havuz var. Havuzda mesela komünizm, kapitalim filan gibi kavramlar, Deniz Gezmiş, Erdoğan filan gibi şahıslar, 9 Mart, 12 Eylül filan gibi vakalar ve daha neler var. Mesela parka, kravat, başörtüsü gibi kıyafet veya aksesuarlar var. ABD, Türkiye filan gibi ülkeler, Koç, Sabancı gibi sermaye gruplarının yanında Ülker gibiler ve KOBİ’ler var. Dikey mimari, yatay mimari var. Müslümanlık, Hıristiyanlık, dinsizlik var. Var oğlu var. Her birimiz, bu havuzdan muhtelif unsurları bir araya getirerek, kendimize yakışan —bize yakıştığını düşündüğümüz— bir ben inşa etmeye çalışıyoruz.

Havuzda mevcut olduğunu bildiğimiz herhangi bir unsur, mesela Müslümanlık hakkındaki malumatımız eksik ki, havuzda neler olduğu hakkında malumatımızın eksikliğinin boyutunu siz düşünün. Kaldı ki Müslümanlık dediğimiz şeyin de sayısız farklı tezahürü var, o da kendi başına bir havuz zaten.

Sonra birileri, ders kitaplarında bilginin adım adım, tuğla tuğla örüldüğü bilgisini görüp bu metodolojiyle büyülenmiş olanlar, havuzdaki unsurlar arasından kendilerince bir seçim yapıp, akılları sıra birbiriyle çelişmediğini varsaydıkları unsurlardan bir duvar örüyor ve “duvar budur” diyorlar. The duvar.

Diğer herkes de az çok aynı şeyi yapıyor hâlbuki. Hemen hemen aynı metodolojiyle, havuzdaki unsurlar arasından, kendilerince çelişmez unsurları bir araya getirip… Rıdvan Dilmen mesela… Hem gençliğinde Deniz Gezmiş’e sempati duymuş, hem şimdi Erdoğan’dan neler neler ümit ediyor. Parkayı çıkarıp antiemperyalizmi tutkal olarak kullanıyor. Bingo!

Cem Küçük ise, Dilmen’in yaptığı tablo işine gelmediğinden, Deniz Gezmiş’i oradan çıkarabilmek için darbeyi, 9 Mart’ı cımbız olarak istihdam ediyor. Antiemperyalizm şirketinde Küçük’ün Erdoğan’ının hissedarı kalmayıveriyor. Tekel muhafaza edilmeli, yoksa maazallah…

Başkaları ise, mesela tekeli o kadar da önemsemeyebilirler. Hatta tekelleri hiç istemeyebilirler. Onların aralarından bazıları ortağın Deniz Gezmiş olmasını içlerine sindiremeyebilir, mesela filanca şeyhi veya bir Filistin kahramanını onun yerine ikame etmeye çalışabilirler. Şeyhle birlikte İslam, kahraman ile birlikte Filistin de denkleme girmiş olur.

Hepimiz böyle yapıyoruz ve ortaya, ne kadar insan varsa o kadar denklem çıkıyor. Hatta daha fazlası, çünkü her birimiz, kendimizi, durmadan yeniden yapıyoruz.

İnsanlık 101 seviyesindeki bu girişi yapmamı bağışlayın. Meseleyi popülizme getireceğim, ihtiyaç vardı.

Bu kadar çeşitliyiz. Herhangi birimize tıpatıp uyacak herhangi bir ürün yok. Bir ceket almaya kalksak da, bir otomobil almaya kalksak da, tam da bizim için tasarlanmış bir ürün bulmamız mümkün değil. Tam da bize uygun bir siyaset de yok. Size göresi yok, bana göresi yok ama bu hal, sizi ve beni umursamadıklarından kaynaklanmıyor. Çünkü bizatihi ürünü üretenlerin kendilerine göresi de yok.

Ford kitle üretim mantığını otomobil imalatına uygulayıp Model T’yi ürettiğinde, şehir efsanesine inanacak olursak, “müşteri istediği rengi tercih edebilir, siyah olmak kaydıyla” demiş. Eh bugün, yüz küsur yıl sonra, Ford’un izinden gidenler, Model T’den de, birbirinden de çok farklı renk ve modellerde bir yığın farklı otomobil üretiyor. Ama hâlâ “tam da bize göre” olanı yok. Bilgisayar başta olmak üzere bazı sektörlerde “tam da size göre” iddiasıyla bir şeyler yapıldı ama hiçbiri tam da bize göre değildi. Teorik olarak olacak iş değil.

