Türkiye’nin Ölümü
Periyodik cetvelin en sağında yer alan elementlere, İngilizcede noble gases adı verilir (ilk olarak adlandırıldıkları Almancadaki edelgas teriminden ilhamla). Noble, yani soylu.
Bu elementlerin dışında kalan elementlerin en dış kabuğunda, tabir caizse, delikler vardır. Diyelim sekiz elektronluk yer varsa, diğer elementlerde sekizden az elektron yer alır en dışta. Dolayısıyla, en dışarıda eğer az sayıda elektron varsa onu/onları ihtiyaç duyan birine vermeye, çok sayıda elektron var da az sayıda boşluk varsa başkasından elektron alıp o boşlukları doldurmaya teşnedirler. Noble gazlar ise kimseye ne bir şey vermeye ne de bir şey almaya ihtiyaç duymadan, bir başlarına yaşamaya…
Batılının aklı bu. Böyle, kimseye ihtiyaç duymama halini adlandırmaları gerektiğinde, akıllarına soyluluk geliyor.
İlgili teknik terimleri Türkçeye kimler, ne vakit çevirdilerse, asal gaz veya soy gaz olarak çevirmişler. Yani tercüme edilen terime kaynak olan kavramdan çok uzaklaşmamışlar ama asil veya soylu demeye de dilleri varmamış gibi görünüyor.
Türk’ün aklı da bu.
***
Soy gazlar, yukarıda da işaret ettiğim gibi, tabiatları icabı, başkasına ihtiyaç duymadan tamamdırlar. Bu yüzden, normal şartlar altında kimyasal reaksiyonlara girmez, kimyasal bileşikler meydana getirmezler. Castro’nun Küba’sı gibi, kendi adalarında, etraflarından tamamen tecrit edilmiş halde varlıklarını sürdürürler.
Erdoğan’ın Türkiye’yi götürmeyi hayal edebileceği yer gibi… Castro Küba’sı gibi, istediğini asıp istediğini kestiğinde kendisine kulak vermek zorunda olacağı uluslararası otoriteler olmasa… Dışarıya karşı ikide bir diklense, içeride birilerinin defterini dürdüğünde değerli yalnızlık hikâyelerine vites büyüttürüp soylu yalnızlık masalları anlatsa… Ahali çaresizlik içinde mahkûm olduğu yalnızlığa katlanmak için “ah, ama ne kadar soyluyuz” demeyi kâfi bulsa…
Türkiye herkesle kavgalı, herkesle mesafeli olmayı, kendi kendine yetmeyi matah bulan insanların ülkesi değil. Başkalarına muhtaç olmakta veya başkalarının kendisine muhtaç olmasında bir değersizlik, bir biçimsizlik filan gören bir toplum değil bu. Noble gases terimini bile asil gazlar diye tercüme etmeye gönülleri elvermeyip asal gaz diye köksüz bir tabir geliştiren bir toplum…
Erdoğan milletin taleplerini temsil ediyor filan değil yani. Aksine, ikide bir diklenip durduğu (ama hanidir karşısında hiç dik duramadığı) Batının aklıyla, milleti milletin yabancı olduğu yerlere sürüklüyor. Milletin değerlerini temsil etmiyor iddialarının aksine, onları keyfine, kafasına göre değiştiriyor.
Daha önce demiş olmalıyım, benim büyüdüğüm —ve Erdoğan’ın, Gülen’in büyüdüğü evlere benzediğini zannettiğim— evlerde dolaşıp duran geyiklerin başında “Batının tekniğini alıp fikriyatını reddetmek” geyiği gelirdi. Erdoğan Batının tekniği lazım olduğunda teknik yerine bizzat Batılının kendisini tutup getiriyor ama fikriyatını çoktan ve büyük bir gönüllülükle satın almış biri. Yalnızlığa, kendine yeterliliğe soylu bir şeymiş gibi muamele etmesi, bu halin göstergelerinden sadece biri.
Zannetmeyin ki konjonktürü yönetmeyi beceremediğinden, şartlar öyle gelişip Erdoğan’ı sıkıştırdığından yapılmış, zoraki bir tercih bu. Erdoğan —sayısız işaret gösteriyor ki— zaten yalnız bir Türkiye’yi daha soylu buluyor. Küba gibi bir Türkiye’yi…
Erdoğan’ın dönüştürdüğü toplum, bu sularda yüzmeyi bilmiyor. Onlar kendilerini iyi hissetmiyorlar. Hissetmediklerine dair sayısız işaret var. Onlar, bahçedeki ağacın bu tarafa sarkan dalları için komşularıyla didişseler de, birbirlerinin dedikodularını yapsalar da, çarşıya giderken çocuklarını emanet edecek komşuları olmasını tercih ederler. İhtiyaç duymaktan utanmazlar. Başkalarına ihtiyaç duymadan yaşamaya çalışanları da terbiye etmeye çalışır, olmazsa dışlarlar. Adama saymazlar.
Onlar, Erdoğan’ın peşinden sürüklenip gittikleri sularda yüzmeyi bilmiyorlar. Dahası, bu suları sevmediler, bu sularda yüzmeyi öğrenmeye de niyetli değiller. Onları geri getirmeye talip bir özne de ufukta görünmüyor. Şu andaki ruh durumlarını, uzun süredir, düzenli ordunun köşeye sıkıştırdığı bir komitacının ruh durumuna benzetiyorum. Artık çıkış yok. Uygun zamanı kollayıp, iki mavzeri de avuçlayıp… Bir çıkmalı ve saydırmalı ki… Şöyle sekiz on kişiyi akıbetine kavuşturmalı ki…
Şan olsun.
Kendisi göremeyecek olsa bile yarınki gazetelerin ön sayfalarında yazılacak olanları hayal edip, kendini benzersiz bir ölüme hazırlıyor Türkiye.