Sıradaki Savaş
İçinde yaşadığımız ekonomik kriz, bugüne kadar yaşananlardan yapısal olarak farklı. Dolayısıyla, daha önce denenmiş ve başarıya ulaşmış metotlarla aşılması, bana imkânsız görünüyor. Ancak benzer ilaçların kullanılacağını tahmin etmek zor değildi. Benzer ilaçlar kullanılacak, kısmi bir iyileşme görülecek, doz artırılacak, bir süre sonra başlangıç noktasına dönülecek gibi görünüyordu. Bütün bu tahminlerimi, bilenler biliyor, kriz sahayı vurmadan dile getirmiştim.
Bir uğursuz kehanetim daha vardı: Bu ölçekteki krizlerin dünya ölçeğinde savaşlara yol açmamasının neredeyse imkânsız olduğunu düşünüyordum.
On yıldır krizle birlikte yaşıyoruz. Dünyanın neredeyse bütün ülkelerinde krizin bedelini, en çok, genç ve eğitimli nüfus ödüyor. Zaten muhtelif sebeplerle önceki nesillerden farklılaşan bu nesil, krizin biçimlendirdiği ekonomik şartların da zorlamasıyla, bambaşka bir nesil olarak zuhur etti —teferruatına şimdilik girmeyeceğim. Onların sosyolojik ve psikolojik tutumlarının da yardımıyla, krizle birlikte yaşamayı sürdürebildik.
İlaveten, bir noktada bana öyle gelmeye başladı ki, büyük güçler muhtemel bir savaşa fena halde isteksizler. Gerekirse ciddi ölçeklerde tavizler vermeye bile razılar, yeter ki büyük bir dünya savaşı çıkmasın… Gibi gelmeye başlamıştı bana.
Derken…
Geçen hafta Amerikan borsaları alarm vermeye başladı. “Telaşlanacak şey yok, beklendik bir düzeltme” diyerek karşılandı ama… Beklenmeye bekleniyordu, bir itirazım yok. Ama ölçeği ve süresi, sanki daha büyük ve kalıcı çöküşlere işaret ediyor da olabilir. Bir yandan da, daha 2016 ortalarında, krizin kontrol altına alındığı bilmem kaçıncı defa ilan edildiğinde, devletlerin ecza dolaplarında hiç stok kalmadığı da itiraf edilmişti. Yani ateş yeniden yükselmeye başlarsa yapılabilecek pek bir şey de yok gibi görünüyordu.
Dolayısıyla Amerikan borsalarının —ve ardından dünya borsalarının— yükselen ateşinden endişeliydim. Daha kötüsü, bu arada dünyanın politik tansiyonu da yüksekti. Bir yanda Trump – Kuzey Kore düellosu, bir yandan Rusya’nın bir vakittir 2010’ların başındaki Rusya olmaması ve… Öte yandan elbette Suriye…
Derken öğrendim ki The Economist’in önceki haftaki sayısının dosyası savaşmış. Kapak boyu “The Next War” (herhalde Sıradaki Savaş diye tercüme etmek en doğrusu) başlığıyla anons edilmiş. Alt başlık daha da ürkütücü: The growing threat of great-power conflict (Süpergüçler arasındaki ihtilafın yükselen tehdidi).
Ve dün… Suriye’de İsrail ve İran temas ettiler. Göründüğü kadarıyla ABD İsrail’in arkasında yerini almakta saniye sektirmedi. Rusya ise tarafları serinkanlı olmaya davet etse de, İran’ın yanında yer alıyor olduğundan şüphelenmemizi gerektirecek hiçbir şey yapmadı. Bu arada bir İsrail uçağı düşürüldü, İsrail Şam’ı bombalamaya başladı ve saire…
The Economist, zaten yıllardır söyleyegeldiği “dünya barışının garantörü güçlü bir ABD’dir” sloganını tekrarlayıp, Obama’nın ABD gücünü kullanmaktaki gönülsüzlüğünü hatırlattıktan sonra, “Trump Obama’dan farklı ama o da ABD gücü denen şeyi tamamen yanlış anlamış bir halde” gibi bir tespitte bulunuyor. Rusya ve Çin’in ise ABD’nin teknolojik üstünlüğünü dengelediklerini —en azından farkı bir ölçüde kapattıklarını— iddia ediyor. Bizi ilgilendiren yanı şu ki, bir tarafta Trump var, öte tarafta da önümüzdeki ay seçime gidecek bir Putin. Sahada, kendilerine yar olmayacaksa dünyayı yakmakta tereddüt etmeyecekmiş gibi görünen İsrail ve İran. Yaptıklarının nereye varabileceğini hesaba katmaktan tamamen aciz görünen Kuzey Kore’yi ve bizi saymaya lüzum bile görmüyorum.
Pazartesi günü piyasalar nasıl uyanacak, sosyolojik zemine ne ölçekte stres binecek, Washington, Moskova, Tahran, Tel Aviv, Pyongyang, Şam ve Ankara’daki manyaklar bu strese nasıl reaksiyon gösterecekler? Her biri dünya kadar kıymetli şu kadar çocuğumuzu kaybettiğimiz dünü arar hale gelecek miyiz?
Geçer umarım.