Zaten şart da değil.

Çünkü Marks, meseleyi baştan çözmüştü. İnsanlar —dolayısıyla da toplumlar— gerçekçidir. Mümkün olanların arasından tercih yapar. Televizyon ekranlarında şahane kadınlar görse de, neticede komşu kızına âşık olur.

Meselenin kalanını da ben çözdüm. İnsanların oynadığı oyun (game), tabiata veya bir kavramsal sert gerçekliğe karşı değil, birbirlerine karşıdır. Yani mesela BMW’ye bir mana yüklersiniz. BMW havuzda bir yer edinir. Siz o manayı yüklediğiniz için birileri BMW’ye yönelir. Arkasından Audi, vites koluna tespih takılmış, direksiyonunda açık yakasından kıllı göğsü görünen biri oturan bir reklam yapar. Anlarsınız ki o araç BMW’dir. Sizin için BMW’nin manası değişir. Sizin hoşunuza gitmeyen insanların tercih etmesi, BMW’nin sizin için taşıdığı manayı değiştirir.

Yani?

Mümkün olanların arasından tercih yaparken, aralarında tercih yapmak durumunda olduğunuz havuz unsurlarının herhangi birinin kendiliğinden, taşa yazılı, sabit bir kıymeti yok. Hepsi, her an yeniden fiyat biçildikleri bir borsaya kote edilmiş haldeler. Deniz Gezmiş ile yan yana geldiğinde birileri için Erdoğan’ın değeri düşüyor, başkaları için yükseliyor. Ama bu, işin sadece bir yanı. Öte yanında, mesela Dilmen veya Küçük’ün neyi tercih ettikleri de sizin tercihinizi etkiliyor.

Bu şartlar altında…

Popülasyon sonsuz bir çeşitlilikten ve durmaksızın çeşitlilik üreten dinamikler altında hızlı bir değişimden mamul bir şey. O halde popülizm de, tanımı icabı, bu çeşitliliğe ve değişime uyum göstermeyi ihtiva etmeli.

Ediyor zaten.

Mevcut siyaset şartlarında popülizm olarak adlandırılan ve yargılanan şey, popülasyonun çeşitliliğini barındırmayan bir şey. Hitler popülist filan değildi. Almanlar, Avrupalı toplumlar arasında Yahudi düşmanlığı en yoğun olan toplum da değildi. Hitler Alman toplumunda Hitler ortaya çıkmadan önce de zaten yaygın olan bir takım hassasiyetler üzerinde yükselmedi. Alman toplumunun merkezi/planlamacı hassasiyetini istismar edip, zaten bir Kayser/önder tarafından yönetilmek ihtiyacından yeterince uzaklaşamamış olmayı kullanarak iş başına geldi ve toplumu dönüştürdü.

Yani halka, halkın değerlerine itibar edip onları siyasallaştırarak, halkın talep ve beklentilerine hassasiyet göstererek hüküm sürmedi. Halkı kendisinin Aydınlanmacı projesine uydurdu. Halkın çeşitliliğini tekbiçimliliğe dönüştürdü.

Bugün popülizmi yargılayanların hemen hepsi, az çok Hitler lezzetine sahipler. Referansları kendileri ve halkın yanlış tercihler yaptığı/yapacağı —dolayısıyla kendileri tarafından yönetilmesi gerektiği— kanaatine sahipler. Deniz Gezmiş devrimci miydi? Kendisine sorsanız öyleydi. Halkı ayaklandırıp devrim yapacaktı. Sonra? Elbette direksiyon, ayaklanıp başındakileri deviren halka bırakılmayacaktı. O halkın hangi istikamette yol alması gerektiğini Deniz Gezmişler filan biliyorlardı. Başkaları da biliyorlardı ve birbirleri ile dövüşüp… Kim kazanırsa halkı o biçimlendirecekti.

