Proje Okullar
Malum zat, Proje okulların sayısının artırılmasını istemiş (http://www.hurriyet.com.tr/erdogandan-yeni-talimat-proje-okulda-eski-sisteme-donulsun-40640163). “Burada eski sistemin daha iyi olduğunu düşünüyorum” demiş. Yani 5. Sınıftan itibaren bu okullara girilmesinin ve lise sona kadar aynı okulda okunmasının daha iyi olduğunu düşünüyormuş.
Düşünen zat, bildiğiniz gibi dün, âlemin gözünün içine baka baka, “FETO’nun (öyle dedi) illegal örgüt olduğunu ilan etmiştim. Hatta 2010’dan itibaren meydanlarda hep söyledim, FETÖ dedim, kimse bahane uydurmasın, ‘çocuklarınızı bunların okullarından alın, bunların bankasında, bankalarında, paralarınız varsa paralarınızı alın’ dedim” dedi (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/862946/Erdogan__2010_dan_beri_uyariyorum__dedi_ama_arsiv_oyle_soylemiyor.html).
Bunları söylerken yüzü zerre kadar kızarmadı. Utanmazlığın bu seviyesi karşısında, dehşetli bir çaresizlik hissediyor insan.
Bunların dini nasıl bir dinse, Allah’ları nasıl bir Allah ise, kadınları kızları başlarını örtünce her bir yükümlülükten kurtuluyorlar. Kadınlar örtünmüşse —bildiğimiz bütün dinlerce yasak olan— yalan söylemek mesela, suç olmaktan, günah olmaktan çıkıyor bunların dininde. Ama bunlar gümbür gümbür yalan söylerken birileri bunlara “yalan söylüyorsunuz” derse, bunların dini ve Allah’ı, o “yalan söylüyorsunuz” diyenin üzerine toplarıyla, tüfekleriyle gitmelerine cevaz veriyor.
Bunlar, ilaveten, kendilerine “yalan söylüyorsunuz” diyen biri ile eşit şartlarda mücadele edebilecek vasıflara da sahip değiller. Meclisteki temsilcileri, orada burada yazıp çizenler, televizyonlarda konuşanlar, herhangi bir eşit mücadeleye girmeye teşebbüs ediyor da değiller. Hep birlikte havlayarak, devletin polisini, savcısını, yargıcını kendileri ile birlikte havlatarak ancak netice alabiliyorlar. Dinleri bu kadar ilkel olanlardan daha yüksek performans beklemek adil de değil elbette. Ancak bu kadarını yapabilirler —çeteleşip havlayarak bir soysuzun koltuğunu muhafaza edebilirler.
Ama herhangi bir muarızları ile eşit şartlarda rekabet edemeyen bu köpek sürüsü, bir de emperyalizmin oyununu bozmak filan gibi devasa misyonlardan söz etmiyor mu… Ne diyeceksiniz?
Üstelik dahası da var. Diyelim ki Cemaat’in illegal bir örgüt olduğunu gördün —ki gördüğünden şüphem yok, ama hiçbir yerde bunu söylemedin, meydanlarda söylemek nerede, korkudan altına edip duruyordun. Hatta yalanını yiyelim, meydanlarda da demiş ol. Sen Başbakanlık koltuğunda oturuyordun ulan. Senin işin “bunların okullarına çocuklarınızı göndermeyin, paralarınızı bankalarına yatırmayın” demekten ibaret mi? Bunları demiş olsaydın, mesuliyetini yerine getirmiş mi olacaktın? Neden kapatmadın o okulları, bankaları? O okulların, bankaların faaliyet göstermesinden mesul olan kim? Kim ulan kim? Sana soruyorum hayâsız şey, size soruyorum bu şeyden peygamber çıkaran hayâsız şeyler çetesi, o okulların, bankaların faaliyet göstermesinin hesabını kime soracağız? Kime?
Neyse…
Ben düşünen zatın düşündüğü mevzua, proje okullara geleyim.
