Tüketmeyeceksek…

Dünyanın halleri hakkında, dün yazdıklarıma ilave olarak bugün başka şeyler yazmayı planlıyordum. Duvar’a düşen bir haber yüzünden fikrimi değiştirdim (https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2018/09/10/ingilterede-sendikalardan-cagri-mesai-haftada-dort-gune-dusurulmeli/) .

Okursanız göreceksiniz, haber tuhaf —eğer tercüme hatası yoksa. Neymiş, “bu yüzyıl içinde haftada dört günlük mesai mümkün olacak”mış. Bence yüzyılın ilk çeyreği tamamlanmadan, nüfusun büyük bölümü “hiç çalışmıyor” olacak.

Neyse…

Sendikaların “teknolojinin işçilerin değil sermayedarların menfaatine kullanılacağı”nı iddia etmeleri tabii bir şey —zaman kipine dikkatinizi çekerim, “kullanıldığı” değil, “kullanılacağı”. Ücret zammı yerine daha kısa süre çalışmayı talep etmeleri de normal, çünkü ortada büyük —ve artma eğiliminde olan— bir işsizlik var. Bu yüzden işçilerin önemli bir bölümünün haftada yedi gün çalışıyor olması da anlaşılabilir bir şey, çünkü herkes işini kaybetmekten korkuyor, kaybetmemek için “katlanıyor”.

Ve…

Size son derece basit bir denklem sunuyorum:

Üretim = Tüketim + Fire

Fire tarafında, mesela Burberry’nin mevsim sonu elinde kaldığı için imha ettiklerini, raf ömrünü doldurduğu için imha edilen —eğer öyle bir şey varsa— gıda ürünlerini veya son kullanma tarihini geçtiği için çöpe atılan ilaçları ve benzerlerini koyabilirsiniz. Ama mesela ambalajını açtıktan sonra odanızın bir köşesine itinayla yerleştirdiğiniz ve fakat bir defa bile kullanmadığınız spor bisikletini koyamazsınız. Çünkü sizin satın aldığınız şey, “spor yapma ihtimali” ve onu “aldınız”.

Fire, tahmin edilebileceği gibi, toplam üretimin içinde çok düşük bir paya sahip ve aklı başındaki herkes, “daha da düşük” olmasını tercih eder. Bu durumda da, tüketimi azaltmanın biricik yolu var, üretimi azaltmak. Ama haberde de görüyoruz ki, üretim artıyor. Hem de emek artmadan artıyor. Daha önce anlatmış olmalıyım, mesela sekiz, on yıl önce Eti Bisküvi fabrikasını gezdiren biri, aynı sayıda işçiyle, on yıl öncesine kıyasla otuz kat bisküvi ürettiklerini söylemişti.

Şimdi başka bir basit denklem yazalım:

Üretim = Birim emeğin üretimi X toplam emek

Birim emeğin üretimi verimlilik arttıkça arttığına göre, üretimi düşürmek için toplam emeği düşürmek yetmez, verimlilik artışından “daha yüksek oranda” düşürmek gerekir.

Uzatmayayım.

Eğer Galler’deki —muhtemelen yaratıcı emeğin iş yaptığı bir teknoloji firması olan— firma gibi, dört gün çalışıp beş günlük iş çıkarıyorsanız, problemin çözümüne bir katkı sağlamıyorsunuz demektir. Emeğin verimliliği yüzde yirmi artmış oluyor. Bu durumda (a) ya üretim de yüzde yirmi artacak ve biz insanları daha çok tüketmeye teşvik etmek zorunda kalacağız, (b) ya insanların tüketimini sabit tutacağız, işsizlik yüzde yirmi artacak, (c) veya Galler’de yapıldığı gibi, insanları yüzde yirmi daha az çalıştıracağız.

***

Lüzumundan fazla tüketiyoruz. Tüketmemiz için fevkalade yoğun çaba harcanıyor. Katılıyorum.

Ama bu, aynı zamanda, lüzumundan fazla ürettiğimiz manasına geliyor ve nedense işin bu yanını kimse zikretmiyor. Üstelik, eğer bir yandan istihdam oranı sabit tutacak ve öte yandan emeğin verimliliğini yükselteceksek, her geçen gün bugünkünden de daha çok üretmek zorunda kalacağız. Eğer verimlilik artışından kaynaklanan ekstra değeri emek sahiplerine paylaştırırsak, istihdam edilenler ile edilmeyenler arasındaki makas büyüyecek. Aynı orandaki kişi, artan üretimi paylaşmak zorunda kalacak, yani daha da çok tüketecek. İstihdam edilemeyenlerin durumu ise sabit kalacak.

Dolayısıyla…

Bu denklemlerin görünen “biricik” çözümü, daha az çalışmak.

Ama daha az çalışınca da sinirleniliyor.

Daha önce zikretmiştim, Andre Gorz, daha seksenlerin başında tespit etmişti, günümüzün kıt kaynağı “iş”tir. İşi daha eşit bölüşmek gerekiyor ve haftalık çalışma süresini kısaltmak, işi eşit bölüşmenin en kestirme yolu. Ve İngiliz sendikaları haklı, ücretleri düşürmeden yapmak gerekiyor bu işi. Ama öyle yüzyılın sonunu filan bekleyeceksek, işimiz iş. Derhal yapmak, derhal yapabilmek için de mesela çalışma süresinde yüzde yirmilik bir kısalmaya karşılık ücretlerde yüzde onluk bir kesintiye razı olmak gerekiyorsa… Bence razı olmak gerekir.

Öte yandan, hepimiz biliyoruz ve gözlüyoruz ki, “ücretli iş” denen şeyin büyük bölümü “lüzumsuz”. Yani yapılmasa kimsenin bir şey kaybetmeyeceği türden, “dostlar alışverişte görsün” misali, “dostlar işte görsün” işleri. Esasen hiç şüphem yok ki, Galler’deki firma mesela, çalışma günü sayısını dörtten ikiye düşürse, yine hiçbir şey aksamaz. Yani firmada işler aksamaz manasına… Yoksa vakti o kadar boşalanların hayatında neler olur, kestiremiyorum.

***

İstihdam oranı düşüyor. Kısmen eğitim sürelerinin uzatılması marifetiyle iş piyasasına giriş geciktirildiğinden ve kısmen de işsizliğin artışı yüzünden. İstihdam edilenlerin arasında “yapılmazsa olmaz” türden işleri yapanların oranı düşüyor, işsizlik daha da hızlı yükselmesin, sosyal problemler çıkmasın diye “uydurma işler” icat ettiğimizden. Buna rağmen üretim artıyor ve paralel olarak da tüketimi kışkırtmak için daha müessir cambazlıklar gerekiyor. Çünkü verimlilik, “gerekli emek” oranındaki düşüşten daha hızlı, çok daha hızlı artıyor.

Üstelik verimlilik artışı hususunda henüz yolun başlarında sayılırız. Yapay zekânın tatbik edildiği alanlar genişledikçe, verimlilik geometrik olarak artacak —zaten şimdi de öyle artıyor. Ama bu, problemin bir yüzü. Esas mesele şu ki, emeğin verimliliğinin artışı demek, birim üründeki emek hissesinin düşmesi demek. Maliyeti bin lira olan bir ürün için, diyelim üç yüz lira ödenen emek vardıysa, iki yüz liraya düşmüş demek. Ama biz, bölüşümü hâlâ emeğe endeksli olarak gerçekleştiriyoruz. İngiliz sendikalarının “çözüm teklifi”, emeğe endeksli olma hali sürsün ama emeğin hissesi artsın manasına geliyor.

Hâlbuki bölüşümü emeğe endeksli olmaktan, en azından kısmen çıkarabiliriz. Mesela “herkese bir taban ücret” vererek yapabiliriz bunu. Bana kalırsa yapmalıyız da zaten. Ve görünen o ki, artık vakti geldi. Kendi hesabıma böyle bir “çözüm teklifini” ilk zikrettiğimden bu yana on yılı aşkın süre geçti. Ama artık Elon Musk filan söylediğine göre… Olacaktır.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin