Türklerin Şanlı Tarihi

Türklerin şanlı tarihi, vizyona yenilerde giren bir film değil. Aslını ararsanız, şanlı tarihimizin hangi safhasında şanlı tarihimizi birbirimize anlatıp duran bir toplum halini aldığımızı bilmiyorum. Çok daha öncesi var besbelli de, kendimi bildim bileli böyle.

Dahası, başka toplumlarda halin nice olduğunu, oralarda tarihin politik amaçlarla ne zaman bordroya geçirildiğini de bilmiyorum.

***

İki meseleyi birbirinden ayırt etmek gerekiyor. Türklerin tarihinde de —diğer bütün milletler gibi— övünülecek çok şey var ve o övünülecek şeyleri bulup işaretlemekte, paylaşmakta, canlı tutmakta, herhalde fayda var.

Ama…

İşbu övünülecek işler envanterine önümüze ışık tutacak şeyler muamelesi yapmak, bugün ne yapmamız gerektiği sorusuna o tarihten cevaplar aramak, başka bir şey. Hayatta dikiş tutturamamış bir muhasebecinin büyük büyük dedelerinin paşa olduğunu keşfettikten sonra, birden, kendisini ekonomi politik uzmanı zannetmesi gibi durumlara yol açıyor —ki siz de şahit olmuşsunuzdur, şahit olmak bile iç kıyıcı olabiliyor. Karısının her gün dırdırlarına maruz kalıp, bir biçimde onlara katlanan adam, bu büyük keşiften sonra “sen benim büyük büyük dedemin kim olduğunu biliyor musun” havalarına giriyor mesela… Benzer şekilde patronuna diklenmeye başlıyor.

Kısa süre sonra da işsiz ve eşsiz kalıyor.

Paşa dede, besbelli, kendi zamanının fırsatlarını görmüş, onları değerlendirmiş, akranlarının arasından sıyrılmış ve paşa olmuş. Paşa dedenin kendi döneminde yaptıklarını bugün yapmaya kalkan, soluğu ya kodeste alır veya tımarhanede…

Ford mesela… Seri imalatı icat ederek müthiş bir iş yaptı. Kendi akranı olan sanayicilerin hepsinin önüne geçti. Rakiplerinin hiçbirinin adını hatırlamıyoruz ama Ford’u herkes biliyor. Akranlarının hayal bile edemeyeceği bir serveti biriktirmiş olması da cabası… Ama bugünün dünyasında, Ford’un yüz yıl önce yaptıklarını yaparak, bırakın çağın Ford’u olmayı, karnınızı doyurmanız bile müşkül. Köprülerin altından çok sular aktı. Eğer Ford’un torunlarından iseniz, dedenizin hatırası size ciddi bir servet olarak yansımış olabilir. O kadar. Bu sayede, kendi başınıza içinde yer alamayacağınız bir cemiyetin saygıdeğer bir ferdi olmuş olabilirsiniz. İyi ve güzel bir hayat yaşayabilirsiniz. Ama “siz benim dedemin kim olduğunu biliyor musunuz”ları abartırsanız, nerede duracağınızı bilmezseniz, o fırsatı da kaçırmanız işten bile değil.

Dedeleriniz kendilerini kurtardılar. Sizi kurtaramazlar. Sizin kendinizi kurtarmanız için, sizin bir şeyler yapmanız lazım.

***

Türklerin şanlı tarihi, vizyona yenilerde girmedi. Ne zaman girdi bilmesem de, Cumhuriyetin tapusunu kendi üzerlerine geçirmeye pek hevesli olanların ilk işlerinden birinin bu filmin yeni bir sürümünü çekmek olduğunu biliyorum. Onların şanlı tarih filmi, daha önce bu toplumun pek de gündeminde olmayan unsurlarla bezeliydi. Orta Asya’yı filan, galiba, o dönemlerde icat ettik. Osmanlı tarihinin Süleyman sonrasını da o dönemlerde Türklerin şanlı tarihinden sildik.

Emin değilim ama, mesela şu “atı evcilleştiren Türkler” efsanesi de, o Orta Asya masallarından türetilmiş olabilir. Veya daha önce zaten üretilmiştir de, Orta Asya masalları ekstra bir imkân sağlamış olabilir.

