Seçim Bize Ne Yapacak?
24 Haziran’a “sandık neticeleri ne olur” diye de bakılabilir, “seçim bize ne yapacak” diye de…
Şaşırdınız mı? Şaşırmamanız gerekiyordu, seçim bize birçok şey yapacak. Her seçim bize birçok şey yaptı, bu da yapacak.
2002’ye gelindiğinde mesela, Türkiye’nin orta sınıfı inançlı, geleneksel değerleri dilinden düşürmeyen ama pek de onlara göre yaşamayan, o değerleri tekrarlamakla değerlere olan borcunu ödediğini varsayan, yani dünyanın dört bir yanındaki muadillerini az çok andıran bir “orta sınıf” idi. Orta sınıfın altındakilerin özlemi de orta sınıfa transfer olmaktı. Bir Amasyalı, Amasyalı olmakla gurur duysa da, Amasya’nın önce Bursa, sonra İzmir, nihayet İstanbul gibi olmasını hayal ediyordu. Amasyalı olmaktan gurur duymak başka, Amasya’nın halinden memnun olmak başka idi yani.
“Yukarıda” oynanan gölge oyununda ise, bildik rollerin birini —Hacivat’ı— bildik bir oyuncu —Baykal— oynarken, Karagöz değişmiş, Erdoğan olmuştu. Belki de ilk defa Hacivat, gerçek ayna simetriğini, esas Karagöz’ünü bulmuştu. O güne kadar Karagöz’ü oynayanlar sıklıkla Hacivatça laflar edebiliyor, Hacivat’a özenir tercihler yapabiliyorlardı ama Erdoğan kemiksiz Karagöz idi. Siyaset niyetine yıllardır gölge oyunu izlemiş, siyaseti gölge oyunu gibi bir şey olarak algılamaya tiryaki olmuş ahali için de tablo netleşmiş oldu.
Peki, ne oldu?
Orta sınıfı ikiye bölen hat derinleşti, belirginleşti. 2002 seçimi “bize” bir şey yaptı yani.
2007’de Hacivatçılar, eskiden beri bildikleri biricik hamleyi bir defa daha denediler ve… Yenildiler. O güne kadar sadece sandıkta yeniliyorlardı, sandık dışında kazanmaya alışık idiler. 2007’de ilk defa, artık sandık dışında da kazanamayacaklarını derinden hissettiler ve kendi ücralarına çekildiler. Gettolaştılar.
2007 seçimi de bize bir şey yaptı yani. Baykal başka türlü oynasaydı —veya Baykal’ın yerine yenilgiyi kabul etmeyen biri olsaydı— 2007 seçimi bize başka bir şey yapacaktı. Mesela ne yapabilirdi? Baykal’ın “biz kendi gettomuza çekilelim” diye ikna ettiği kesimler, “ama zaten küresel sermaye, uluslararası finans kapital bizim kazanmamıza izin vermez” filan masallarını anlatarak ve dinleyerek uyumayı tercih etmek yerine “biz bu memlekette neyi eksik yaptık” diye kafa yorsalardı, hikâye bambaşka biçimde gelişecekti. Zalim emperyalizm şeytanının ezmeye azmettiği masum ve vasıflı çocuklar rolü yerine başka bir rol oynanabilirdi ama oynanamadı.
Öte tarafta da, Amasyalıya Amasya’dan memnun olması “öğretilmeye” başladı 2007’den sonra. “Kıroyum ama para bende” hesabı, “kasabalıyım ama ben kazanıyorum” haletiruhiyesi yani…
Türkiye 2007’de pek sağlıklı bir toplum değildi. Ama 2007’den bu yana hastalığı olağanüstü bir hızla ağırlaşıyor. Çünkü beynin bir yarıküresi stop etti, artık marşa basmaya hevesi kalmadı. Öteki yarıküresi ise durmaksızın salgılanan dopaminin etkisiyle, kendisinden aşırı memnun, uyuşturulmuş bir halde… Netice olarak bünyenin hasta olduğunu idrak etmesi bile müşkül. Ama aksıyoruz, yürüyemiyoruz mesela veya sürekli öksürüyoruz. Ateşimiz çok yüksek veya…
“İşte demiştik” diyor birileri, “küresel finans kapital ve onun yerli işbirlikçileri…” Ötekilere kalsa her şey yolunda, aksini söyleyen yalan söylüyor, terörist, hain. Varsa ufak tefek sıkıntılar, onlar da büyümenin tabii sancıları.
Sandıktan şu netice değil de bu netice çıkarsa, Türkiye’nin halleri değişecek mi?
Şüphesiz değişecek.
Peki, Türkiye daha sağlıklı olabilecek mi?
Aha işte o, son derece şüpheli. Mevcut aktörlerin yapıp ettiklerini karine olarak kullanırsak, bana kalırsa, pek de ümit yok.
Stop etmiş olan yarıküre uyanırsa mesela, bünyenin aksaklıkları hakkında yeni bir teşhis koyacak gibi görünmüyor. Belki agresyon yükselecek, belki izolasyon talebi artacak, belki “çiftçiye mazot 3 lira” filan gibi vaatlerin ima ettiği gibi “eski güzel günleri ihya etme” hayaliyle bu defa bu taraf dopamin banyosu yapacak. Ve muhtemelen bu defa da öteki yarıküre stop edecek. Dopaminin aniden düşüşüyle mahrumiyet hissi tavan yapacak, filan.
Tersi olursa? Görünen o ki stop etmiş yarıküreye giden az miktarda kan da kesilecek, ölmeye yatmış olan kesimler fiilen ölecek. Öteki tarafta zaten —tam da olması gerektiği gibi— mevcut hali koruyabilmek için her gün daha yüksek dozda dopamin salgılanması gerekiyordu ve herhangi bir dozun iş görmeyeceği seviye aşılmıştı. Acı derinleşecek. Acıya sebep olan yeni suçlular aranıp bulunacak. Acıyı geçirmese de, yeni suçluların imhası törenleriyle, yeni icat şeytan taşlama ritüelleri yardımıyla acıya katlanmaya çalışılacak. Filan.
Tekrar tekrar aynı noktaya geliyorum —ve siz de bıktınız, farkındayım. Ama beyin ile bünye arasındaki kopukluk giderilmezse, memlekette siyaset üretmenin yolları geliştirilemezse, neticesi her ne olursa olsun, seçim memleketin sağlığında bir iyileşmeye sebep olmayacak.
Böyle bakınca, bana öyle geliyor ki en iyi netice, mesela parlamentoda herhangi bir ittifakın anlamlı bir çoğunluk sağlayamayacağı, Cumhurbaşkanlığı seçimini ise parlamentoda daha zayıf olan tarafın kıl payı kazanacağı bir netice olacakmış gibi görünüyor. Sandık güvenliği hariç her şeyi tartışmalı olan bir netice yani… Hatta mesela —1995’te ANAP ile DYP arasında olduğu gibi— birinin daha çok oy, diğerinin daha çok sandalye kazanacağı, herkesin ümidini tazeleyen ama kimseyi tatmin etmeyen bir netice…
Çok yüksek bir ihtimal olmasa da bir ihtimal, öyle bir durumda, işin “esasını” tartışmaya başlayabiliriz. Bir ihtimal, öyle bir tartışmanın orta yerinde, siyasetin bir gölge oyunundan ibaret olmadığını, olmaması gerektiğini fark edebiliriz. Bir ihtimal, peşinden bütün aktüel siyasi aktörlerle birlikte büsbütün siyaset mevzuatını tasfiye edebiliriz.
Ne bileyim… Benimki de bir ümit işte…