Su
Seksenlerde öfkeli olmak, sonradan ulusalcılığa doğru metamorfoza uğrayacak olan kesimin tekelindeydi. Televizyonlarda tartışma programları yeni yeni yaygınlaşıyordu ve her tartışma programında, memleketin huysuz sahiplerinden biri veya bir kaçı mutlaka yer alır, herkesi azarlarlardı. Yine öyle bir programda, gidişata ziyadesiyle öfke duyan biri, lafı nereden getirdiyse, Cola reklamlarına getirdi. Bir taşla iki kuş vurmuş oluyordu: Hem Amerikan tarzı Cola’ya, hem de Cola’yı hayatımıza entegre eden reklamcılık kavramına aynı anda itiraz edebiliyordu. “Madem bu kadar mahirler, suyun reklamını yapsınlar kardeşim” dedi, muazzam bilgeliğiyle. Ben de ertesi gün, “eğer su reklamlarının parasını ödeyen birileri olursa neden olmasın” diye yazdıydım.
Benimki sadece laftı. Ne suyun reklamı yapılabileceğini, ne su reklamlarının su tüketimini artırabileceğini filan hayal bile edemezdim. Ama şöyle olmuş: 2009’da Amerikalılar, şişelenmiş suya 21 milyar dolar harcamışlar. iPhone’lara, iPod’lara ve onlara yükledikleri bütün müziklere ve uygulamalara harcadıkları paradan daha çoğunu… (2009 su işinin zirve yaptığı yıl da değilmiş, 2008’den itibaren düşmeye başlamış ve bu bilgileri öğrendiğim The Big Thirst adlı kitabın yayın tarihi olan 2011 yılına kadar da düşmüş anlaşılan. Sonrası hakkında bir fikrim yok.)
Anlaşılan o ki, Amerikan şişelenmiş su pazarının üç büyük şirketi, Nestle (Pure Life), Coke (Dasani) ve Pepsi (Aquafina), şebeke veya artezyen suyunu işleyip şişeliyorlar. Yani aslında bedava olan bir şeyi ciddi fiyatlar karşılığında satıyorlar.
Algı, sen nelere kadirsin!
***
Obama ve ailesi, seçim gecesi FIJI suyu içerken fotoğraflanmışlar. FIJI, Amerikan su pazarındaki ithal sular arasında Perrier ve Evian’ın önünde, birinci sırada yer alıyormuş. Los Angeles’a 5520, Miami’ye 7480 mil uzaklıktan gelen suyun kaynağı Fiji adalarında yaşayanların yarısından fazlası temiz içme suyuna sahip değilmiş. İyi mi?
***
Otuz yıl önce böyle bir iş yoktu. Şimdi var.
15 yıl önce Büyükerşen, Eskişehir’in Kalabak suyunu şişeleyip satmak için bir tesis kurmaya karar verip, bir fizibilite çalışması istediğinde, çalışmayı yapan ekibin bir parçasıydım. Bana tamamen saçma görünmüştü böyle bir iş. Şöyle düşünün: Satacağınız malın maliyeti içinde malın kendisinin payı hiç mertebesinde… Maliyetin neredeyse tamamı ambalaj ve taşıma maliyetinden oluşuyor… Buradan kârlı bir ticaret çıkar mı?
Çıktı.
Türkiye’de henüz, bildiğim kadarıyla, Perrier veya Evian’a yaygın olarak rastlamıyoruz. O günler de gelecek mi? Veya mesela Kalabak’ı Paris süpermarketlerinde görecek miyiz? (Emirdağlıların bol miktarda bulunduğu Brüksel civarında Kalabak satıldığını duymuştum. Fantezi gibi gelmişti bana. Ne kadar geri kafalıymışım!)