Quo Vadis?
Bir manası olup olmadığını bilmediğim ama bir süredir sağda solda tekrarladığım tespitlerimi sizinle de paylaşayım.
***
Şu anda memleketin siyasi zemini, 1999 ve 2002’dekini andırıyor. Çok kaygan. Daha önce defalarca işaret etmiştim, 1999’da seçmenin üçte biri, 2002’de yarısı yer değiştirdi. Şimdi de, mesela bugün yapılacak bir oylama ile iki ay sonraki arasında uçurumlar olabilir. Dolayısıyla kamuoyu yoklaması kılığında ortada dolaşan şeylerin hiçbir manası yok.
Yok, çünkü (a) örneklemlerinin sağlıklı olduğundan şüpheliyim, (b) anketörlerinin güvenilir ve deneklere güven verici olduğundan şüpheliyim, (c) denek beyanının gerçeği yansıttığından şüpheliyim ve asıl mühimi (d) hepsi sağlıklı olsa bile, önümüzdeki iki ay içinde çok sayıda insanın tercihinin değişme ihtimalinin çok yüksek olduğunu düşünüyorum.
16 Nisan’da sandıktan her şey çıkabilir.
***
İşaretler gösteriyor ki, Erdoğan’ın elinde kapsamlı kamuoyu yoklamaları var. O, elindeki raporlara, anlaşılır sebeplerle, benim baktığım gibi —değersiz şeylermiş gibi— bakmıyor. Onları ciddiye alıyor. Anlaşılan o ki, o raporlar Erdoğan için hoş şeyler söylemiyor. Ama tablo çok da ümitsiz görünmüyor.
CHP ve HDP hakkında, “sahaya çıkmazlarsa Hayır için daha iyi olur” denip duruyor ama, benzer bir laf Erdoğan, AKP ve Bahçeli için de söylenebilir. Onlar da yapıp ettikleriyle, söyledikleriyle, Evet aleyhine çalışıyorlar.
Buraya —yukarıda söylediğimin bir tür türevi olan— şu tespiti de sıkıştırayım: Bir önceki seçim neticelerine bakıp, o seçimde verilen oyları veri olarak okumak tamamen manasız bir zanaattır. Her seçimde herkes —neredeyse herkes— taraf değiştirebilir. Değiştirmiyorsa, en belli başlı sebebi, oylara talip olanların hepsinin bir önceki tercihleri esas alarak oyuna başlamasıdır. Kehanet kendisini doğrular yani.
Eh, herkes dedikse pek de herkes değil. Mesela bir yüzde 12-15’lik kesim var ki, onlar CHP’ye demir atmış durumdalar. Bir yüzde 6-7’lik Kürt kesim var ki, oy tercihleri sadece Kürt kimliğine endeksli. Yine bir yüzde 6-7’lik kesim var ki, onların oyları da Kürtlüğe endeksli —ama zıddından. Kürtlere düşmanlık üzerinden… Yine bir yüzde 6-7’lik kesim vardı ve fakat son on yılda herhalde ikiye katlandı ki, oy tercihleri sadece Müslüman kimliğine, daha doğrusu Müslümanlıklarını sandıkta teşhir etmeye endeksli.
Ve zannediyorum —yukarıdakilerin dışında— bir yüzde 20 var ki, Erdoğan “çok yaşayın” dese o saat kendilerini köprüden atacaklar.
Geriye, nispeten kolaylıkla tercih değiştirebilecek bir yüzde 40 kalıyor. Anladığım kadarıyla kamuoyu yoklamalarında kendilerine kararsız denenler onların arasından çıkıyor. Terimler düşünceyi yönlendirir. Onlara kararsız dediğinizde, diğerlerine kararlı demiş oluyorsunuz kendi zihninizde. Kararlı olduğunu düşündükleriniz de asla tercih değiştiremez gibi görünüyor. Sonra da, kararsızlar üzerine kampanya tasarlıyorsunuz.
Filan.
İşler öyle yürümez. Yürümüyor. Sizin seçim atmosferine saldığınız her —doğrudan veya dolaylı— mesaj, memlekette herkesin kafasının içindeki bağlantıları bir biçimde etkiliyor. En büyük aşklar en büyük nefretlerden doğar ve tersi de doğru. En büyük nefretler de, birbirinden en vazgeçemez görünen âşıklar arasında filiz verir. Bugün Erdoğan için bir kolunu verebilecek biri, bir hafta sonra onun bir kolunu alsa tatmin olmayacak hale gelebilir mesela…
Ama bunun için önce o adama talip olmak gerekir.
Sonra da şunu bilmek gerekir: Üst katlarda Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Bahçeli filan güreşirler ama biz aslında alt katta, memleketi kendileri ile paylaştığımız insanlara göre pozisyon alırız. Erdoğan için bir kolunu verebilecek olan adam Erdoğan’ı tanımaz, bilmez. Tanıdığı, bildiği kadarıyla pek sevimli de gelmiyordur kendisine. Ama ona düşman olanları tanıyordur ve onlardan nefret ediyordur.
