Taş Dile Gelecek
Hayatım boyunca harcadığım zihinsel enerjinin çok büyük bölümünü, devletle didişmeye harcadım. Devletle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile değil. Devletle didişmeye harcadım, “devleti nasıl ele geçiririm” diye de değil. Çok şematize etmeyi göze alacak olursam, devlet denen aygıt nasıl geriletilebilir diye kafa yordum yani.
Nasıl geriletilebilir?
Bir yanda, hangi kaynaklar nasıl kullanılabilir de devlet geriletilebilir diye sorulabilir. Siyaset nasıl kullanılabilir? Mahalli yönetimler devletin hangi rollerini nasıl üstlenebilirler? Sivil örgütlenmeler nasıl zuhur etmeli ki devleti geriletmede sağlıklı bir rol üstlensinler? Uluslarüstü teşkilatlar ne iş? Filan.
Öte yanda da, devletin boşalttığı alanlarda zuhur edecek olan sıkıntılar neler olabilir, hangi pratik problemler zuhur edebilir, yeni şartlar ne tür yeni örgütlenmelere ihtiyaç doğurabilir filan diye de sormak gerekiyordu elbette.
Bu tür fuzuli işlere olağanüstü kaynak ayırdım. Ayırabildim, çünkü Bedri Rahmi gibi “ben beyzade, kişizade / her türlü dertten topyekûn azade” yaşayabildim. Eh ailem varlıklı filan olduğundan değil —değillerdi. Ama şanslıydım diyelim. Yüksek bir standart talep etmedim, talep ettiğimi de devletin üniversitesinin bana ödediği karşılayabiliyordu.
Demek ki neymiş? Orada bir devlet var, ben de onu geriletmenin yollarını arıyorum filan. Bir yanda birileri devleti ele geçirmeye çalışıyor, başkaları onu yıkmaya heves ediyor, ötekiler göğüslerini ona siper etmiş —çünkü anlaşılan birileri kendi göğüslerini siper etmezse kutsal devlet ayakta kalamıyor gibi bir teori/pratik içinde, kendi işgal ettiğim pozisyon böyle bir şey. Bu kadar mütevazı…
Devlet ne? Nasıl bir şey? Uzun uzun tarifler yapmaya kalkışmayacağım. Ama işte orada, şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran, neyin suç olduğuna, neyin olmadığına karar veren, memleket dâhilinde gerçekleştirilen iktisadi faaliyetlerden haraç alan —ve vergi adı altında topladığı haracı meşru gördüğümüz— sonra bu sosyal kaynakları muhtelif alanlara tahsis eden bir teşkilattan söz ediyorum. Binlerce yıl boyunca rafine ola ola günümüze kadar gelmiş, yani zaman içinde değişmiş ve değişmekte olan bir teşkilattan…
Yeryüzünde bir yığın devlet var ve istisnasız hepsi, yukarıda saydığım —ve saymadığım— işleri işliyor. Hani hepimiz nefes alıyoruz, düşünüyoruz, yemek yiyoruz, temizleniyoruz, uyuyoruz filan ama her birimizin bu işleri yapış tarzları farklı ya, yeryüzündeki devletler de aynı işleri işleseler de, birbirlerinden çok farklılar. Farklı şartlardan geçmiş, farklı şekillerde büyümüşler yani.
Böyle bakınca, devlet denen kategorik şeyi geriletmek başka, Türkiye Cumhuriyeti Devleti denen şeye “sen şöyle az öte git, ben filanca işlerimi kendim hallederim” demek başka oluyor haliyle. Birbirinden farklı olan bu işlerden birini ötekine tercih etmek mecburiyetinde değiliz ama. En azından ben öyle bir tercih yapmak zorunda hissetmedim kendimi ve bir yandan muhayyel bir devlet kategorisiyle didişirken, bir yandan da “ne olacak bu memleketin hali” diye kahırlanmayı sürdürdüm.
Zurnanın zırt dediği yer de burada. Çünkü bir vakittir memlekette bir devlet yok. Eksiksiz fazlasız bir suç teşkilatı var devlet denen şeyin bir vakitler işgal ettiği yerde.
Bir adım geri atalım ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti neydi, nasıl bir şeydi, ona bakalım. Kendi akranlarından bir hayli az gelişmiş bir şeydi, zannımca mutabık kalabiliriz. Herhalde tekrarlamaya lüzum yok, devlet denen şeye, en olgunlaşmış, en rafine olmuş olanına bile itirazı olan biriydim/biriyim. Yani mevcut pratiklerin tamamı, az veya çok, suça bulaşmış, kirli ve hepsinden mühimi akıldışı nesnelerdi —bir ölçüde öyle olmaları da elzemdi elbette. Abuk sabuk şeyler yapabiliyorlar ve sıklıkla yapıyorlardı.
Ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ortalama ile kıyaslandığında, daha çok ve lüzumsuz şiddet kullanan, lüzumsuz suçlar icat edip vatandaşlarını —genellikle de derde derman olabilecek şekilde donattığı vatandaşlarını— içeri atan, vergiyi alması gerekenden değil de gücü yettiğinden alan, topladığı vergileri de manasız bir biçimde harcayan, yarını yokmuş gibi yaşayan, yarın gelip de dün yapmadığı işler yüzünden başı derde girdiğinde vasıflı vatandaşlarından bir bölüğünü daha içeri atarak kendisini kurtarmaya çalışan bir tuhaf şeydi. Dünyanın bütün devletleri içinde, galiba kendisini korumaya en çok muhtaç olanlardan biriydi, çünkü bütün dünya ona karşıydı. Neden öyleydi? Aklınıza böyle sorular düşmemesi lazımdı, çünkü düşerse devletin kendisini sizden de koruması elzem oluyordu. Neden oluyordu? Çok ileri gitmiş oluyordunuz. Sopayı görüyor muydunuz?
Ama işte, iyi kötü, bir devletti.
Şimdi?
Şimdi o devletimsi şeyin bütün kötü huylarını tevarüs etmiş ve fakat devlet olmanın icaplarının hiçbirini yerine getirmeyen bir şeye maruz haldeyiz. Bütün devletler suça bulaşmış idi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti daha çok suça bulaşıyor idi. Ama suç işlediğinde onu gizlemek, örtmek filan gibi dertleri vardı. Gizleyemez, örtemez olduğunda kendisi adına suç işleyeni adalete teslim etmemek gibi bir kötü alışkanlığı hep vardı ama yine de bu işi dayılanmadan, bir nevi utanarak yapıyordu mesela.
Şimdi?
Görüyorsunuz işte. Vatandaşlarının tepesine bomba atıyor. Sonra çıkıp “ama onlar da kaçakçılık yapmasaydı” filan diye arsız arsız konuşuyor. Üstüne giderseniz “vay sen terörist misin” diye üstüne geliyor. 15 yaşındaki çocuğu öldürüyor, sonra “ama cebinde bilyeler vardı” filan diye… Biliyorsunuz işte. Mafya olsa bu kadar fütursuz olmaz.
Devlet denen şey, devletle mücadele enstrümanlarını da ihtiva eden bir şeydi. Yani devlet denen kategori, son birkaç yüzyılda, devletle mücadelenin de devlet güvencesi altına alınması seviyesine olgunlaşmıştı. Daha önce de elbette devletle mücadele mümkündü ve devletler az veya çok buna müsamaha ediyordu. Ama bu müsamaha, son dönemde, ciddi ölçüde kurumsallaşmış, garanti altına alınmıştı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, malum çete tarafından ele geçirildiğinden bu yana, tersine tersine gidiyor. Uğurlar ola.
Adam Cemaatin KPSS sorularını çaldığını biliyor. Bilmese de biz yazıp çizip bildiriyoruz. Kimin çaldığı belli. Neden çalıyor? Soru çalmak gibi bir zevki olduğundan değil elbette. KPSS ne? Devlete memur yerleştirme aracı. Yani çalanın soruları neden çaldığı belli, devleti ele geçirmeye çalışıyor. Sonra, birkaç yıl sonra, Cemaat adamın ve çetesinin yaptığı hırsızlıkları faş ediyor. Vay, bunu nasıl yaparmış. 17/25 Aralık milatmış. O tarihten sonra Bank Asya’da işlem yapan, Cemaatin televizyonlarına çıkan, suçluymuş.
Bir defa, madem Bank Asya’nın, filanca televizyon kanallarının suçla irtibatı var, sen de devletsin ve biliyorsun, neden kapatmıyorsun ulan? Neden kapatmıyorsun? Onlar açıksa, faaliyet gösteriyorsa, ben vatandaş olarak bir yandan senin Cemaatle dövüştüğünü görürken bir yandan da Bank Asya’nın faaliyetini sürdürdüğünü görürsem ve “demek ki Bank Asya masummuş” neticesine varırsam, neden ben suçlu oluyorum?
Ama bir yığın kişi oluyor işte, görüyorsunuz. Nasıl oluyor da oluyor? Devlet işlese suça nasıl iştirak ettiği kolaylıkla tespit edilebilecek zevat Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan filan olmayı sürdürüyor, suç ortaklarını vali, rektör, emniyet müdürü, yargıç filan olarak atıyor. Devlet denen yerde bir başına devasa bir suç örgütü oturuyor artık. Keyfi olarak suç tarifi yapıyorlar. Suçu, kendileri suçsuz olacak şekilde tarif ediyorlar.
17/25 Aralık ne? Malum heyetin devleti nasıl soyduğunun, nasıl hırsızlık yaptığının faş edildiği tarih. Adam da çıkıp diyor ki, utanmadan, “aha tam da o tarihten itibaren Cemaatle irtibatlı olmak suçtur.” Böyle keyfi suç tanımı mı olur? Oluyor. Nasıl oluyor da oluyor? Suç tarifini hırsız yaparsa oluyor işte.
Ömrüm devlet denen aygıtla didişerek geçti. Şimdi çaresizim. Çünkü bildiğim belki de biricik şey devletle didişmek ve ortada didişecek bir devlet kalmadı. Bir vakitler devletin işgal ettiği, dolduramadığı ama dolduramasa da hiç değilse doldurmaya çalışıyormuş gibi yaptığı yerde, şimdi devasa bir suç örgütü oturuyor.
Durduk yerde, kendi kendilerine, kendi manasız hayatlarına mana katma hayaliyle, kendilerini devleti koruma vazifesine atamış, göğüslerini devlete siper etmekle bir nevi kahramanlık devşirmeye kalkan bir yığın zevzek de, adı Devlet olan zavallı liderlerinin koltuğunu koruma uğruna bu suç örgütüne koltuk değneği olmasını seyrediyor filan.
Filan.
Filan.
***
Bu kadar tekinsiz, bu kadar manasız, bu kadar aşağılık işlerin böyle küstahça işlenebildiği ortamda, akli bir şeyler varmış gibi yapmak da iyice manasız ama…
Beyzade diyesiymiş ki, “Cemal de her şeyi kolay zannediyor, gelsin kendisi yapsın kolaysa.” Eh, herhalde kolay değildir. Zaten ben de hiç tevessül etmedim, beni aşar. Ama talip olmuşsan, gücü eline almışsan, yaptığın/yapamadığın şeyin hesabını da vereceksin. Ortada bir bölücü terör örgütü varsa, onunla kırk yıldır dövüşülüyor ama arpa boyu yol alınamamışsa, zordur herhalde. Ama iş zor diye, insansız hava araçlarıyla, keyfine göre sağa sola bomba atamazsın.
Atamazsın. Nokta.
Atamazsın. Attın. Hesabını verirsin. “Atamazsın” diyene “sen teröristsin” diyerek olmaz. Dersen ne olur? Sen bir suç örgütünün mensubu, bir terörist olursun. Eh, suç örgütü olarak devleti ele geçirdiğin için benim hakkımdan gelebilir misin? Gelebilirsin. Ama bu, senin bir suç örgütü olduğun gerçeğini değiştirmez. Devlet artık bir terör örgütüdür. Sen de artık bir teröristsin. Nokta.
Ta Akşam’da yazarken yazmıştım, “devleti PKK’ya eşitlemeyin” diye. Şimdi devleti PKK’dan daha ilkel bir seviyeye gerilettiniz. O bile, kendi normlarına uygunsuz davranan mensuplarına hesap soruyor, cezasını kesiyor mesela. Suriye’de 3-0 önde başladığınız maçta, size —yani bize— fark attı. Aylar önce kendi kendime sordum, “ulan bu adamlar kırk yıldır dağdalar, bu kadar uzun süre dağda izole bir biçimde yaşayan adamlar bu çapta diplomasiyi nasıl öğrendiler de Suriye’de adım adım bu pozisyona ulaştılar” diye. Birkaç kişiye sordum, tatmin edici bir cevap alamadım. Kendi kendime bir cevap buldum ama. Rakipleri sizdiniz de ondan. Siz, yani PKK’dan bile daha ilkel bir suç örgütü. Bir mafya. Hırsızlar sürüsü.
Beyzade diyesiymiş ki, “kazanırsın seçimi, kuralları sen koyarsın”. Öyle mi? Seçimde sana oy veren, “15 yaşındaki çocuğu vur, ‘ama cebinde bilyeler vardı’ diye bık bık et, acılı anasını meydanlarda yuhalat” diye mi oy veriyor?
Eğer öyleyse, zaten size oy verenlerle birlikte, cehenneme kadar yolunuz var. Sizin vaziyet ettiğiniz memlekette yaşamak bile zül. Adam olana… Bu işleri kendinize yakıştırıyor olmanıza bir itirazım yok, tamamınız haysiyetsiz bir hırsız sürüsüsünüz zaten. Size oy verenleri de bütün bunlara destek olacak şekilde dönüştürüyor olmanıza itirazım var. O insanların bambaşka olabilirlikleri vardı diye düşünüyorum. Öyle düşünüyor olduğumu defalarca söyledim. Eğer yanılıyorsam, başka olabilirlikleri yoktuysa, az önce dedim, ört ki ölem. Sizin de cehenneme kadar yolunuz var. O milletle ne yaparsanız yapın.
Yok yanılmıyorsam, aha öyle günler gelecek ki… Taşın arkasına saklansanız, taş dile gelip “arkamda aşağılık bir mahlûk var” diye sizi ele verecek.
Verecek.