Savaşa Karşı
Bildiğiniz fıkradır, ama tekrarlayayım. İki arkadaş yıllar sonra karşılaşmışlar. Sohbetin bir yerinde biri diğerine “yahu”, demiş, “senin güzel bir kızın vardı, ne yapıyor şimdi?” Diğeri “oh, çok iyi,” diye başlamış. “Genç ve yakışıklı bir patronu var, onun özel sekreterliğini yapıyor, sık sık iş seyahatlerine çıkıyorlar, birinci sınıf uçuyor, beş yıldızlı otellerde kalıyorlar, patronu ona bir araba bir de kat hediye etti” filan. Uzun uzun kızıyla iftihar ettikten sonra birden “senin de,” demiş, “aynı yaşlarda bir kızın vardı, o ne yapıyor?” “Valla,” demiş beriki, “benimki de orospu oldu ama ben senin kadar güzel anlatamıyorum.”
Dünyada her şey, güzel bir şeymiş, bir marifetmiş gibi anlatılabilir. Savaş bile…
Ama…
Devam etmeden önce bir de şu hatırlatmayı yapayım: Coca Cola içmeniz, içmeyi sürdürmeniz için bir yığın reklam gerekiyor. Su için benzer bir ihtiyaç yok, içiyorsunuz her gün bir miktar. Bir şeyin çok reklamı yapılıyorsa matah bir şey olduğundan değil yani, olmadığından…
Türkiye aylardır bir savaşa hazırlanıyor. Davullarla, zurnalarla, gürültüyle… Savaşın reklamı yapıldı durdu. Savaş başladı galiba. Ve memleketin dört bir yanında savaş meraklıları da başlarını kaldırdılar, neşeyle. Onları görüyorsunuz daha çok ve onların gürültüsünü işitiyorsunuz. Ama gözlemleriniz, savaş heveslilerinin daha kalabalık olduğunun delili değil.
Kaldı ki…
Büfeden bir sigara alırken Coca Cola reklamı görüp birden canı çektiği için bir kutu da Cola alan ve ayaküstü afiyetle içen de, her daim, her şartta Coca Cola’yı tercih ediyor değil. Veya akşam kafa çekme hayaliyle arkadaşlarıyla buluşan ama kimse alkollü bir şey içmediği için içine sindiremeyip, çok canı çektiği halde bir cin söylemek yerine bir kutu Cola söyleyen birinin gözlemlediğiniz davranışı, onun tercihleri hakkında pek yanıltıcı bilgi veriyor olabilir.
Savaşı dört koldan anlattılar size. Erdoğan, Bahçeli, Perinçek filanla sınırlı da değildi ağızları sulanarak anlatanlar. Yılmaz Özdil de mesela, benzeri bir koronun özgün bir enstrümanıydı. Ve daha kimler, kimler… Nasılsa onlar veya yakınları ölecek değil, sırtlarında yumurta küfesi yok hiçbirinin…
Eğer acıları sizin hissenize düşmeyecekse, savaş denen şeyin birçok faydası var. Bir defa manasız hayatlara mana katar savaş. Hayata bir mana katamayan herkese, hatta ölecek olan kendisi olsa bile, yaşamaya ve ölmeye bir mana bulma fırsatı verir. İlaveten, ölürseniz öldüğünüzü nasılsa bilmeyeceksiniz ama eğer öldürürseniz, testosteron seviyeniz yükselir. Kazanmış olursunuz. İktidarsızlaştırıldığınız bir dünyada iktidar hissine sahip olursunuz.
Ve…
Savaş, birilerine büyük adam olma fırsatı sağlar. Neticede yaşamış olduklarından haberdar olduğunuz şahısların kahir ekseriyeti savaşmış ve kazanmış olanlar. Yani birileri kahraman olur, diğerleri de bir kahramana sahip olur. Aslında bir kahraman karikatürü olan bir şeyi kahramanmış gibi kazıklamaya çalışma ihtiyacı ortadan kalkar.
Gördüğünüz gibi, çok faydalı bir şey, savaş denen şey.
Ben faydacıyım ama yine de savaşa kategorik olarak karşıyım. Daha önce birkaç defa dedim, savaşma ihtimalini ortadan kaldırmaya kalkışmayı savaştan bile daha tehlikeli buluyorum ama her savaşın ertelenebileceğini, sonra yine ertelenebileceğini, böyle durmaksızın ertelenebileceğini düşünüyorum. Savaş ihtimali orada durup dururken savaşmamanın mümkün olduğunu…
Bence marifet de savaşmamak zaten —savaş, korkak ve beceriksiz insanların işi. Savaş faydalı bir şey ama savaşı ertelemek savaştan daha faydalı. Dolayısıyla, faydacı biri olarak, savaşa karşıyım.
Kategorik olarak savaşa, özel olarak da şimdi sıcak fazına geçmiş göründüğümüz savaşa methiyeler düzenlerin —benim yazdıklarımı okusalar— bana neler diyeceklerini tahmin etmek hiç müşkül değil. Hiç dert de değil. Erdoğan, Bahçeli, Perinçek başta olmak üzere savaş heveslilerinin her birinin hakaretleri, kendi hesabıma, alabileceğim en büyük iltifattır.
***
İki hususu vurgulayayım: Birincisi, ertelenebilir bir savaşı ertelemediler. Aksine, doğmayacak bir savaşı zorla, sezaryenle doğurdular. İkincisi, ortada onca savaş narası duyuyor olmanıza rağmen, toplumda savaş destekçiliği hiç de zannettiğiniz kadar yaygın değil. Savaşı vatanseverlik, adalet ve benzeri kavramlarla birlikte paketleyip —kızının orospuluğunu lüks, şatafat ve zenginlikle birlikte paketleyen adamın yaptığı gibi— propagandasını yaptılar. Savaş dediğin, çıplak olarak zaten, intikam, kazanç ve saire kavramları ihtiva eder. Bu tür kavramların propagandası da uzun süredir sürüyor. Böyle böyle, gelinen noktada, savaşa karşı olmak, türlü çeşit ithamlara maruz kalma riskini ortaya çıkardı. Dolayısıyla savaşa karşı olanların savaşa karşı olduklarını beyan etmeler müşkül.
