Tilbe’den Mülhem
Yıldız Tilbe, anladığım kadarıyla sosyal medyada, Gazze’de yaşananlar hakkındaki hissiyatını Hitler üzerinden dile getirmiş. Biz de bu fırsattan istifade, standart geyiğe bir defa daha maruz bırakıldık.
Ama işler pek ima edildiği gibi değil.
Bir defa, antisemitizm denen şey Hitler icadı değil. Alman icadı bile değil. Orta Avrupa’daki Alman nüfuz bölgesi olan Almanya-Avusturya-Macaristan’daki Yahudilerin 19. Yüzyıl sonları ve 20. Yüzyıl başlarındaki karnelerine bakın, Fransa ve İngiltere’dekilerin karneleri ile mukayese edin, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Anlaşılmadıysa şöyle söyleyeyim: Freud veya Einstein mesela, Almanca değil de Fransızca veya İngilizce konuşuyor olsalardı, bugün biz onları biliyor olmayacaktık.
Yahudi düşmanlığı, bariz bir biçimde İngiliz ve Fransız icadı. Maurice Olender’in Cennetin Dilleri adlı bir kitabı var. Antisemitizmin nasıl imal edildiğini anlatıyor. Bütün serüven, salakça bir soruyla başlıyor: Biz Allah’ın sevgili kayırılmış kulları olan Batılılar Allah’ın istediği gibi dinamik, yaratıcı ve yapıcı iken, Allah ne demeye kutsal kitaplarını şu biçimsiz, donuk, sinik kavimlerin diliyle göndermiş?
İngilizler ve Fransızlar Yahudi düşmanlığını sadece icat etmekle kalmadılar. Sistemleştirdiler de… Bu yüzden o dönemdeki İngiliz ve Fransız topraklarındaki Yahudilerin arasından bir Einstein filan çıkamadı. Sosyal yapı öyle örgütlenmişti ki, sadece Yahudilerin değil, mesela kadınların veya eşcinsellerin de bir şey olmaları neredeyse ihtimal dışı bırakılmıştı. İsteyen, başka herhangi bir ülkede savaş kahramanı muamelesi görecek olan Alan Turing’in ibret verici hikâyesini öğrenebilir.
Sözün özü: Hitler hıyarın biriydi. Ama eğer yaşasaydı, “n’oluyo, ben sadece sizin hayalinizi gerçekleştirdim” diye diklenebilirdi. Bugün hâlâ, İngiltere, Fransa ve bilhassa ABD’de, Tilbe’nin ettiği lafı edebilecek, öyle düşünen milyonlarca insan var. Sadece düşündüklerini açıkça söylememeleri gerektiğini öğrenmiş durumdalar. Savaş sırasında da, İngiltere ve Fransa’da, savaştaki düşmanları Hitler’e, sırf Yahudilere yaptıkları yüzünden sempati duyan yığınlar vardı. Yığınlar o kadar da dert olmayabilir, toplumun entelektüel ve bürokratik seçkinleri arasında da sayısız Hitler sempatizanı vardı.
***
Savaştan sonra İngilizler ve Fransızlar, Hitler düşmanlığı sabunuyla kendilerini akladılar. Fırsatı fırsat bilip yıkanmak saygıdeğer bir şey. Ama tarihi yıkamak… O müşkül.
Almanya, modernleşme trenine sonradan eklenen bir vagon. Bu yüzden sanayileşme konusunda da, Yahudi düşmanlığı konusunda da, modernleşme dininin müelliflerinden daha tavizsiz oldular. Nürnberg Mahkemeleri sırasında ortaya çıkan toplama kampları gerçeği, tavizsizlik konusunda ibret verici. Almanlar bir kavmin imhası sürecini, müthiş ekonomik ve estetik bir iş haline getirmişlerdi. İnsanları yok etmeyi fabrikasyon bir süreç olarak optimize etmişlerdi.
***
Nicholas Wade, daha önce sözünü ettiğim A Troublesome Inheritance’de, ırklar arasında genetik bir fark olduğunu öne sürüyor. Ben de onun gibi düşünüyorum. Kendisini emniyete almak için, sık sık, “ama bunların biri diğerine üstün değildir” diyor. Ben de öyle düşünüyorum.
Irklar arasında bir genetik fark olmalı. Ama genetik, “şu iş, şu genden sorulur” gibi bir şey değil. Daha önce de dediğim gibi, genom bir takım. Mesela insanlar Afrika’dan çıkıp dünyaya yayıldıklarında, kuzey enlemlerinde, ten renklerinin açılması gerekmiş. Kafkasyalıların da, Uzak Doğuluların da ten renkleri açılmış. Ama her ikisinde de aynı gen takımı, aynı şekilde değişerek olmamış bu iş. Bu hali de, Batılı aklı kavrayamıyor işte. Dönüp dönüp, filanca özellikten hangi gen sorumlu diye sorulup, hatta cevap uydurulup duruyor.
Fertler farklı coğrafi şartlara uyum sağlar. Bu da genetik değişimle olur. Ama fertler sadece farklı coğrafi şartlara uyum sağlamak durumunda değil. Sosyal çevre de, fertlerin uyum sağlamak zorunda olduğu çevre şartları arasında yer alıyor. Ne oldu şimdi? Bir yandan fertler bir sosyal çevre oluşturuyor, bir yandan da o sosyal çevre fertleri oluşturuyor. Sadece kültür marifetiyle değil, genetik kodları üzerinde baskı da uygulayarak…
İş böyle olunca, genetik olarak Avrupalı ortalamasından 15 puan daha yüksek zeka ortalamasına sahip olan Eşkinaziler, Almanca konuşulan bölgede Einstein veya Freud olabiliyor ama İngiltere’de ancak borsacı olabiliyor.
***
Wade’in bir iddiası var, gerçeğe ne derece uyduğunu merak ettim: Hıristiyanlık ortaya çıkmadan önce Yahudi topluluklarında erkek çocukların okuryazar olması, dinen bir dayatma imiş. Eh, dönem tarım dönemi. Erkek çocukların okuma yazma öğrenmek için zaman ayırması müthiş bir ekonomik külfet. Dolayısıyla bu şartı yerine getiremeyen geniş kesimler var. Derken, bir Yahudi mezhebi olarak Hıristiyanlık zuhur ediyor ve bu şartı dayatmıyor. Wade’in iddiasına göre, çocuklarını okutamamış olanlar kitleler halinde Hıristiyanlığa geçiyorlar. Dolayısıyla okuma yazma bilenler, öğrenebilmiş olanlar, bugünkü Yahudilerin atası olarak kalıyor. Gerçekten Yahudilikte o dönemde böyle bir dayatma var mıydı, vardıysa sahiden Hıristiyanlığa bu şarta riayet edemeyenler mi geçti, bilmiyorum. Öyle olduysa, sahiden müthiş bir seleksiyon vuku bulmuştur. Teorik olarak mümkün yani.
Mesele şu: Zeka dediğiniz şeyin kendisi de kompleks bir şey. Ölçtüğümüz her neyse, onun Yahudilerde daha yüksek olması, tek başına bir mana ifade etmiyor. Etmediği, mesela Türkiye’de yaşayan Yahudilerin arasından dişe dokunur bir tek bilim insanı, sanatçı veya düşünür çıkmamış olmasından da belli. Ama sadece o değil derdimiz. Eğer daha az zeki olarak nitelenen diğerleri olmasa, mesela Yahudiler, sahip oldukları vasıflar her ne ise onlarla, mevcut dünya şartlarına adapte olamayabilirler. İnsan türünün adaptasyonu, türün adaptasyonu. Tür de dünyaya, çeşitlenerek uyum sağlıyor. Sadece bu yüzden bile, ırkların veya kültürlerin biri diğerinden daha iyi veya daha üstün değil.
Wade de durup durup bunu tekrarlıyor, dediğim gibi. Ama sonra kendi mensup olduğu kesimin, yani Batılıların hangi tarihi şartlar yüzünden şimdi böyle gelişmiş olduğunu anlatmaya geçiyor. Arada, özellikle bizim hakkımızda bir yığın klişeyi tekrarlayıp maddi hata yapıyor. “Kabile ruhu”nu aşamamış olduğumuzdan filan dem vuruyor, anladığım kadarıyla Fukuyama’ya yaslanarak. Eh, bu yüzden onu suçlayamayız. Bu konularda kafa yormuyor olmamızı suçlamak gerekir bence. Neyse…
Mesele şu: Eğer Wade’in çok övündüğü gelişmişlik —benim de katıldığım gibi— Batılı genetik yapısının da katkısıyla gerçekleşmişse, Wade’in görmezden geldiği antisemitizm de aynı genetik yapının bir neticesi. Genoma bakıp, onu bileşenlerine ayırıp, her bir geni bir şeyle ilişkilendirme saplantısı da öyle. Gökkuşağına bakıp, kendi rengini diğerlerinden daha gelişmiş görmek de… Dolayısıyla, hep olduğu gibi, her genetik ve kültürel değişimin, bir dizi olumlu, bir dizi olumsuz neticesi oluyor. Bunu böyle bir bütün olarak kavrayabilmek için de, mesela Hint veya İslam düşüncesinden ilham alabilmek gerekiyor. Yani Batılı olmamak gerekiyor.
Eh, Batılı olmamanın avantajlarından insanlık için yeni ufuklar imal etmeye çalışmak yerine, şapka giyerek (yüz elli yıldır yaptığımız gibi) veya şapka giymeye karşı çıkarak (on yıldır yaptığımız gibi) Batılılaşmaya çalışarak kimseye bir fayda üretme ihtimalimiz yok. Yani bana öyle geliyor. Yoksa, evrim bu. Olmayacak işlerden ne gibi faydalar üretebileceğini kestirmeyiz.
***
Bitirmeden…
Tilbe veya Hitler üzerine konuşarak bir ömür geçirebiliriz. Almanları (veya Almanlığı), Yahudileri (veya Yahudiliği), Ortadoğuluları (veya Ortadoğululuğu) yargılayarak binlerce ömür doldurulabilir. Dolduruldu zaten. 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan hemen her şey çok acıklıydı. Yahudilerin yaşadıkları, tamam, biraz daha acıklıydı. Bugün Gazze’de yaşananlar da, İsrail’de emniyetli bir hayat hakkı her gün tehdit altında olanların yaşadıkları da acıklı.
Ama meseleler tarafını belirlemekle bitmiyor. Orada başlıyor.