Test
Suriye’deki kimyasal saldırıyı kim yaptı, neden yaptı, bir fikrim yok. Bir yığın hususta karar verebilmemiz için, en azından kimin yaptığını bilmemiz gerekiyor, ona da itirazım yok. Ama kimin yaptığını bilmesek de, şimdi, üç gün önce bilmiyordu olduğumuz bir yığın şeyi biliyoruz.
Biraz geriye gitmek gerekiyor.
Bölgedeki Amerikalı istihbaratçıların ve askerlerin mevcudiyetini delil gösterip olup biten her şeyin ABD planı olduğunu iddia edenlere anlatmak mümkün değil ama bundan önceki ABD rejimi, kısmen kendi eseri olan mevcut denklemin karmaşıklığı karşısında fena halde köşeye sıkışmıştı. Elbette arka planda muhtelif aktörlerle muhtelif oyunlar tezgâhlamaktaydı, kimilerine havuç, kimilerine sopa göstermekten imtina etmiyordu ama kendisini bağlayacak bir adım atmaktan da kaçınıyordu. Çünkü —her şeyden önce— nasıl bir neticenin kabul edilebilir olduğu bile net değildi, nerede kaldı herhangi bir neticeyi elde etmek için ne yapılması gerektiği net olsun.
Obama, o dönemin şartları altında, “kimyasal silah kullanımı kırmızıçizgimizdir” gibilerinden bir sınır çizdi. “Nasılsa Esad o kadar ileri gitmez, dolayısıyla biz de elimizi bu karmaşık ortama sokmak zorunda kalmayız” diye hesapladığı aşikârdı.
Yani?
Yani, bizimkilere her şey çok kolay görünüyor olabilir ama Suriye denklemi, belki de insanlık tarihinin en karmaşık çelişki denklemiydi. Denklemin olmuş olduğu gibi olmasında ABD’nin elbette rolü ve mesuliyeti vardı ama masaya servis edilen yemek hiç de onun damak zevkine uygun bir şey değildi. Obama da, denklem kendi dinamikleriyle olgunlaşmadan müdahale etmeye hevesli değildi. Başta İngilizler ve ABD muhalefeti olmak üzere birçok özne Obama’yı alay konusu yaptılar ve Obama, yukarıda zikrettiğim şekilde “kimyasal silah kullanılmadıkça kılımı kıpırdatmam” diyerek, “boşuna heveslenmeyin, dolduruşa gelmeyeceğim” demiş oldu.
Sonra 2013 Ağustosunda Esad rejimi Şam’ın varoşlarına sârin gazı saldırısı düzenledi ve 1400 küsur kişinin ölümüne yol açtı. Obama Suriye’ye daha köklü bir biçimde müdahil olmaya gönüllü değildi, “Şam nasılsa bu kadar ahmak olamaz” varsayımıyla ettiği laf yüzünden köşeye sıkışmıştı. Putin Obama’yı kurtaracak bir planla sahneye girdi. Şam’ın kimyasal silah stoklarını uluslararası denetim altında imha edeceği taahhüdü ile, bir nevi arabulucu rolü üstlendi.
Obama daha sonra “herkes üstüme geliyordu, kendi güvenilirliğim, ABD’nin güvenilirliği tehdit altındaydı, o kararın bana siyasi bedeli de olağanüstü yüksek olabilirdi ama doğrusu o olduğu için öyle davrandım ve o davranışımla da gurur duyuyorum” dediği kararı verip, kırmızıçizgi, mırmızıçizgi laflarını yedi.
Parantez içinde bir parantez daha açalım. O tarihlerde Putin fena halde köşeye sıkışmıştı. Suriye’de neredeyse herkes fink atıyordu ve fakat Rusya oyunda figüran bile olamıyordu. Esad’ın çılgınlığı sayesinde, oyunun asli aktörlerinden biri olma şansı yakalamıştı. Yani öyle her şeye kadir aktörler yok ve o vakit de yoktu. Obama bu karmaşık denklemin orta yerine dalmamak için yaptığı onca şeye karşı dalmak zorunda bırakılmış, yine dalmamış ama bu defa da denkleme Rusya’nın da eklemlenmesini —ve böylelikle denklemin daha da karmaşıklaşmasını— sineye çekmek zorunda kalmıştı.
Tamam mı? Anlaştık mı?
Şimdi günümüze gelelim.
Suriye’de yine kimyasal silah kullanıldı ve bu defa Trump’a “e, ne oldu Amerika’nın kırmızıçizgilerine” denmiş oldu. Bunu kim, ne sebeple dedi, bilmiyoruz. Ama artık Amerika’nın yeni başkanının Amerika’nın kırmızıçizgileri hakkında nasıl bir tutum alacağını biliyoruz.
Nasıl bir tutum?
Benim ilk intibaım, Amerikan derin devletinin Trump’ı kucağına oturttuğu istikametindeydi. Şimdi aynı şekilde düşünmüyorum. Trump, başkan adaylığı filan ufukta görünmüyorken ve herkes Obama’ya “kırmızıçizgiler ihlal edildi, vur, kır” derken aldığı pozisyondan çok uzaklaşmaya hevesli gibi görünmüyor. O tarihlerde Obama’ya “sakın ha” diyen nadir figürlerden biriydi Trump. “Bu bizim savaşımız değil” diyen…
Şimdi yaptığı iş, öyle görünüyor ki, Suriye’de daha aktif olunmasını isteyenlerin sesini kesecek ama Amerika’yı da mevcut angajmanlarının ötesine götürmeyecek bir gösteriden ibaret.
Ama sadece Trump Amerika’sı hakkında değil, Trump sonrası Putin hakkında da bir şeyler öğrendik. Putin Rusya’sı da neredeyse resmi bir mecradan, “Şam Moskova’nın kuklası değil, yaptıklarını kendi iradesiyle yapıyor” türünden bir açıklama yaptı. Yani, en azından şimdilik, “eh, Trump da Obama gibi, uzaktan seyredecek, dolayısıyla biz her istediğimizi yapabiliriz” türünden bir heves gözlenmiyor.
Bu verileri alt alta yazıp toplayınca, kendi hesabıma bazı çıkarımlarda bulunabilirim.
Bir defa, sadece ben değil, bütün aktörler ABD ve Rusya’nın müdafaa hatları ve stratejik hesapları hakkında bir yığın bilgi edinmiş oldular. Bütün aktörler mi? Pek değil. Ankara’nın herhangi bir şey öğrenmiş olmadığı görülüyor. Onlar hâlâ Davutoğlu’nun ektiği, sağını solunu budadıkları halde gölgesinde yaşamaya devam ettikleri ağacın gölgesinde, hayal âleminde yaşıyor gibi görünüyorlar. “Bakalım neymiş büyük oyuncuların stratejileri” demek yerine “bize ne hisse düşer” uyanıklığıyla, hissemizde kalanı da heder etmeye devam ediyorlar. Hesaba katılmaya değmezler ve anladığım kadarıyla da kimse onları hesaba katıyor değil zaten.
İkincisi, görünen o ki, en azından ABD ve Rusya, Üçüncü Dünya Savaşı diyebileceğimiz mevcut savaşı lokal olarak tutmaya, en azından şimdilik kararlılar. Bu demektir ki, mevcut statüko, muhtemelen güçlenerek sürecek. Bu da demektir ki, Trump’ın Suriye’de bir havaalanını bombalamasıyla orgazm olanların zanlarının tam tersine, İran bölgenin hissedarı olarak pozisyonunu güçlendirecek. ABD’nin antitezi olarak… İsrail’in antitezi olarak… Yani? Yani filizlenen Kürdistan’ın asli hissedarlarından biri olarak.
Buna bağlı olarak üçüncüsü, ABD ve Rusya, en azından bölgede, karşı karşıya gelmeyecekler. Astana’da ağzına çalınan balla sarhoş olan, o lezzeti anlata anlata bitiremeyenler idrak edemese de, başladığından çok şüpheli olduğum Astana hikâyesi çoktan bitti.
Neyse…
Bize ve Kürtlere dair daha sayfalarca yazılabilir ama daha önce yazdıklarımdan çok farklı olmaz. Aynı şeyleri tekrarlamaktan ise bıktım. Yine de, daha önce başka şekillerde defalarca söylediğim bir şeyi tekrarlayayım: Öyle her şeye kadir Amerikalar, Rusyalar filan yok. Herkes herkesle sınırlanıyor. Oyuncu olmayı beceremeyenler, kendi hatalarından zuhur eden neticeleri, her şeye kadir aktörler vasıtasıyla açıklamayı sürdürebilirler ama gerçeklik son derece sade bir biçimde gerçekleşmeyi sürdürüyor.
Bir de bugüne kadar pek söylemediğim bir şeyi vurgulayıp bitireyim. Şahit olduğumuz vakada bariz bir biçimde görüldüğü gibi, gerçekleşen ve gerçekleşmeyen her şey, dünya hakkında bize bir şey söyler. Komplocu bir kafayla “şu son kimyasal saldırı aslında ABD’nin manevra alanını test etmek için yapıldı” diyebiliriz. Sahiden de o kasıtla tezgâhlanmış olabilir. Veya birileri ABD’yi sahaya çekmek için yapmış olabilir. Veya Esad manasız bir kendine güven duygusuyla da yapmış olabilir. Ama her ne sebeple yapılmış olursa olsun, isterse ABD ve Rusya’yı test etmek gibi bir amaç hiç güdülmemiş olsun, vakanın belki de en kıymetli neticesi ABD ve Rusya hakkında öğrendiklerimizdir. Öğrenebilenler için elbette…