Ertelenebilir bir savaşı neden ertelemediler? Herhalde geçen hafta yazmıştım, ertelemeye kalksalar savaşma imkânlarını bütünüyle kaybedebilirlerdi. Yani? Savaş vatan için filan değil, savaşı ilan edenlerin menfaatleri için.
Ve bu noktada, her vakit olduğu gibi bir defa daha Kılıçdaroğlu çetesine geliyor mevzu. İşbu savaşta kim ne kazanır, kim ne kaybeder bilmiyorum ama Kılıçdaroğlu ve çetesi her şeylerini kaybettiler. Savaşa karşı olanlara, asıl vatanseverliğin savaşa karşı olmak olduğunu, adalet duygusunun aslında ancak savaşa karşı çıkmakla tatmin edilebileceğini, antiemperyalist bir duruşun savaşa karşı olmayı elzem hale getirdiğini anlatmak, CHP’nin biricik çıkış şansıydı. Kendi kendisini kapana soktu.
Mevtayı siz nasıl bilirdiniz bilmiyorum ama ben iyi bilmezdim.
***
Ertelenebilir bir savaşı ertelemediler. Aslında bugüne kadar ertelemeye de pek gönüllü değillerdi ama ister istemez erteliyorlardı. Neden? Çünkü icazet alamamışlardı. Şimdi aldılar mı? Nasıl bir icazet aldılar? Kimden, ne karşılığı aldılar? Eh, bazı ipuçları var ama elimizdeki hiçbir malumat kâfi değil. Kapalı kapıların ardında ne pazarlıkların yapıldığını bilmiyoruz.
Ama…
Kim, hangi hesaplarla, neye karşılık hangi sözü vermiş olursa olsun, savaş kızıştığında o hesapların ve sözlerin pek bir hükmü kalmaz. Göründüğü kadarıyla, Rusya ve ABD, kısmen tahmin edilebilir sebeplerle, olup bitenleri görmezden gelmeyi taahhüt ettiler. Ama Esad var, Afrin halkı var, kırk yıldır kendi topraklarında bile belini bükemediğin bir örgüt var. Üstelik o örgüt, anlaşıldığı kadarıyla, çok daha iyi silahlanmış ve görece toparlanmış bir durumda. Ve… Uluslararası kamuoyu var. Ha bir de, kimseleri dost olarak görmeseler de, kimi düşman olarak gördükleri konusunda kafaları hiç karşılık olmayan bir yığın silahlı cihatçı var.
Erdoğan ve çetesi, bugüne kadarki sicilleri hesaba katılacak olursa, böyle çetrefilli bir ilişikler ağının içinde yürütülen bir savaşı maharetle idare edebilecek birileri değiller. Ama elbette yanılıyor olabilirim. Bize antiemperyalizm satarken, ABD ve Rusya’yı tatmin edecek şeyleri bulup buluşturup sunabilirler. Ve onların desteğiyle de bir zafer kazanabilirler. O zafer, Kürtlere karşı bir zafer olur, ABD ve/veya Rusya’ya karşı bir zafer değil. Böyle bir zaferi kazanmak çok kolay görünmese de, o zaferin sonrasını yönetmek ile kıyaslayınca, çocuk oyuncağı kalır. Ben, ortada böyle bir maharet göremiyorum.
Bana kalırsa, tecrübelerimiz ve elimizdeki veriler bir mana taşıyorsa, Türkiye kazansa bile kaybedeceği bir savaşa sürüklendi. Ama dahası, kazanma ihtimali çok düşük. Sınırın güneyinden her gün onlarca şehit cenazesi gelmeye başlarsa?
Anladığım kadarıyla Kılıçdaroğlu ve çetesi, “e evet biz vatanseverce destek verdik, ama savaş sizin savaşınızdı, şehitlerin mesulü de sizsiniz” filan diyerek, ahalinin Erdoğan’dan bezmesinden hasılat bekliyor. Olacak iş mi? Ancak süzme ahmak olmak gerekir böyle bir hesap için ve fakat zaten süzme ahmak olduklarını defalarca ispatlamış bir heyetten söz ediyoruz. Bir toplumu yenilgiye razı etmek, ölüme razı etmekten çok daha zordur. Sınırın güneyinden şehit cenazeleri gelmeye başlarsa, savaşın kaybedileceğinden artık emin olsalar bile, bugün savaşa hevesli olmayanlar bile “savaşa hayır” denmesine tahammül edemez hale gelirler. Bugün benim burada yazdıklarımı yazmak bile netameli, o gün imkânsız hale gelir mesela.
Savaşa karşı olmak, özünde, vatanseverce bir zemine sahip. Medeni bir tutum. Şu mevcut savaş özelinde bakıldığında, bu savaşa karşı olmak antiemperyalist bir zaruret. Bu şartlar altında savaşa karşı olmayı bir politika haline getirip satamayan bir heyetin, savaşın kaybediliyor gibi olduğu durumda benzer bir şeyi yapabileceğini hayal etmesi… Ne diyeyim? Aslında siyaset yapmayı ertelemesinden başka bir açıklaması yok. O günler gelirse, siyaset yapmayı ertelemek için başka bahaneler bulacaklardır nasılsa. Marifetleri bu. Bundan ibaret. Siyaset yapmamaya bahane bulmaktan…