Siyasete Girdim
Bir barkod üreticisinin, “bagajı olmayan yolcular check-in kuyruğunda beklemeseler, mobil cihazlarına barkod yollasak” dediğinde, pilotun birinin çıkıp “havayolu taşımacığıyla ilgileniyorsan pilot ol” demesi ne kadar akla uygunsa, Erdoğan’ın herkese durmadan “siyasete girin” diye meydan okuması da o kadar akla uygun.
Besbelli Erdoğan’ın aklına, ona akıl verip duranların akıllarına çok uygun ama o akıllarla dünyada herhangi bir işin hakkından gelmek müşkül.
Diyecekler ki şimdi, “o akıllarla kaçıncı seçimden zaferle çıktık”. E evet, kaçıncı seçimden zaferle çıktınız ama memleket tarumar. Demeyecekler ama tebessüm ederek akıllarından geçirecekler ki “avun dur, sen meteliğe kurşun atarken biz küpümüzü doldurduk bu akıllarla”. E evet, bu hususta da haklılar.
Tekrar pahasına söyleyeyim: Memleketin futbol düzeni tarumar olmuş. Her yıl yine de bir şampiyon çıkıyor. Bir yığın vasıfsız insan da küpünü dolduruyor. Siyasetin halinin hiç farkı yok. Her seçimin bir kazananı çıkıyor, bir yığın kişi küpünü dolduruyor. Çünkü Evren’in memlekete sokuşturduğu düzenden bu çıkar ve ancak bu çıkar.
Daha önce söyledim, havayolu taşımacılığı gibi son derece içine kapanık bir sektörde bile hemen herkesin söyleyecek sözü, yapacak işi var. Siyaset, tabiatı gereği, zaten herkesin içinde yer aldığı bir alan. Siyaseti biz yapıyoruz. Hepimiz. Ama bir tür uzmanlık alanı olarak siyaseti kendi işi zanneden biri Başbakanlık koltuğunda oturuyor.
Eskiden şüpheleniyordum, kendisi işin farkında da, bizi mi dolandırıyor diye. Artık iman ettim ki, Erdoğan sahiden de siyaseti bir tür uzmanlık alanı olarak görüyor. E, hal buysa, başka uzmanlık alanlarına niye saygı göstermiyor? Niye köşe yazarlarının, yargıçların, heykeltıraşların, mimarların ve daha kim varsa herkesin işine karışıyor? Orası meçhul.
Uzmanlık demode bir kavram. Toffler, uzmanlığı, ikinci dalga medeniyetinin derin kodunun bileşenlerinden biri olarak saymıştı. Haklıydı. Uzmanlık, insanlık tarihinin son derece kısa bir dönemi boyunca, hak ettiğinden çok daha fazla saygı gösterilen bir kavram. O dönem artık bitti. Erdoğan’ın düşmanlarının çoğu o dönemde yaşıyorlar ve sadece uzmanlığı değil, ikinci dalga medeniyetinin diğer miadını doldurmuş kavramlarını da kıskançlıkla muhafaza etmeye çalışıyorlar. Değişmediler. Değişemediler. Değişen dünyanın dışında kaldılar. Kendi kuytularında “ah ne güzel olacaktı”larla avunup duruyorlar. Onlardan ve müzelik kavramlaştırmalarından kurtulmuşken biz, kerameti kendinden menkul bir Erdoğan’ın marifetiyle, hayatımızın ta göbeğine geri dönüş yaptı aynı kısır kavramlaştırmalar.
Neyse… Bu mevzulara dönerim gene.
Şimdilik şöyle bağlayalım: Siyaset sadece siyasi partilerde yapılmaz. Mesela Erdoğan kendisine muhalif gazetecileri siyasete davet ediyor ama her bir zırvalığına kendisinin ve akıldanelerinin asla akıl edemeyeceği manalar imal edenler de siyaset yapıyorlar. Bir siyasi partide değil, gazete köşelerinde. Çünkü basın, zaten, tabiatı icabı, siyaset yapmanın bir aracıdır.
Ve yüksek yargı da… Yüksek yargı, dünyanın her yerinde, siyasi iktidarı denetlemek içindir. Zaten münhasıran bu kasıtla icat edilmiş bir şey. Başka ne yapsın isteniyor ki?
Siyasi iktidarı denetleme fonksiyonu, en az siyasi partilerde yer almak kadar siyasi bir faaliyettir. Ordunun böyle bir vazifesi yok. Hiçbir durumdan böyle bir vazife çıkarmaya hakkı da yok. Dolayısıyla ordunun siyasallaşma hürriyeti yok. Ama medyanın veya yüksek yargının siyasal olmama gibi bir seçeneği yok.
Yüksek yargı, elbette, tıpkı siyasi iktidarlar gibi, hata yapabilir. Türkiye’de çok yaptı. Yüksek yargının yaptığı hataların bedelini hep birlikte öderiz. Hep ödedik. Mesela Erdoğan gibi bir mecnunun bu vasıflarla, bu dünya tasavvuruyla bu kadar süreyle memlekette siyaset niyetine tuhaf şeyler yapmasına katlanmak zorunda kalmamız, ordunun haddini aşması kadar, yüksek yargının da fahiş hatalar yapmış olması yüzünden mümkün oldu.
Yüksek yargının şimdi yaptığı hata mıdır, değil midir, ayrı mevzu. Ama memleketin Başbakanlık makamında oturan adamın, kendisine muhalif olan herkese “siyasete girin” diye meydan okuması, siyaset denen alanın kendisinin üzerinde tepindiği minderden ibaret olduğunu zannetmesi, yüksek yargının hata yapmasından çok daha tehlikeli bir hal. Bedelini hepimiz öderiz, ödüyoruz. Ödeyeceğiz de…
Allah Erdoğan’a uzun ömür versin. Yediği haltların bedelini o da ödesin. Başımıza birkaç neslin hesabını ödemek zorunda kalacağı bir Menderes daha çıkmasın, bana kafi.