Önce iki tespit yapmam lazım.
Birincisi, ta 1989’dan beri bir biçimde kendileri ile birlikte çalışmak zorunda kaldığım eğitimci/öğretmen taifesi hakkında bir gözlem. Bu zevat, eğitime dair her bir hususta kendilerinin, sadece kendilerinin karar verici olmasını, başka kimsenin mevzu hakkında herhangi bir şey söylememesini istiyorlar. Eğitim sisteminde kararları destekleyecek bir Bilgi Sistemi mi kurulması lazım, Bilgisayar eğitimi veren bir öğretmen yapmalı o işi. Okulların yönetilmesi mi lazım, Eğitim Yönetimi konusunda birkaç ders almış herhangi bir öğretmen yapmalı. Yani herkesin Eğitim Bilimleri dedikleri şeye kayıtsız şartsız saygı duymasını talep ediyorlar ama mesela Bilgisayar Bilimleri veya Yönetim Bilimleri gibi branşlara —kendi aldıkları eğitim dışındaki her şeye— son derece saygısızlar. Başarısızlık paçalarından akıyor ama Bakan da, Müsteşar da, her bir bürokrat da, okullardaki müstahdem hariç herkes eğitimci olsun istiyorlar. Öyle olmuyor değil, zaten öyle oluyor, çünkü dehşet ölçüde çirkefler. Öyle olmaması halinde her şeyi sabote ediyorlar. Bunu yazın bir kenara…
İkincisi, Proje Okullar hakkında bir gözlem. Proje Okullar fikrinin öncesi var. MEB bir tarihte —hangi sebeple olduğunu bilmiyorum— okul türlerini azaltmaya karar vermiş ve bu kapsamda olmak üzere bütün normal liseler Anadolu Lisesi statüsüne alınmış. Zaten sayıları olağanüstü artmış olan ve herhangi bir ayırıcı vasıfları kalmamış olan Anadolu Liseleri, böylece, resmen ortadan kalkmış. Her lise Anadolu Lisesi ise, artık Anadolu Lisesi denebilecek farklı bir lise kalmamış oluyor. Lakin —geçen gün de dedim— siz “bütün liseler eşittir” dediğinizde bütün liseler eşit olmuyor. Ahali bazı liseleri diğerlerinden daha yoğun bir biçimde talep ediyor ve onlar diğerlerinden daha nitelikli oluyor.
Böyle —diğerlerinden daha çok talep edilen, daha nitelikli— liseler olmalı mı? Bilmem. Ama oluyor. Eh, eğer ne yapsanız böyle liseler oluyorsa, onların sahiden daha nitelikli olması, toplumsal açıdan daha iyi olabilir. Ama MEB’in kendi liselerinin arasında birilerine diğerlerinden daha müşfik davranma kabiliyeti de, tarih gösteriyor ki, pek yok. “O halde bazı liseleri seçelim, onları hafifçe MEB’in yönetiminin dışına çıkaralım, mümkünse kendi mezunlarının okul yönetimine katılmasını sağlayalım, onlar da kendi performansları oranında okullarına değer katsınlar” gibi flu bir fikrin ürünüydü Proje Okullar, benim bildiğim kadarıyla. Yine bildiğim kadarıyla, en iyi bildiği şey direnmek ve bertaraf etmek olan MEB bürokrasisi, kısa süre içinde, zaten oldukça flu olan bu fikri de iğdiş etti. Manasız, fikirsiz bir şey kaldı geriye.
Bildiğim kadarıyla, Proje Okullar denen okulların, diğerlerinden herhangi bir farkı yok. İlaveten, yine bildiğim kadarıyla, Proje Okul olarak tespit edilen okulların ahalinin kıymet verdiği okullarla da bir alakası yok. Bazı okulların mezunlarının, kendi mezun oldukları okullar hakkında, diğer okul mezunlarından daha yüksek bir hassasiyeti var mesela. Eğer değerlendirilebilirse iyi bir kaynak olabilecek olan bu hassasiyetler de pek müessir olmadı Proje Okular listesinin oluşmasında. Nasıl oluştu liste? Öyle işte…
Doğru anlıyorsam, hâlihazırda iki yüzden fazla Proje Okul var. Düşünen zatın talebi doğrultusunda sayıları artırılırsa, birkaç yıla kalmadan bütün liseler Proje Okul olur, vasatlık ve vasıfsızlık zaferini ilan eder, eğitim sistemimiz düşünen zatın vasatlığı ve vasıfsızlığı seviyesinde donar. Memleketin, bana kalırsa 20-30 civarında seçkin/imtiyazlı okula ihtiyacı var. O okulların hangileri olacağı konusunda merkezi tercihlerin herhangi bir manası yok/olmamalı. Ahalinin tercihleri ve okulların tarihleri tayin edici olmalı. O okullara kimlerin kabul edileceği konusunda teferruatlı bir çalışma yapılmalı, öyle düşünen zatın derin fikirlerine filan bırakılamayacak kadar ciddi işler bunlar. O okulların nasıl yönetileceği konusunda bir çerçeveye elbette ihtiyaç var ama o çerçeve her bir okulun kendi yönetimine olabildiği ölçüde özerklik sağlamalı. Eğer okulların mezunlarının mezun oldukları okullar hakkındaki hassasiyetleri bu süreçte devreye katılabilirse, hem maddi ve hem de insani kaynak açısından MEB’in yükü hafifleyebilir. Ve saire…
Şimdi gelelim, Proje Okullara beşinci sınıftan itibaren öğrenci alınmasına…
Anadolu Liselerinde düzen böyleydi, hatırlarsınız. 28 Şubatçılar, kendilerince tehdit olarak gördükleri, âleme tehdit olarak servis ettikleri unsurlara karşı başlattıkları kutsal savaş atmosferi içinde, tıpkı şimdiki düşünen zat gibi derin düşünceler içinde, Anadolu Liselerini de kurban ettiler. Ortadan ikiye böldüler.
Bölünürken o kadar düşünülmüştü, şimdi birleştirilirken de o kadar düşünülüyor.
Ama aslında düşünülmesi gereken çok husus var.
Mesela…
Eğer Proje Okullarda 6. ve 12. sınıflar arasındaki çocuklar bir araya getirilecekse, bu demektir ki, 12 ve 18 yaşındaki çocuklar aynı mekânda okuyacaklar. Anadolu Liselerinde öyleydi. Ve bilen bilir, tecrübe eden hatırlar ki, 12 yaşındaki biri ile 18 yaşındaki biri arasında, 40 yaşındaki biri ile 80 yaşındaki biri arasındakinden daha büyük bir mesafe vardır. İnsan türünün mensuplarının en vahşi, en acımasız olduğu çağlarda, 16 yaşındaki birinin 13 yaşındaki birine yapabileceği zulmün, neredeyse sınırı yoktur.
Ben sınıf arkadaşlarından iki yaş küçük, ebat olarak daha da küçük bir garip öğrenciydim İzmir Kolejinde. Öğretmenlerimizden korkmadığımız kadar korkardık 5. sınıflardan, son sınıflardan. Top alıp havuzda oynamaya kalksak, onların insafına bağlıydık —ve genellikle öyle bir insaf duygusu yoktu. Onların angaryasını gönüllü olarak üstlenmekten başka çaremiz yoktu. Ve saire…
İzmir Kolejinin orta kısmını bitirip Ankara Fen Lisesini kazandığımda, gitmeye hiç gönlüm yoktu. Olmayacak şeyler oldu, mecburen gittim. Niye gönlüm yoktu? İzmir Koleji güzel bir kampüsü olan, güzel bir okuldu, İzmir’i seviyordum, gurbetten korkuyordum, filan. Ama galiba esas motivasyon, “ulan dört yıldır kahrını çektiğim okulun sefasını sürmeye bu kadar yaklaşmışken terk edilir mi” düşüncesi idi…
O dönemde Kolejlerde okumuş olanların bugünkü hatıralarında, küçük sınıflarda çektikleri ne kadar yer tutuyor, bilmiyorum. Genellikle daha sonraki sınıflarda yaşadıkları daha çok hatırlanıyordur herhalde. Alman atasözünün dediği gibi (endes gut, alles gut) “iyi biten iyidir”. Ama kişiliklerin oluşmasında, 12-13 yaşlarında maruz kalınan şartların ne ölçüde müessir olduğunun değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim.
Küçük yaşta, kendinden 6-7 yaş büyüklerle aynı mekânı paylaşmanın olumsuzlukları hakkında, benim ima ettiklerimden çok daha fazlası da herhalde söylenebilir. Ama işin iyi —en azından benim ideolojime göre iyi sayılabilecek— yanları da var. Ankara Fen Lisesinde birinci sınıftayken, son sınıflardan birilerinin kışkırtmasıyla, bir kahvaltı boykotu yapmıştık. Aynı gün bütün sınıflarda, baskın halinde bir operasyon yapılıp, bu işin nasıl organize edildiği hususunda öğrencilerden yazılı ifade alındı. Kolejlerden gelmiş olanlar muhbir olmadılar ama normal liselerden gelmiş olanlar, Kolejlerdeki sosyal ilişkiler içinde biçimlenmemiş olanlar, çözüldüler.
Yani?
Yani, 12 yaşındaki çocukları 18 yaşındakilerle aynı mekânda bulundurmanın, gerçek hayatın karmaşık ve nadiren adil olan sosyal ağı içinde daha sağlıklı tutum almanın öğrenilmesine büyük katkısı da olabilir. Bilmiyorum.
Mesele şu ki, bilmediğimi biliyorum. Düşünen zat ise bilmiyor ve bilmediğini de bilmiyor. Utanmadan yalan söyleyebildiği için, “eski sistemin daha iyi olduğunu düşünüyorum” diyebiliyor. Düşündüğü filan yok, zaten düşünebilecek kadar malumatı, tecrübesi ve vakti de yok. Birileri yanına yanaşıp, “böyle olsa daha iyi olur” diyor. Onu diyen çete mensubunun da meseleye dair herhangi bir malumatı, tecrübesi filan yok.
28 Şubatçılar için de böyleydi durum. Kimsenin herhangi bir şeyi ölçmesi, biçmesi, üzerinde düşünmesi filan gerekmiyor aziz memleketimde. Yalancının biri “düşünüyorum” diyor, köpekleri —üzerinde bir an bile düşünülmemiş ve fakat memleketin çocuklarının hayatının istikametini değiştirebilecek— şeyler hakkında, hep birlikte havlayarak kamuoyu oluşturuyor.
Sonra karşıdakiler, hangi dine mensup olduklarını, yalan söylemeye cevaz veren nasıl bir Allah’ın kulu olduklarını bilmediğimiz ama “Müslümanım” diyenlerden müteşekkil bu çetenin beyanını esas kabul edip, Müslümanlarla dövüşüyor… Filan.
Geri zekâlı, yalancı, hırsız generaller devleti soymayı sürdürebilmek için bir kutsal savaş icat etmiş, bu arada da Anadolu Liselerini ortadan bölmüşlerdi, şimdi muadilleri geri zekâlı, yalancı ve hırsızlar, kendi soygunlarını sürdürebilmek için onları yeniden birleştirmeyi düşünüyorlar, filan. Siz de zannediyorsunuz ki, dindarlar laiklerle dövüşüyor, kendinize saf seçiyorsunuz. Ulus-devlet yanlıları federalistlerle dövüşüyor, kendinize saf seçiyorsunuz.
Herkese kolay gele…