Sahtelik

Biz Çekleri yenersek, Arnavutluk Romanya’ya yenilmezse, İsveç ve İrlanda’dan biri de bir mucizeyi gerçekleştiremezse… En iyi üçüncüler içinde dördüncü olur da turnuvaya ucundan tutunursak… Finale giden kolların birinde, büyük ihtimalle Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere olacak. Yani bu dört takımın en çok ikisi yarıfinale, en çok biri finale kalabilecek. Turnuva fikstürünün tuhaf bir cilvesi olarak diğer kolda, yani İspanya’dan başka dişli bir takım olmayan kolda devam edeceğiz.

Olur mu, olur.

Elemelerden doğrudan finallere gelmemiz daha olmayacak işti, oldu.

Mesele şu: Elemelerden mucize kotasından gelmemiz, Terim’in ve futbolcuların tevazu göstermesine yetmedi. Zafer kazanmış gibi davrandılar/davranıyorlar. Bir de bu mucizeler olursa neler olacağını varın tahmin edin.

***

Önceki gün İspanya karşısında hiçbir varlık gösterilememesine içerleyen Türk seyirciler Arda’yı ıslıkladılar ya, NTV’de Rıdvan Dilmen, Metin Tekin, Güntekin Onay ve Murat Kosova bize saatlerce ders verdiler. Daha bir maçımız daha varmış. Bizim futbolcularımız duygusalmış. E, olmasınlar. Veya Ferruh’un dediği gibi, biz de duygusalız, ne yapalım.

Bir futbolcunun ıslıklanmasına taraf değilim. Derdim o değil. Derdim, bu tutumu eleştirirken müracaat edilen argümanlar. Arda Barcelona’ya kadar yükselen ilk futbolcumuzmuş da… E, ne yapalım. Barcelona’ya gitti diye, hiçbir varlık gösterememesine, lüzumsuz işlere kalkışıp hepsini ağzına yüzüne bulaştırmasına seyirci mi kalalım?

Metin Tekin, “futbolculuk zor iş” deyip durdu mesela. E, evet öyle. Zorluğunun birinci sebebi de, bir defa sergilemiş olduğunuzu bir başarıyı referans gösterip durmaksızın onun ekmeğini yeme şansınızın olmaması. Ama memlekette bir zaman bir şey yapmış olanların tamamı, ömür boyu imtiyaz garantisinden azına razı gelmiyorlar. Her alandakiler öyle. Bu hal diğer alanlarda da sırıtıyor ama futbolda iyice sırıtıyor. Futbolculuk zor, çünkü futbol acımasız. Yani, bir vakitler isterseniz mucizeler yaratmış olun, performansınız düştüyse —veya geçici bir süre için düşükse— kenara çekilmeyi de bilmeniz lazım geliyor.

Bizim futbolcuları acımasızca eleştirdiğimiz, Ozan’ın saçı, Arda’nın reklam yıldızlığı gibi konuları mıncıklayıp durduğumuz ise tamamen palavra. Elin oğlu neler yazıyor, neler söylüyor, performansı düşük olan oyuncular için. Bizde sosyal medyada birkaç kişi eğlenmiş, bizimkilere pek batıyor. Duygusallar ya… Orada bulunmayı kendilerinden daha çok hak eden, orada bulunsalardı muhtemelen kendilerinden daha yüksek performans gösterecekti olan başka futbolcuların yerini alırken hiç duygusal değiller ama…

Hayatta her şey öyledir ama en çok da futbol, geçmişin pek az kıymet taşıdığı bir alan. Bugün mühim. Ve gelecek vadedenler… Terim Ersan Gülüm’ü Avustralya’ya kaptırmamak için alelacele milli yapmıştı ama aylardır oynamayan Burak’ı çağırdığı Çin’den Ersan’ı çağırmadı mesela. Avustralya’ya yedirmeyip mundar etti ya, kâfi. Şimdi Emre Mor için yaptığı gibi… O öz çocuklarını, Ardasını, Selçukunu, Burakını, Hakan Baltasını oynatacak. Eleştiren de ininden çıkmış olacak. Koskoca Terim, onca başarı kazandırmış, buncacık kotası olmasın mı Milli Takımda?

Mesele futbol değil, anlamışsınızdır. En azından mesele futbolla sınırlı değil. Mesele, bir tarihte hasbelkader bir başarı kazanmış olanların, artık kendilerini, ölene kadar her türlü eleştiriden muaf zannetmeleri. Bu kafa yapısı yüzünden de, eleştirildiklerinde bu eleştiriyi yapanları hain ilan edecek kadar şirretleşebilmeleri. Kazakistan’ın deplasmanda Letonya’yı yenmesine benzer birçok olmayacak şey olacak, kendi koparamadığınız meyve tabağınıza düşecek. Buradan “nasıl zafer kazandık ama” havası yaratacaksınız. Sonra işler yolunda gitmeyince… Başkası suçlu.