Deniz Gezmişlere efsane muamelesi yapanların hiçbiri popülist değil. Kararların halka bırakılmaması gerektiği hususunda hepsi mutabık. Ve bu hususta Erdoğan’la da mutabıklar. Batı demokrasilerinin pek çoğu, Merkez Bankaları marifetiyle iktisadı mesela, siyasetin —yani halkın— denetiminden kaçırdılar. 1980’ler sonrasında Türkiye’de hızla yaygınlaşan benzer kurumlar vasıtasıyla siyasetin alanı giderek daraltılıp, uzmanlık kisvesi altında, denetlenemez kesimlere alan açıldı. Bugün dünyanın dört bir yanında patlayıcı bir mahiyet kazanan enerji, bu süreçte birikti. Sıkıntı demokrasiden kaynaklanmıyor, demokrasinin alanının uzmanlık ve saire kavramların itibarından istifade daraltılmasından kaynaklanıyor. Temsil ile yönetim arasındaki dengenin, artan bir hızla ve sorumsuzca yönetim lehine bozulmasından kaynaklanıyor.

Neticede, zamanla, özel bir seçkin kesim zuhur etti. Onların halkın hassasiyetlerine bigâne kalmasının faturasının zamana yayılmasının —faturayı kendilerinin ödememesinin— şartları da inşa edildi. Onlar, mesela Özelleştirme Kurulunun özerk, siyasetten bağımsız, uzman bir kurul olmasının elzem olduğu fikrini pazarladılar. Sonra da “halk buna onay verdi” deyip, kendi kararlarını hayata geçirdiler ve saire… Yani, uzun süredir kullandığım tabirle, siyaset ile toplum arasındaki hava yastığı giderek kalınlaştı. Sosyolojideki değişimlerin, aradaki hava yastığını aşıp siyasete erişmesi giderek zorlaştı.

Birileri, bu halin yol açtığı gerilimleri istismar ediyor. “Biz yönetseydik memleket nasıl iyi halde olacaktı” diyen züppeler, mesela Celal Şengörler filan, aslında sistemin popülizmden uzaklaşmasından kaynaklanan sıkıntıları, popülizme, demokrasiye fatura ediyor.

Almanlara kalsaydı, Yahudilere yaptıklarını yapmazlardı. Almanlara kalmadı. Hitler ve çetesine kaldı. Onların akıllarına göre son derece akıllıca bir işti yaptıkları iş. İşin kendisi ne kadar akıllıcaydı bilemem ama işi yapış tarzları, insanın kanını donduracak kadar akılcı, rasyonel idi. İnanmayan Nürnberg kayıtlarını araştırabilir.

***

Demokrasiyi bir siyasi teknoloji, siyaseti de bir karar mekanizması olarak görenler, Platonik bir kafayla “en doğru karar” diye bir şeylerin mevcut olduğunu —karar verme süreçlerinin karşılıklı hamlelerden zuhur eden bir oyunun unsurları olmadığını— zanneden Aydınlanmacı kafalar, dünyayı getirdikleri uçurum kenarında, “ama demokrasiyle olmuyor, demokrasi popülistlerin eline geçiyor” filan diye yaygara koparıyorlar.

Demokrasi hakkında Akşam’da yazdıklarımı tekrarlayayım:

Siyaset, toplumu değiştirmek için yapılır, problemleri çözmek için değil. İmrendiğiniz toplumlar problemlerini çözdükleri için olgunlaşmış değiller, olgunlaşageldikleri için problemlerini çözebiliyorlar. Bir vakitler bir propaganda filminde, kıyamadığı çocuğunun yerine Metin Akpınar’ın aşı olması gibi, milleti çok sevdiği için onun yerine problemleri çözüveren (!) Evren’ler filan atılıvermeseydi ortaya, Türkiye bugün daha olgun bir Türkiye olacaktı. Kürt meselesi de şimdikinden çok başka türlü bir mesele olacaktı.

“Neticeten demokrasi, pek sevilen klişeyle daha iyisi bilinemediği için katlanılan rejim değildir, toplumun olgunlaşmasını sağlayan biricik rejimdir. Çözüm üretmez, problemlerini çözebilen toplumlar üretir. Bu yüzden kıymetlidir.”

Bence artık kenara çekilin. Malın sahibi geldi ve kendisi hakkındaki kararları kendisi verecek. Eğer oyunda kalmak istiyorsanız, popülist olun. Oyundaki oyunculardan biri olmayı, hakikatin tekeline sahip olmadığınızı filan kabul edin. Erdoğan filan gibiler halkın eseri değil, sizin eseriniz.

Önce bunları öğrenin. Sonrasına bakarız.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin