Siyaset Yapılmıyor Derken…
HDP misali üzerinden gidelim. 8 Haziran sabahı mutlu kalkanlar, sadece HDP’ye oy verenlerdi. Neticede ancak dördüncü parti olmuşlardı ama seçimin gerçek galibi HDP gibi hissediliyordu. Herkes tarafından…
Seçimden önce yazmıştım, barajı geçemeseler bile Türkiye’yi değiştirmişlerdi. Zaten sandıklar sayılmadan da galiplerdi yani. Ama 8 Haziran günüyle birlikte, HDP’ye bir haller oldu. Nutukları tutuldu.
Kısa sürede gelişen kanlı olayların HDP’yi köşeye sıkıştırdığını kabul ediyorum. Her şey bir yana, canlarından bile endişe ettiklerini de tahmin ediyorum. Ama bu köşeye sıkışmışlık, aynı zamanda müthiş bir imkândı. Şöyle ki (geçen gece bir mebus arkadaşımın yaptığı benzetmeyi ödünç alıyorum), buz, üzerinde dengede durmayı güçleştiren bir zemin. Ama buz dansı yapanlar, üzerinde dengede durmanın çok daha kolay olduğu zeminlerde, mesela çimde yapamayacakları hareketleri, buz üstünde olduklarından yapabiliyorlar. Neticede onlar için de buz çime kıyasla denge sağlamayı güçleştiren bir zemin. Ama o estetik de, ancak buz zemin üzerinde sergilenebiliyor.
Öte yandan, seçim öncesi de HDP için son derece kaygan bir zemindi. O zemin sayesinde, zeminin elverişsizliği sayesinde başardılar başardıklarını. Kürt olmayan yüz binlerce genç, o kaygan zemindeki performansları yüzünden HDP mührünün altına vurgular “evet” mührünü.
Neler yapabilirlerdi? Bilmiyorum. “İyi ama sen de eleştiriyorsun da ne yapılması gerektiğini söylemiyorsun” diyecek olanlara, tekrar olacak ama, hatırlatayım: Buzun üzerinde acemice ayakta kalmaya çalışan, sonra da düşen birini görünce, “buzun üzerinde durmayı bilmiyor” diyebilirim. Bunu diyebilmek için buzun üzerinde durabilmem, flip veya axel atlayışı yapabilmem gerekmez.
“Buzun üzerinde durmayı bilmiyor” diyebilirim ve bence çoğumuzun demesi gerekiyor. Çünkü Türkiye’de buz dansını, buzun üzerinde durmayı bilmeyenler yapıyor. Hasbelkader piste çıkmış, ama buzun üzerinde düşmeden durabilmek için pistin kenarındaki tırabzana tutunması gerekenler buz dansı yapıyor. Mesele sadece HDP meselesi değil, bütün partiler öyle. Meselelerimizin çoğu da, bu yetersizlikleri yeterli kabul etmemizden kaynaklanıyor.
***
Dünya değişiyor. Türkiye daha hızla değişiyor. HDP’nin seçimden önce Türkiye siyasetinin gündemine soktuğu şeyler, eski tüfekler ve LGBT oldu. Listelerde çok sayıda –dünyanın yeni şartlarına adapte olmamayı bir meziyet olarak gören– eski tüfek, seçim bildirgesinde de Kürtlerden çok LGBT vardı.
Kendi hesabıma, akranlarım olan eski tüfeklerin –işe yaramayacak bile olsalar– bir tür antika olarak değer kazanmasından, ömürlerinin son deminde bir nebze itibar görmesinden şikâyetçi değilim. Aksine, memnun bile oldum. LGBT ile bir alıp veremediğim de yok. Ama yine de daha ağır sıkıntılarımızın olduğunu düşünüyorum. (Devam etmeden şunu da ekleyeyim: HDP’ye omuz verenler eski tüfeklere itibar kazandırdığı, LGBT’yi normalleştirdiği için vermedi.)
Kohl Almanları, Doğu Almanya ile birleşmenin yol açacağı iktisadi ve sosyal sarsıntılara hazırladı, razı etti ve birleşmeyi sağladı. Büyük ve uzak bir hayali, muhaliflerinin her muhalefetini bir kaldıraç olarak kullanarak, ağır ağır yaklaştırdı ve sonunda gerçek kıldı. Neticede, kendi değiştirdiği Almanya’ya uyum sağlayamadı –aslında sadece 68 yaşındaydı– emekli olmak zorunda kaldı. Kendi değiştirdiği şartlara uyum sağlayamaması bir ferdi başarısızlıktır. Ama şartları Almanya’nın lehine değiştirmesi, müthiş bir siyasi başarı hikâyesi olarak, yüzlerce yıl hatırlanacak.
Kohl kıratında bir siyasi parti genel başkanımız olsaydı ne olacaktı? Karşısında doğru dürüst bir muhalefet olmadığından, herkes buz zeminde tırabzana tutunarak yürüme karşılığı olarak alkış bekliyor olduğundan, (a) sergilediği beceri zaten herkesi alt etmeye yetecekti ve başlangıçta her ne idiyse öyle kalacaktı, kendisini geliştirmeyecekti, (b) yapabileceği kim bilir ne kadar estetik hamleleri yapması için kendisine yaslanması gerekecek bir partner bulamayacak, o hamleler yapılmamış olarak kalacaktı. Biz de yapılabilecekken yapılamamış olanı –her vakit olduğu gibi– bilemeyecektik.
Türkiye siyasetinde, AKP, CHP ve MHP, pistin üç kenarındaki tırabzanları tapularına geçirmiş, kendilerine yakın tribünlerden alkış almayı marifet sayarak siyaset yapıyor. Kanıksandılar ve kazara biraz daha çok marifet sergilerlerse şaşıracağız. Hayra yormamız da müşkül olabilir. Elbette bu hal, bahse konu olan üç partinin hiçbir maharet sergilemeden pistte kalmayı sürdürüyor olmalarını mazur görmeye de yetmez, yapmaları gerektiği halde yapamadıkları şeylerin bize ağır maliyetleri olduğu gerçeğini de değiştirmez. Ama misalimiz HDP ve onun üzerinden devam edelim. HDP sanki buzda marifet sahneleyecekmiş gibi fırladı piste. Ve 8 Haziran sabahı, boşta kalan, daha önce AKP’nin ara sıra uğradığı tırabzana tutundu.
***
Türkiye’nin ancak siyasetle çözülebilecek çok ağır problemleri var. Mesela Kürtlerin silah zoruyla kazandıkları mevzilerin silahla kazanılmadığı, mesela biz iyi insanlardan müteşekkil bir millet olduğumuz için kazanıldığı yalanına hepimizin inandırılması gerekiyor. Aksi halde –Akşam’da yazarken yazmıştım– sosyal düzeni tesis etmek giderek imkânsızlaşabilir. Mesela, eğer Kürtler alıp başlarını gideceklerse, bunun kimse için bir yenilgi olmamasını sağlayacak şekilde toplumun hazırlanması gerekiyor. Yok, eğer Kürtler Irak ve Suriye Kürtlerini de alıp geleceklerse, bunun sosyal, iktisadi, hukuki altyapısının hazırlanması gerekiyor.
Kaldı ki, meselelerimiz Kürtlerle sınırlı da değil. Çok derin iktisadi problemlerimiz var. Sanayi devrinin sonuna geldik, yeni bir iktisat var artık ve Türkiye’nin ne beşeri sermayesi, ne de iktisadi altyapısı yeni şartlara uyum sağlayabilecek gibi değil.
Bu hususta da çok sevdiğim, tekrarlayıp durduğum bir misal var. Kennedy’nin “Aya Yolculuk” projesi, aslında, dinamizmini önemli ölçüde yitirmiş, önde olmanın getirdiği rehavetle risk almayan bir iktisadi sistemi, yeniden yapılanmaya ikna projesiydi. Aya insan indirip indirmemek tali bir mevzuydu. ABD’de gittikçe yayılmaya ve derinleşme başlayan Sovyetler korkusuna bir panzehir oldu, toplumun kendisine güvenini tazeledi, evet. Ama hiç göz ardı edilmemesi gereken neticelerin başında, projeye akıtılan milyarlarca dolar marifetiyle, endüstrinin yeni teknolojiler üretip, o teknolojilere uyum sağlayacak şekilde dönüşmesi geliyor.
Siyaset böyle bir şey. Bizim seyrettiğimiz gibi bir şey değil. Yemin ederim.
***
Bitirmeden vurgulayayım: HDP’ye oy vermiş çok sayıda tanıdığım var. Muhtelif sebeplerle oy kullanmamış ama eğer kullansaydı HDP’ye oy verecekti olan, bu seçimde muhtemelen şartları zorlayıp oy kullanacak ve HDP’ye oy verecek olan çok tanıdığım da var. Ne HDP’ye oy vermiş ve ne de verecek olanları caydırmak filan derdinde değilim.
Ben oy kullanmıyorum. Dolayısıyla “kime oy versem” diye düşünmüyorum da… Ama oy kullanacak olsam, galip ihtimal, HDP’yi tercih ederdim. Derdim HDP veya başka bir partiyle değil yani. Bizim siyasete ihtiyacımız var ve Türkiye’de siyaset yapılmıyor, bunu tekrarlamaktan başka derdim yok.
AKP’liler AKP’nin siyaset yapmasını sağlasa, CHP’liler CHP’nin, MHP’liler MHP’nin siyaset yapmasını sağlasa, belki sandık neticeleri çok değişmez. Ama hepimiz bugünkünden çok başka türlü, geleceğe daha hazır, gelecekten daha ümitli, kendimize daha çok güvenen insanlar oluruz.
İyi bir CHP, herkes için, hepimiz için, kötü bir CHP’den iyidir. İyi bir MHP, iyi bir AKP ve iyi bir HDP de…