Islıklanan Arda değildi. Islıklanan Arda’yı —sahada sürünüyor olduğu halde— sahada tutan Terim’di. Milli maçları bir şenlik olmaktan çıkarıp bir tür cihat haline getiren, sonra da kaybettiğinde birden “ama bu şenlik” demeye çalışan, her eleştiriyi şenliğe zarar verme teşebbüsü olarak damgalayan Terim.

***

İzlanda-Portekiz maçını birlikte seyrettiğimiz yeğenim, “İzlanda’nın nüfusu ne kadardır” diye sordu. “Herhalde yarım milyon filandır” dedim. İnanılır bulmadı. Nete girdim ve üç yüz yirmi bin civarında olduğunu öğrendim. Yani çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç bütün İzlandalıları dünyanın en büyük üç stadyumuna yerleştirmeye kalksanız, elli bin kadar boş koltuk kalacak. Zaytung’ta da zaten şöyle bir espri üretilmişti: Ülkenin büyük çoğunluğunun Portekiz maçına gittiği İzlanda’nın, silahlı bir çete tarafından işgal edildiği bildirildi…

O İzlanda, bizim eleme grubundan, elini kollunu sallaya sallaya, maçlar tamamlanmadan çok önce, finallere katılma hakkını elde etti. Hani bizim olmayacak mucizelerle kazandığımız hakkı, bizimle aynı gruptan… E, Güntekin Onay “nüfus mühim değil” diyor. Tamam, ama bir Eskişehir’in yarısından küçük, İzmir’in neredeyse onda biri kadar bir yerden söz ediyoruz. Kars’tan, Yozgat’tan filan değil… Bu coğrafyadan, hiç değilse İzlanda kadar direnç gösterecek bir takım çıkmıyorsa, Milli Takım Teknik Direktörlüğüyle kifayet etmeyip Türkiye Futbol Direktörü gibi şatafatlı bir unvana ancak rıza gösteren bir adamın bunda suçu yok mu?

Yok. Olmuyor vesselam. Bütün zaferler zatı-alilerinin, bütün fiyaskolar… Bildiniz işte, fazla kurcalamayın, işin ucu size kadar dokunabilir.

Seviyorum bu akılları, bu ahlakı…

***

Normalde Beşiktaş maçları dışında maç seyretmem. Ama bu turnuvada çok maç seyrettim. Gol oranı bu kadar düşük olduğu halde. Çünkü hemen her maç, hakem bitiş düdüğü çalana kadar her an değişebilecek bir seyir izledi. Herkes yeni statü yüzünden tam tersini beklediği halde…

Maçlardan herhangi birinde, mesela bir korner atışında yakın plan çekimlerde dikkat edin. Herkesin, sanki dünyanın sonu o korner atışına göre tayin olacakmış gibi nasıl konsantre olduğuna… Bizim Terim’in takımında görmediğimiz, görmediğimiz için de hayal kırıklığına uğradığımız şey, işte tam da o. Her şeyimiz sahte. Sadece Fransa 16’daki her şeyimiz değil, hayatımızın bütün alanlardaki her şeyimiz. Üniversitelerimiz, okullarımız, polisimiz, yargımız, bakanlıklarımız, şehirlerimiz, sevgilerimiz, nefretlerimiz, övgülerimiz, yergilerimiz, medyamız, sanatımız… Her şeyimiz. Bir tek konuda sahici bir konsantrasyona şahit oluyoruz hanidir. Sorumlu olanlar başarısızlıklarını yıkacak bir özne ararken sahici bir konsantrasyon sergiliyorlar. Yoksa mesela hepimiz biliyoruz ki, Terim kameraların karşısına çıkıp “ben sorumluyum” derken de sahte, “biz daha başlamadık” derken de, “formasının hakkını vermeyenler gördüm” filan diye gevelerken de… O bunları söyleyecek ama siz söylemeyeceksiniz mesela. Söylerseniz ona referans vererek söyleyeceksiniz. Sahtelik, her şeyden önce buradan belli.

Başa döneyim: Biz Çekleri yenersek, şu maç şöyle, bu maç böyle biterse… Finale kadar da gidebiliriz mesela. Ama Terim’in başarısız olduğu, Arda’nın, Selçuk’un, ve Terim kotasından forma giyen daha bir yığın futbolcunun performansının düşük olduğu gerçeği değişmez.

Çok da dert olmayabilir. Daha doğrusu, benim için hiç dert değil. Şahit olduğum ilk başarısızlık bu değil. Ama turnuvaya el yardımıyla gidebilmiş olmayı bir zafer olarak konumlayıp zaferi de sadece kendi mülkiyetine geçirmekten zerre kadar utanmamış, turnuvayı bir milli dava haline getirmiş birinin, basit ve nükteli eleştirilerden bir ihanet çıkarması dert. Hepimiz için dert. Bu memlekette kitleleri harekete geçirip yönlendirebilmek için durmadan bir takım hainler, düşmanlar icat etme alışkanlığı dert. (Görülüyor ki ayrıca, ahali bu tarza da şerbetlendi. Ne siyasette ve ne de futbolda, bir vakitler yaptığı işi de yapmıyor bu alışkanlık.)

Ve sahtelik dert.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin