Şakulü Kayık Türkiye
On küsur yıl önceydi, eski bir Bakan olan arkadaşım aradı ve partisi ANAP’ın gidişatını nasıl gördüğümü sordu. Anlatmaya başlamıştım ki sözümü kesti, “Yazıp da göndersen” dedi. Yazmaya başlayınca içim sıkıldı. ANAP’ın 1983’ten itibaren aldığı oyları bilgisayarda bir grafik haline getirdim. Grafiği 2000’e uzatınca, ANAP’ın 4,5 civarında bir oy alacağı görünüyordu. Grafiği, hiçbir açıklama eklemeden, İnternet üzerinden postaladım.
Az sonra telefonum çaldı. Sayın Bakan öfkeliydi. Söyleneni dinleyecek hali yoktu, birkaç cümle sonra “Sen hele bir Ankara’ya gel de görüşelim” dedi. Ertesi gün kendisini ziyarete gittim. “Sen değil misin her fırsatta, siyasetin aritmetiğe sığmayacağını söyleyen” gibilerinden sitem etmeye kalktı. Ben de meselenin sadece aritmetik olmadığını söyledim. Eğilim çok kesintisizdi, bu kadar kararlı bir gidişatın sağlam bir sebebi olmalıydı ve o sebep ortadan kaldırılmadıkça da değişmezdi. “İyi ama sen gazete okumaz, televizyon seyretmezsin, bir şeyler değişmişse nasıl haberin olacak” diye sordu. “Eğer ANAP’ın gidişatını değiştirecek kadar mühim bir şey olsa, ben bile duyardım” diye cevap verdim. “Ben başkan yardımcısı oldum” dedi.
Bir siyasetçiye kendisinin, mebus, bakan, başkan yardımcısı olmasının gidişatı öyle çok etkilemeyeceğini anlatabilmek, arkadaş da olsanız o kadar kolay iş değildir. Bu işi nasıl becerebileceğimi düşünürken, eski bir kıssadan yararlanabileceğimi hissettim.
Hani Sinan Selimiye’yi yaparken, güya çocuklar minarenin eğri olduğunu iddia etmişler. Sinan da minareye bir urgan bağlatmış, çocuklara çekip düzeltmelerini söylemiş. Çocuklar oflaya puflaya minareyi çekip yorulduktan sonra sormuş Sinan: “Doğruldu mu?” Çocuklar yorgun argın, “Doğruldu” demişler. Olaya şahit olan biri Sinan’a çıkışmış, “yakıştı mı koskoca hassa mimarına çocuklarla eğleşmek” diye. Sinan da “Sen bilmezsin,” demiş, “eğer minarenin doğrulduğuna kani olmasalar, her yerde dedikodusunu yaparlardı, herkes de çok geçmeden inanırdı minarenin eğri olduğuna.”
“Bu hikâye,” dedim, “rivayetin gücü hakkında anlatılır ama bizim işimizi de görür. Bu koltukta senden önce birisi oturuyordu ve minareyi çekip yoruluyordu. Zannediyordu ki minare doğruldu. Sen ise öteden bakıyor ve minareyi eğri görüyordun. Şimdi sen yoruluyorsun ve zannediyorsun ki minareyi doğrulttun. İstersen bir de senden önce bu koltukta oturana sor bakalım, minare nasıl görünüyor.”
***
Türkiye’nin şakulü kayık. DTP’yi kapatmamakla Türkiye doğrulmayacaktı. Kapatılınca da doğrulmadı. Saltanatı geri getirecekler, yok din devleti kuracaklar, yok bölecekler diye ahalinin büyük bir kısmını zan altında tutup kalanları korkutmak, belli ki birilerinin hayatını çok kolaylaştırdı. Ama onlarca yıl aynı kür uygulanınca, işte tiryakilik oldu. Birileri geçmişi eşeleyip, korkularını haklı çıkaracak anekdotlar bulmak için bile çaba harcamıyor hanidir. Eskimiş klişeleri her gün tekrarlayıp durarak, kimsenin yardımına ihtiyaç duymadan, kendi korkularını hayatta tutuyor.
Bütün toplumların bütün minareleri eğri büğrüdür. Urganlara asılıp düzeltilmiş bir tek minare bile yok. Minarenin bugüne kadar nasıl dikilmiş olduğunu bir yana bırakabilsek, mevcut olanın üzerine bundan sonra ne eklenebilir, ona bakabilsek, belki de bir istikbalimiz olabilir.
Geçmişin muhasebesini denkleştirmenin mümkünü, beyhude yorulmanın âlemi yok.
Cemalettin N. TAŞCI