Sokak Çocukları

Rahmetli Özal köşkte ikamet ederken, bir kanun mu, kararname mi, artık hangi husustaysa Demirel ile ters düşmüşler. Tam da o tarihlerde Demirel’in yurt dışına çıkması gerekmiş. Demirel giderken, Başbakanlığa vekâlet edecek olan rahmetli İnönü’yü “şimdi Özal seni çağırır, bir mazeret bul, ben dönene kadar köşke çıkma” diye ikaz etmiş. Ama Demirel yurt dışına çıkar çıkmaz Özal’ın çağırdığı İnönü, davete icabet etmemeyi adabına yedirememiş, köşke çıkmış. Özal ne yapmış etmiş, İnönü’yü kendi tezine ikna etmiş. Demirel dönmeden de kanun mu, kararname mi her neyse, Özal’ın istediği gibi çıkmış.

Bu hikâye gerçekten yaşanmış mıdır yoksa yakıştırma mı bilmiyorum. Rivayete göre Demirel durumdan haberdar olunca parlamış. Yanındakilere, rahmetli İnönü’yü kastederek, “Yahu Turgut da, ben de sokakta akranlarımızı üterek, ütülerek büyüdük. Pembe Köşk’te büyümüşsün, Turgut’la aşık atabilir misin?” diye yakınmış.

***

Ankara Fen Lisesi’nde ilk sınıfta kaldığım yurt odasının penceresinin pervazına bir aforizma kazınmıştı: “İnsan doğuştan ne akıllı, ne de zekidir. Akıl ve zekâ hayatın içinde meydana gelir. Rüzgâr olmasaydı ağaçların kökleri bu kadar sağlam olmazdı.

Ağaçların köklerinin sağlamlığı sadece genetik kodlarından mıdır, rüzgârın ne kadar hissesi var, bir şey söylemek müşkül. Wilson’un Sociobiology’yi yazdığı 1975’ten bu yana bilim dünyasının en hararetli tartışması, kâh harlanıp kâh küllenerek, bu sorunun etrafında yaşanıyor. Genetik alanında gerçekleşen hemen her gelişme de, tayin edici olanın genler olduğu şeklinde yorumlanıyor. Yani, rahmetli İnönü’nün yetişme şartlarının, rahmetli Özal’ın oyununa gelmesinde pek de etkili olmadığı tezi güç kazanıyor gibi görünüyor. Ama ben, sokakta akranlarıyla misket oynama fırsatı bulsaydı, Erdal beyin bambaşka olmasa da, başka türlü bir adam olacaktı olduğunu düşünmeyi tercih ederim.

***

Muhtemelen kimsenin kimseyi ütmediği, steril, nezih bir dünya hayali kuranlardansınızdır. Öyle bir dünya yok. Olsaydı da fena halde can sıkıcı bir şey olurdu. Dünyayı yaşanır kılan hemen her şey sokak çocuklarının eseri. Özellikle de siyaset, sokak çocuklarının işidir.

Yalılarda büyümüş olsa da, Türk siyasetinin son dönemde gördüğü nadir sokak çocuklarından biri olan Tansu hanımın, kazandığı ilk DYP kongresini müteakip, “partiyi ağzı çorba kokanlardan temizleyeceğim” dediği rivayet edilir. Nitekim elinden geldiğince temizledi de. Tertemiz, nezih mi nezih ve lakin siyaset yapma kabiliyeti olmayan bir DYP’si oldu. Şimdi geri dönüp baktığında, eğer sokak çocuklarının yerini muhallebi çocuklarıyla doldurmasa neler olabilirdi düşünüp hayıflanıyor mu, bilmiyorum. Ama şunu biliyorum. Erdoğan Demirören bir sokak çocuğuydu. Mahdumları ise her rüzgârdan muhafaza edilmiş bir muhallebi çocuğu.

Sokakta büyümüş olmanın kendi başarılarında ne kadar mühim bir hissesi olduğunu takdir edebilmek, önemli bir meziyettir. Bunu takdir edebilenler, çocuklarını rüzgârdan muhafaza etmezler. Takdir edemeyenler, işte mahdum beyler ne kadar yaş alırsa alsın büyüyemediği için, her dem onlara oyuncak bulmak zorunda kalırlar. Koskoca kulüpler veya siyasi partiler de çocukların elinde oyuncak olur.

Cemalettin N. TAŞCI

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin