Timüs
Davis’in yalancısıyım (The Compatibilty Gene), 1960’lara kadar timüs bezi manasız bir organ olarak görülüyormuş. Bağışıklık sisteminin hücrelerinin ölmeye gittiği bir tür mezarlık…
Bir dakika. Önce şu bağışıklık sistemi hücreleri hakkında biraz malumat… (Sonra işin sosyo-politik tarafında geleceğiz, söz!)
Bağışıklık sistemimiz bizi, mümkün olan her türlü organik saldırıdan muhafaza etmeli. Peki, kaç türlü hasmımız olabilir? Tahminlere göre yüz milyon farklı antijenin saldırısına uğrayabiliriz. Her bir antikor bir antijene göre uzmanlaştığına göre, demek ki, yüz milyon farklı hücre üretmemiz lazım. Her bağışıklık hücresi kabaca iki bileşenden mamul olduğuna göre, her bir bileşenin onar bin farklı versiyonuna ihtiyacımız var (10 000 x 10 000 = 100 000 000). İyi de sadece 25 000 genimiz var. Her bir gen bir bileşenin üretimine tahsis edilmiş olsa, neredeyse bütün genomu bağışıklık sistemine ayırmamız gerekiyor.
Eh, işler böyle yürümüyor. Bağışıklık hücreleri modüler bir yapıya sahip ve bölündükçe kendi kopyalarını üretmiyor, kendisinin farklı versiyonunu üretiyor. Böylelikle çok daha az sayıda gen kullanılarak, ihtiyaç duyulan çeşitlilik imal ediliyor.
Çeşitliliği ürettik. Problem çözüldü. Yeryüzündeki neredeyse her türlü organik malzemenin hakkından gelebilecek en az bir bağışıklık hücremiz var artık. Ama şimdi de başka bir problemimiz oldu. Bizim kendi hücrelerimiz de yeryüzündeki organik malzeme havuzunun bir parçası olduğundan, ürettiğimiz bağışıklık hücrelerinin bir bölümü, bizim kendi hücrelerimizi hasım olarak görecek. Kendi dokumuza savaş açacak.
Timüs, anlaşıldığı kadarıyla, işte tam bu safhada devreye giriyor. Kendi hücrelerimizi hasım olarak görecek olan bağışıklık hücrelerini teşhis edip, dolaşıma girmeden imha edilmelerini sağlıyor.
***
Benim Aydınlanmacı akıllar diye etiketlediğim akıllar öyle istiyorlar ki, sistem, bünyenin kendi hücrelerini hasım olarak algılayan hücreleri daha en başta üretmesin. Yani “bağışıklık sisteminin işleyişini incelemişler ve işin burasına itiraz ediyorlar” demek istiyor değilim. (Herhalde böyle demediğim aşikârdır ama yine de vurgulamış olayım.) Dünya karşısındaki genel tutumları böyle.
Bir defa israf bu. Sonradan imha edileceğini bile bile, ne demeye üretirsin kardeşim? Aklın mı yok? Sonra, sistem dediğin, aynı hedefe yönelik bileşenlerden meydana gelir. Sistemin bileşenlerinin biri çeşitlilik üretip dururken, diğerinin tam tersine davranması etmesi ne iş? Hangisi haklı ve doğru iş yapıyorsa, diğerinin de onu desteklemesi lazım.
Sizin de farklı olduğunuzu zannetmiyorum. Hepimize sirayet etmiş bir şey Aydınlanmacılık.
***
Teknik olarak mümkün mü, bünyenin kendi hücrelerine saldıracak hücreleri üretmeyecek bir tasarım? Herhalde mümkündür. Ama çok daha kapsamlı bir tertibat gerektirir. O tertibat, mevcut sistemden kıyas kabul etmeyecek kadar maliyetli olur. Hâlbuki mevcut sistem, son derece sınırlı bileşenden oluşan bir tertibatla, neredeyse sınırsız bir çeşitliliği üretecek esnekliğe sahip.
Ama birinin yaptığını diğeri bozuyor. Sistem bir yandan yeni hücreler üretip duruyor, öte yandan da onların bir bölümünü imha ediyor. Filan.
Yani ki, şu bizim bağışıklık sistemimiz adam olmaz. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan konuda, bağışıklık sistemimizin bileşenleri birbirleriyle itişiyorlar. İş mi yani?