Şehirliler Kazanacak
Evvela Dünya Kupası finali öncesinde şaşırdım. Neredeyse “dünyanın dört bir yanında”, Fransa’ya karşı Hırvatistan’ı tutanların yaygın ortak paydası, Fransa kadrosunun “kozmopolit”liğine karşı, Hırvatistan kadrosunun etnik açıdan “homojen” olduğunun düşünülmesi idi. (Kendi hesabıma başlangıçta ben de Hırvatistan kazansın istiyordum ama motivasyonum bambaşkaydı, “Grabar-Kitaroviç üzüleceğine, Macron üzülsün” diye düşünüyordum.) Etnik olarak homojen bir Türkiye hayali kuranların mesela, Hırvatistan’a sempati duymaları, bana olabilecek bir şey gibi gelmezdi —başka kelimelerle birkaç defa yazdım.
Sonra… Trump hazretlerinin NATO liderlerini “hiçbir şeyi doğru dürüst yapamıyorsunuz” diye fırçaladığı haberi geldi, Erdoğan’ı işaret edip “Erdoğan hariç” dediği özellikle ve tekraren vurgulanarak. (Neymiş ötekilerin beceremeyip Erdoğan’ın becerdiği, belki merak edersiniz. Ötekiler parlamentolarından karar çıkartmadan taahhütlerde bulunamayacaklarını belirtmişler. Bizim malum, sıfır kilometre bir Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemimiz var, tam Trump’lık.) Amerikalılara “yeniden harika Amerika” vadeden Trump’ın, Türkiye’ye “yeniden emperyal Türkiye” hayali kurduran Erdoğan ile menfaat çelişmesi olması lazım gelirdi. Öyle akıl yürütüyordum.
Öyle akıl yürütüyor ve… Dünyanın şehirlilerinin ortak menfaatleri etrafında bir araya gelebileceklerini, buna mukabil kasabalılarının —çelişen menfaatleri yüzünden— birbirleriyle itişeceklerini düşünüyordum. Öyle olmadı. Trump, Putin ve Erdoğan pekâlâ, Merkel, Macron ve Corbyn’in asla kuramayacakları bir muhabbet ortaklığı inşa ettiler.
***
Marks artı değer kavramını teorize ederken, işçi sınıfı “yükseliyor olan” bir sınıftı. Hâlâ —İngiltere’de bile— ekonominin omurgası tarımdı. İmalat faktörleri arasında kol gücü manasında emek (fabrika işçisininkinden daha çok toprak işçisininki olmak üzere) ve toprak, hâlâ belirleyici faktörlerdi. Lakin “devrimci” bir şeyler de olmaktaydı. Makinelerin imalattaki hissesi hızla artmaktaydı ve… Daha mühimi, ulaşım alanında olağanüstü bir sıçrama yaşanmıştı.
Ulaşım neden mühim? Çünkü burada ürettiğinizi, eskisine kıyasla çok daha uzak yerlerde yaşayanların tüketimine sunma şansı doğmuştu. Binlerce yıldır sadece “yükte hafif pahada ağır” emtianın transferiyle sınırlı olan ticaret sektörü için, gelişen ulaşım teknolojisi sayesinde, “yükte ağır pahada hafif” emtianın transferi de kârlı bir faaliyet halini almıştı. Eğer öyle olmasaydı makineleşme çok da manalı bir şey olmayacaktı, çünkü imalat ölçeklerinin büyümesi bir mana taşımayacaktı. Değerin muazzam bir hızla artışının esas kaynağı olan “ölçek büyümesi”nden söz ediyorum.
Uzatmayayım, daha önce birkaç defa işaret ettiğim gibi, bölgesel ekonomiler çöktü. Ulus-devletler doğdu.
Yani?
Tarımdan kopup fabrika işçisi halini almış yığınların nevzuhur emeği elbette mühim bir faktör ama (a) makineleşme (makinede “yoğunlaşan” sermaye), (b) ulaşım teknolojisi ve (c) bir siyasi teknoloji olarak ulus-devlet de, artı değer artışındaki baş döndürücü hızın kaynakları arasında sayılmalı. Biri olmadan öbürlerinin olması neredeyse imkân harici idi. (Ve yine unutmamalı ki, toprak hâlâ başat faktörlerden biriydi, uzun süre öyle kalacaktı ve dolayısıyla ulus-devlet denen şeyin, belirli bir eğriyle “sınırlanan” bir bölgeye oturmasında ve mütemadiyen genişleme arzusu taşımasında anlaşılmaz bir hal yok.)
Günümüzde artı değer nereden zuhur ediyor? Ne kadarı nereden? Mbappe’nin Monaco’dan PSG’ye transfer olmasıyla “gerçekleşen” ne var ki iki yüz küsur milyon avroyu “ödenebilir” kılıyor? O gerçekleşen faaliyet içinde klasik üretim faktörlerinden hangisinin hissesi ne kadar? Mesela emeğin, mesela makinenin, mesela toprağın? Emekse, kimin emeği? Mbappe’nin, PSG yönetiminin, PSG forması tasarlayanların, o formaları üretenlerin, o formaların üretiminde kullanılan makineleri üretenlerin?
Futbolu avam bir iş olarak görüp, bu tür “ciddi” mevzulara karıştırılmasını istemeyenlerden olabilirsiniz. O vakit mesela Amazon’un sahibini modern zamanların en zengin adamı yapan süreç hakkında da benzer soruları sorabilirim.
“Ortada izaha muhtaç şeyler var” diyebilirim, öyle demiyorum. Artı değer, bir kavram olarak tarif edilmeden önce de vardı, tıpkı mesela bizim oksijen diye bir elementi diğerlerinden ayırıcı bir biçimde anlayıp adlandırmadan önce de onun var olması gibi… “Yeni” bir kılıkla boy gösterdiğinde, tarih boyunca neler olup bitiyor olduğunu anlamaya —ve gelecekte neler olacağı hususunda kehanette bulunmaya— ihtiyaç duyan Marks’ın onu teşhis etmesi kolaylaşmıştı. Yani? Artı değer, diğer her şey gibi, biçimden biçime girebilen/giren bir şey. Şimdi de bambaşka kılıklarla salınıyor meydanda.
Artı değerin kaynakları çeşitlendi. Mbappe’nin bonservis bedeline ödenen ve/veya Bezos’un servetini oluşturan muazzam değerler, emeğin verimliliğindeki artışla ve/veya emeğin yarattığı değerin üzerine ipotek koyabilecek gücü temerküz ettirmekle açıklanabilir şeyler değil. Eğer tabir caizse “sömürülen” şey, ürettiği değerden daha azına razı edilen “işçiler” değil. Hiçbir emek harcamadan PSG maçlarını seyretmekle, hiçbir ücret ödemeden işimizi görmek için Google kullanmakla siz/biz yaratıyoruz “bir” değeri.
Bir tuhaf değer bu ve —yukarıda da işaret ettiğim gibi— PSG ve/veya Juve ile sınırlı değil. Google’dan Amazon’a, nasıl ele alacağımıza bir türlü karar veremediğimiz ne varsa hepsi için geçerli bir halden söz ediyorum. Bu tuhaf “değer”in, mevcut kavram haritamızla kavranamayacak ve/veya o haritayı aşırı zorlayan birçok vasfı var. Birisi… Ekonomik ölçeğinin “olağanüstü” büyük olması. Neredeyse sınırsız olması.
Dünyada, günümüzde “yaratılan” değerin içinde, sözünü ettiğim “tuhaf” değerin hissesi olağanüstü yükseldi ve yükselmeye devam ediyor. Emeğin, toprağın, klasik manada “makine”nin ve hatta klasik manada “sermaye”nin değer yaratımındaki hisseleri ise daralıyor, bir tuhaf “faktör” onların boşalttığı alanları dolduruyor. O faktörü, kabaca, “ekonomik ölçeğin büyümesi” olarak tarif edebiliriz. PSG sadece Fransa liginde maç yapıyor olsa ve/veya PSG’yi sadece Parisliler izlese, diğer bütün bileşenleri bir araya getirseniz doğmayacak bir değer var. Bütün dünya izleyince “doğuyor”. İzlemeniz yetiyor. Bir de Mbappe forması alırsanız… Pastanın üstündeki çilek.
Sözünü edegeldiğim “şehirlileşme”nin arkasındaki “maddi zemin” bu.
Yani?
Eğer kasabalılar kazanırsa, ekonomik ölçeğin nerdeyse sınırsızlaşmasından kaynaklanan bu ekstra değer ortadan kalkacak. Kasabalılar dâhil herkesin bir biçimde bir ucundan sebeplendiği ekstra zenginlik ortadan kalkacak. İnsanoğlunun böyle bir manasızlığa rıza göstermeyeceğini varsaydığım için de, “şehirliler kazanacak” diyorum.
***
Mesele şu ki, şehirliler, dünyanın dört bir yanında, hemen hepsi birbirine entegre olmuş, bir biçimde kendiliğinden örgütlenmiş oldukları halde, siyasi açıdan “sahipsiz” görünüyorlar. Bir açıdan bakınca, şehirliliğin karakteristiği bu, şehirliliğin fıtratında var bir liderin peşinden sürüklenmemek… Öte yandan bakınca, lider eksikliği, yenilgiye yol açacak bir zaaf gibi görünüyor.
Bu hususta da Marks’a itimat ediyorum. Maddi şartlar belirleyicidir.
Ve…
Kasabalıların Hırvatistan’ın arkasında safları sıklaştırması, Trump’ın, Putin’in, Erdoğan’ın kendilerini birbirlerini arkalamak zorunda hissetmeleri, kasabalıların, eğer yalnız kalırlarsa şehirlilere yem olacaklarını hissetmiş oldukları manasına da gelebilir. Yani hal, öyle de okunabilir.
Ben yine şehirlilerin kazanacağı inancımı muhafaza edeyim, iyisi mi…