Tabela

Türkiye futbol liginin 1959’da başladığını kabul edersek, ilk on sezonun dokuzunda Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray ilk üç sırayı paylaştı. Sadece bir defa, Gençlerbirliği, Fenerbahçe’yi dördüncülüğe itip ilk üç sıraya girebildi. On birinci sezonda bu üç kulübün dışında bir kulüp — Eskişehirspor— ligi Galatasaray’ın ardından ikinci bitirdi ve şampiyonlukların bu üç kulüp dışında başka kulüplerce de kazanılabileceği ümidine yol açtı. Ancak bahse konu olan üç kulüp, o sezonda da ilk dört içinde yer aldılar.

Ama…

Ertesi sezon Eskişehirspor, bu defa Fenerbahçe’nin ardından ikinci olurken, Galatasaray ve Beşiktaş sekizinci ve dokuzuncu sıralarda kalmışlardı. Sonra da yirmi yıl boyunca İstanbul’un üç büyük kulübü ilk üç sırayı paylaşamadı. Sonra? Sonra ağır ağır başa döndük. Eskişehirspor’un döşediği yoldan geçerek şampiyonluğu ilk defa İstanbul dışına çıkaran Trabzonspor ile birlikte dört kulüp uzun süre tepedeki pozisyonları aralarında üleştiler ve nihayet Trabzonspor’un da defteri dürüldü. İstanbul’un üç kulübü, zaman zaman aralarına beklenmedik —ve birer sezonluk— misafirler alarak, ülke futbolunun mükâfatlarını aralarında paylaşmayı sürdürdüler.

Neticede, ülkede spor denince akla futbol geliyor iken, futbola ve özellikle de bu üç kulübe devlet, mesela Hollanda kulüplerinin hayal edemeyeceği destekleri sağlıyor iken, her bir kulübün ülkenin dört bir yanında, bazı Avrupa ülkelerinin toplam nüfusundan fazla taraftarı var iken, şöyle iken, böyle iken, ancak bir Avrupa şampiyonluğu getirilebildi Türkiye’ye… Tek final, tek şampiyonluk. Ülke futbolu, sahip olduğu sosyal ve kurumsal desteğin umdurduğu ile kıyaslanmayacak kadar kısır kaldı. Ne dişe dokunur bir futbolcu ve ne de dişe dokunur teknik adamlar yetiştirebildik. Avrupa’daki Türklerin arasından yetişen futbolcular sayesinde Milli Takımlar düzeyinde biraz heyecan yaratabildik ama işte o kadar.

İddia ediyorum ki, Eskişehirspor’un beklenmedik çıkışıyla başlayan çiçeklenme devam etseydi, Türk futbolu, bugün olduğundan çok başka yerde olacaktı. Ama etmedi. Neden? Çünkü önce hakemler marifetiyle Eskişehirspor’un önü kesildi. Galatasaray ve Fenerbahçe şampiyon oldular mı? Oldular. Ertuğrul Aybay gibi tetikçiler Eskişehirspor’u doğrayınca Fenerbahçe muradına erdi mi? Erdi. Hani şimdi atı alanın Üsküdar’ı geçmesi gibi…

Sonra?

Sonra Eskişehirspor ısrarcı çıktı. Her sezon, her sezon hakemlerle şampiyonluk gasp etmek de futbol kamuoyunun vicdanını rahatsız etmeye başladı. İstanbul’un züppeleri ağırlıklarını koydular ve hasılat taksim sistemini değiştirdiler. O güne kadar beraberlikte gişe geliri üleşiliyor, kazanan takım gelirin yüzde altmışını alıyordu. “Herkes kendi stat gelirini alacak” dendi.

Ve Eskişehirspor ile birlikte, onun peşinden gelen kulüpler hızla eridiler.

***

AKP’liler 16 Nisan’a “kazandık” diye bakıyorlar. Kazandılar mı? Kazandılar. Ertuğrul Aybay ve diğer hakemler marifetiyle Fenerbahçe nasıl kazandıysa öyle kazandılar. Tabela öyle gösteriyor.

Ama Türkiye kaybetti.

Zaten dünya liginin alt sıralarındaydı, artık oradan da aşağıya hızla yol alacak.

YSK’ymış, sandık hileleriymiş, mühürsüz oy pusulalarıymış, onlardan söz etmiyorum. Sözünü ettiğim şey, oyunun kurallarını deforme ederek, kazanmak için her şeyi mubah görerek, kaba kuvvetle kazanmayı marifet olarak kabul eden kasabalı zihniyet. Şark kurnazlığıyla devlet bankalarının reklam bütçelerini bile yalanlarını yaymak için kullanmayı marifet zannetmek. AKP ve Erdoğan aha işte o. Onların kazancı, memleketin kaybı.

Akşam’da yazarken yazmıştım, eğer Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş bu kasabalı zihniyetle yarışmak yerine, kurallara uyup kendilerini geliştirmeyi tercih etselerdi, eğer hakemler ve federasyon bu üç kulübün elinde oyuncak olmasaydı, muhtemelen bugün sahip olduklarından beşer onar eksik lig şampiyonlukları olacaktı ama müzelerinde ikişer üçer Avrupa şampiyonluğu kupası yer alacaktı. Belki Barcelona, Bayern, Manchester United olamayacaklardı ama Ajax, Monaco, Anderlecht olabileceklerdi.

***

AKP’liler ya ahmak olduklarından veya kendileri dışındaki herkesi ahmak zannettiklerinden —galip ihtimal her ikisi yüzünden— memlekete 16 Nisan’da kazıkladıkları şeyi, Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’yi meşrulaştırması gibi meşrulaştırıyorlar. Aziz beye göre, malum, futbol Fenerbahçe sayesinde gelirleri elde ediyor, o halde Fenerbahçe de uygun hisseyi almalı. Ama bilmiyoruz, eğer Türkiye’de her sezon başlarken beş, altı takım doğal şampiyonluk adayı olsaydı… Ligdeki her takım, bir gün şampiyon olabileceğini bilseydi… Tribünler yine böyle bomboş mu olacaktı.

Bilmiyoruz ama tahmin edebiliriz. Eğer adil rekabet şartları olsaydı, muhtemelen Türk futbolunun marka değeri şimdikinden daha yüksek olacaktı. Daha çok heyecan, daha yüksek kalite ve daha çok seyirci…

AKP’liler de Aziz Yıldırım akıllarıyla, öyle çeşitlilik filan gerekmediği, motor olan kimse onun elinin güçlendirilmesinin memleketi uçuracağı filan gibi derme çatma laflarla pazarlıyorlar orta yere pisledikleri şeyi. Kıyamıyor insan elbette, neticede yaptıkları işin pazarlanabilir herhangi bir özelliği yok, ne yapsınlar. Tırnak ucu kadar akıl, izan, namus sahibi birinin müdafaa edebileceği bir şey değil yaptıkları şey de… Müdafaa etmeye mecburlar garipler, ne yapsınlar?

Aslında mesele şu: Fenerbahçe Eskişehirspor ile rekabet edebilecek kabiliyete sahip değildi, Erdoğan da herhangi bir vasat politikacı ile rekabet edebilecek vasıflara sahip değil. Hiç değildi. Daha baştan, adil oynansa hiçbir oyunu kazanabilecek biri değildi. Yıllar geçti, durmadan kazandırıldı, hiçbir şey öğrenmedi, hiçbir vasıf kazanmadı —küstahlık ve kibir dışında… Herhangi bir rakibiyle televizyonda tartışabilecek biri değil, herhangi bir normal gazetecinin karşısına çıkabilecek bir cesareti de hiç sergileyemedi.

Ama tıpkı Fenerbahçe’nin, Galatasaray’ın, Beşiktaş’ın kazandırılmaları sayesinde cepleri para dolan vasıfsız futbolcular, Edirne’nin ötesinde kalp parayla metelik etmeyecek zavallılar memlekette futbol ilahı niyetine pazarlandıkları gibi, Erdoğan kazandıkça da manasız bir zevat bakan, vekil, müsteşar, müteahhit, köşe yazarı filan muamelesi görüyor. Onlar, memleket siyasetinin görüp gördüğü en zavallı, en cahil, en beceriksiz mahlûku peygamber niyetine kazıklamak zorundalar, ne yapsınlar?

Aslında mesele —ilaveten— şu: On beş yıldır herhangi bir işi hakkıyla becerememiş, durmadan “ama yaptırmıyorlar ki” mazeretleri üretmiş, bu yüzden durmadan rakiplerinin ellerinin, kollarının bağlanmasını talep etmiş, yine bir şeyi becerememiş, bu defa ayaklarının bağlanmasını talep etmiş, yine becerememiş, bu defa içeri tıkılmalarını talep etmiş bir zavallının kendisinden daha zavallı çetesi, 16 Nisan’dan da bir zafer hikâyesi çıkarıyorlar. Haklılar. Muzafferler. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş’ın bir vakitler muzaffer olup durmaları gibi muzafferler. Neticede Türk futbolu mevta olmuştu, şimdi de Türkiye mevta…

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin