Taşlar Döşendi Ama…
Beni bilen bilir, başkanlık laflarının dolaşıma girdiği 2011-12’lerden itibaren, “Erdoğan’ın gücü başkanlık sistemini getirmeye yeter ama başkanlığı almaya yetmez” deyip duruyorum. Tarihi tecrübeyle sabit ki, taşları birisi kendisi için döşüyorsa, üstünden başkası geçer.
Çok metafizik bir tespit gibi mi görünüyor?
Öyle görünebilir ama değil.
Ornstein ve Sobel, The Healing Brain’in girişinde derler ki mealen, “beynin esas fonksiyonu vücudun sağlığını sürdürmektir. Ortaya bir sağlıksızlık hali çıktığında beyin teyakkuza geçer ve durumu kontrol altına alması, kabaca, 8-10 gün sürer. Siz bu sürecin başında ‘geçer’ diye beklersiniz, geçmediğini görünce hekime gidersiniz. Aslında hekime gitmeseniz de geçecektir, artık beyin meseleyi kavramış ve çözümü üretmiştir ama siz çözümü hekimden bilirsiniz.”
Ne alaka?
Trendler böyledir, sizi aldatır —bir eğilim varsa hep sürecekmiş gibi görünür insana.
Sizin için en ehven olan şeyleri hayal edersiniz ama gerçekleştirmeye gücünüz yetmez. Güç biriktirirsiniz, gücünüz sürekli artar. Gücünüz zirveye ulaştığında, hamlenizi yaparsınız ama artık güç grafiği zirveden geriye doğru salınmaya başlamıştır —siz gücün artış trendinin ilelebet süreceğini zannettiğinizden, hali idrak edemezsiniz. Şartları ikmal etmiş, sofrayı ziyafet için hazır hale getirmiş olursunuz ama artık o sofraya oturacak takatiniz kalmamış olur, bir başkası gelip sizin hazırladığınız ziyafete konar.
İşin dinamiği bu. Dinamik sistemleri, sistemlerin dinamik karakterini kavramak, Aydınlanmacı akılların en aciz kaldığı hususlardan biri. Dolayısıyla da “tarihi tecrübeyle sabit ki, taşları birisi kendisi için döşüyorsa, üstünden başkası geçer” dediğinizde, bilmiş tavırlarla “metafizik bu” diye üste çıkarlar.
***
Bir birikintinin kapladığı alanı “görürsünüz”. Ama derinliğini ve birikintiyi oluşturan sıvının yoğunluğunu “göremezsiniz”. İnsan beyninin beş duyuya tahsis edilmiş nöronlarının kahir ekseriyeti görmeye ayrılmıştır —bu yüzden hemen her dilde “Türk’ün aklı gözündedir” muadili bir laf vardır. Dolayısıyla biz, bir birikintinin alanı hakkındaki bilgimize, “görünür olana” ziyadesiyle mana yükleriz.
Ama…
İşi yapan hacim ve/veya kütledir. Yani o kapladığı alanı gördüğümüz birikintinin görmediğimiz derinliği ve/veya yoğunluğu, birçok hususta tayin edicidir. Erdoğan’ın arkasındaki destek genişti ama sadece geniş değildi. Aynı zamanda derindi —yani çok sayıda istenmeyen sinyali tolere edebilecek haldeydi. Ve aynı zamanda yoğundu —yani tutkulu ve heyecanlıydı.
Şimdi?
Erdoğan’ı destekleyenlerin ne kadarlık bir alanı kaplıyor olduğu veya 24 Haziran’da ne kadarlık bir alanı kaplayacağı hususunda bir tahmin yapmak istemiyorum. Ama aşırı sığlaştığını, dolayısıyla hacmin iş yapmak için lazım gelenin çok altına indiğini emniyetle söyleyebilirim. Yoğunluğun çok azaldığını, desteğin çok seyreldiğini, dolayısıyla kütlenin de kritik eşiğin çok altına indiğine kefilim.
Yani?
Erdoğan bu seçimi de belki alabilir ama seçimden sonrası seçim öncesinden çok daha zor olur Erdoğan için.
***
Başa döneyim…
Erdoğan bu seçimi kaybederse, ağır bir hezimete uğrayarak kaybederse, onun döşediği taşlardan başkası yürüyerek geçerse, benim için şaşırtıcı olmaz. Aslında İnce ve Akşener daha doğru oyunlar kurabilmiş olsalardı Erdoğan’ın ikinci tura kalamayacaktı olduğuna da yürekten inanıyorum. Ama üstünden on altı yıldır ağır bir kadastro geçirilmiş zeminde ancak bu kadarı olabilir diye de düşünülebilir.
Sürenin kısalığı, doğru dürüst oyun kuramamış olan İnce ve Akşener için avantaj, mekanizmayı elinde tutmaktan başka gücü kalmamış olan Erdoğan için dezavantaj. Şimdi araya bir de bayram da girecek. Gençler büyüklerinin ellerini öpmeye gidecekler. Kaçınılmaz olarak siyaset konuşulacak. Gençler “bu defa başka” diyecekler, çünkü (a) önce onlar uzaklaştılar ve (b) ebeveynlerinde eski direnç, tutku, iman kalmadı ve gençler de sığlaşma ile seyrelmeyi hissettiklerinden daha rahat konuşabilecekler. Bayram, ayrıca, İnce’nin ve Akşener’in sahneden çekilmesinin garipsenmemesine de bahane olacak. Bayram sonrası zaten son hafta.
Erdoğan açısından bakıldığında, seçimin apar topar 24 Haziran’a çekilmesi hataydı. AKP kampanyası —sloganlar, videolar, şarkılar ve saire— zaten neredeyse sabotaj denebilecek kadar AKP aleyhine motiflerle örüldü. Gücüne aşırı güvenen ve bir yandan da aşırı korku içinde olan Erdoğan son derece manasız bir aday kompozisyonu ile sahneye çıktı. “Zaten benim sayemde oy alıyoruz, siz kimsiniz” küstahlığı ve “başıma bir çorap örmesinler” tedbirliliği, sadakatten başka herhangi bir kıstasın işe karışmasına mani oldu. Adaylar belirli bölgeler dışında çok da belirleyici değildir. Ama aday belirleme sürecindeki küstahlık, neredeyse herkesi küstürdü —en azından soğuttu. Asıl mühimi, aday olanlar bile ofsayta düşme, reis tarafından yalanlanma riski yüzünden, dillerini ısırmak zorundalar. Ve ortada para da yok.
Hata üstüne hata.
Erdoğan’ı bu şartlarda ayakta tutan biricik şey, “bunlar iktidarı barışçı bir biçimde devredemeyecek kadar günaha battılar, bir şeyler yaparlar” duygusu. Böyle düşünmemiz için kâfi sebep var mı? Var. Ama hal bu değilse, yani isteseler de istemeseler de, kaybederlerse iktidarı devretmek zorunda iseler, onu test etmeden göremeyiz, bilemeyiz. Belki de ellerinde zannettiğimiz kadar cephane yok ve onu ancak 24 Haziran akşamı öğrenebiliriz.
Göreceğiz bakalım.