Neyse…
Görünen tablo o ki, şimdiki durumda momentum Erdoğan’ın —dolayısıyla da Evetin— aleyhine. Uzun süredir ilk defa yaptıkları ters tepiyor. Mesela Rıdvanlı, Ardalı, dar alanda kısa paslaşmalar gibi… Hayırı şeytanlaştırmak gibi… Şu “kendim için istiyorsam karaktersizim” çıkışı mesela… Bir yığın kişiyi “oh be reis içimizi rahatlattın, biz senin için diye Evet diyecektik” noktasına getirebilir.
Böyle söyleyince abartılı oldu da, aslında demek istediğim, bu laf da ters teper gibi görünüyor. Bir defa inandırıcı değil. İkincisi, Erdoğan’dan beklenen bu değil —her oylama öncesinde vites büyütmeye bir tür tiryakilik oluştu, ona hiç uyacak şey değil. Üçüncüsü, heyecan verici değil. Evete yakın zihinlerde çok yönlü tahribata yol açmıştır.
Zannımca iki ay içinde böyle bir yığın, birbirini nötrleyen çıkışlar yapılacak. Arada kuşatıcı bir hikâyeye denk gelinemezse, Erdoğan’ın işi çok zor görünüyor.
***
16 Nisan’da sandıktan çıkan kendi istediği gibi olmazsa buna razı gelmeyecek çok kişi yaşıyor memlekette. Eğer sandıktan istemediği bir netice çıkacaksa masayı devirmeye hevesli birçok kişi… Ama bahse konu olanların büyük bölümünün razı gelmemesinin kıymetiharbiyesi yok —ellerinde masayı devirecek kudret yok. Yalnız biri var ki, sandıktan Hayır çıkarsa bunu içine sindiremeyecek —adı Erdoğan olan— biri var ki, onun razı gelmemesinin hepimizi alakadar edecek muhtelif —ve çok acıtıcı— neticeleri olmasını bekleyebiliriz.
Eğer sandıktan Hayır çıkacak olursa ve Hayır çıkacağı 16 Nisan’dan kâfi süre önce belirginleşirse… 8 Haziran – 1 Kasım arasını mumla arayabiliriz. Hatta mesela, referandumun ertelenmesi için savaşa bile girebiliriz.
***
Eh, bu çok korkutucu bir senaryo, size de öyle görünmüyor mu?
Ama bence durum çok daha korkutucu.
Diyelim sandıktan Evet çıktı. Erdoğan Evet çıkması için gerekenleri bir biçimde doğru teşhis edebildi ve Eveti çıkardı. 17 Nisan sabahı, memlekette yeni bir fiili durum ortaya çıkacak. Hani bugünkü durumu 12 Eylül referandumunun neticesinde ortaya çıkan fiili duruma bağlıyorlar ya, benzer şekilde… Kimsenin 16 Nisan depreminin artçı dalgalarına hazır olmadığına eminim. Erdoğan’ın bile…
Dolayısıyla “Hayır çıkarsa iç savaşa hazırlanın” diye buyurmuş ya biri, Evet çıkarsa farklı bir zeminde bulamayacağız kendimizi… Öyle şimdi öngörüldüğü gibi, yumuşak bir biçimde, hemen sonbaharda bir seçim, seçimde bir Erdoğan zaferi ve hoop… Kolaylıkla tuhaf bir rejime geçiş… Olacak iş değil.
Diyelim sandıktan Hayır çıktı. Evetin sahibi belli. Evet çıkarsa kimin kazandığı belli: Erdoğan ve stepnesi. Ama Hayır çıkarsa sadece kimin kaybettiği belli: Erdoğan ve stepnesi… Kimin kazandığı ise belli olmayacak.
Yani Türkiye’de, kaybetmiş olan siyasi özneler siyaset üretmeyi, onları yenenler ise seyirci kalmayı sürdürecekler. Normal şartlarda, bu tür oyunlarda, kaybedenler, eğer kazanan özneler muğlaksa, o muğlak öznelerin hassasiyetlerine doğru esnerler. Eh, Erdoğan’dan böyle bir şey beklemek fazlasıyla safdillik olur. O gaza basacaktır.
Ve kâbus.
***
Benim gördüğüm kadarıyla, Türkiye’nin iki ucu boklu bu değneği tutabilmesi için bir tek yol var: Değneğin bir budağına yeni bir uç eklemek.
Bir defa sandıktan Hayır çıkması, Hayır çıkacağı görüldüğü halde sandıktan kaçılamamasının sağlanması gerekiyor. Ama sonra, Hayır çıkmasını sağlayan sosyolojiyi temsil edecek bir siyasetin inşası… Hemen sonra…
Ne demek istiyorum?
CHPlilerin çıkıp “laiklik kazandı, Atatürk kazandı” filan dememesi, HDPlilerin çıkıp “Kürtlük kazandı, eşcinsellik kazandı” filan dememesi gerekiyor —ki Bekir Coşkun’un, Yılmaz Özdil’in, Mine Kırıkkanat’ın o saat bu minvalde döşenmeye başlayacaklarını tahmin edebiliriz. Eğer öyle diyecek olurlarsa “hadi oradan” diyecek, Hayır diyenlerin en geniş ortak paydasına yaslanacak bir hareketin başlaması gerekiyor.
Hele ki “Erdoğan’ı yendik, hemen seçime zorlayalım” filanın hiç denmemesi gerekiyor.
Zor.