Kendi hesabıma, hayvanlar âleminden bir hayvan seçmem gerektiğinde, hiç tereddüt etmeden atı seçerim. İşe yarayışlı olmak kaydıyla, efsaneler imal edilmesine de itirazım olmaz. Yani atı Türkler evcilleştirmemiş olsalar da, kendi hesabıma dert değil —zaten atın evcilleştirildiği dönemlerde, bugünkü manada milletlerin mevcut olmadığını da bildiğime göre…

İyi de…

Hayvanların en güzeli olan at ile insanın birlikte icra ettiği, müthiş estetik bir spor var: Binicilik. Böyle bir sporun mevcut olduğunu biliyorsunuz değil mi?

Nereden biliyorsunuz?

Binicilik sporu yapan bir tek tanıdığınız oldu mu? Bir tek binicilik müsabakasını, bırakın manejde, televizyonda seyrettiğiniz oldu mu? Binicilik sporunun kuralları hakkında cevabını bildiğiniz bir tek soru olabilir mi? Bir tek Türk binici tanıyor musunuz? Çağdaş olması gerekmiyor, mesela onca olimpiyata katılmış bir tek binicimiz var mı?

Büyük dedelerinizin büyük dedeleri atı ilk evcilleştirenlerden olabilirler. Ama ortalama bir Danimarkalı veya Avusturyalı, ata sizden/benden daha iyi biniyor. Ata en iyi binen Danimarkalı, ata en iyi binen Türk’e fark atıyor. Bu fark, Orta Asya masallarının, atı ilk evcilleştiren Türkler masallarının memleketin zihin dünyasına şiddetle zerk edildiği dönemde birikti. (Bahse konu olan dönemde at konusunda hiçbir şey yapılmadı değil. Memleketin at neslinin ıslahı, at yetiştiriciliği konusunda, bizzat devlet inisiyatif aldı. Ee? Yarıştırdık atları ve yarıştırıyoruz. Hepsi o kadar.)

***

Alışık olduğunuz üzere, kendilerini Cumhuriyetin sahibi olarak görenlerle hesaplaşmamızı tamamlamış olalım. Gelelim bugüne…

Bugünlerde malum şahıslar, Türklerin şanlı tarihi filminin yeni bir sürümünü vizyona soktular. Diyorum ya, mevcut heyet Cumhuriyetin tekeli üzerinden imtiyaz sahibi olmuş olanlara itiraz üzerinden yükseldi yükselmeye de, aslında tastamam aynı işleri işliyor. Cumhuriyetçiler tarihin şurasını silip burasını ön plana çıkardılardı, bunlar da onların ön plana çıkardıklarını silip, silmiş olduklarını parlatıyorlar.

Metot yanlıştı, muhtevayı değiştiriyorlar.

Bunların baş tacı ettiği Necip Fazıl mesela, at üzerine bir monografi yazmış biriydi. Müthiş bir güzelleme… Kendisi ata binebiliyor muydu, bilmem.

Ne anlıyoruz?

Atla birlikte, sporların en estetiklerinden birini yapmaya ihtiyaç yok, yazarsın güzellemeler, şanlı tarih hakkında şehvetle konuşur durursun… Milletin ayranı kabarır. Milletin ayranı kabarır. Milletin ayranı… Milletin…

Defalarca tecrübe ettik ki, milletin ayranını kabartmayı fena halde bilen özneler, sonra ne yapacaklarını bilmiyorlar. Kemal ve İsmet bilemediler. Menderes bilemedi. Ordu bilemedi. Ayranı kabarmış kitleler ayranını kabartanlar için dert olmaya başladığında, her defasında aynı film vizyona kondu: Bizim bizden başka dostumuz yok. Hatta biz de hepimiz bize dost sayılmayız, içimizde mebzul miktarda hain, satılmış var. Filan.

Demirel farklıydı, milletin ayranını fazla kabartmanın iyi bir şey olmadığının farkındaydı. Sonrasını bilmediğini biliyordu, öyle her şeyi sürüncemede bırakarak altı defa gidip yedi defa geldi filan…

Özal farklıydı, sonrasında ne yapacağını biliyordu. “Bildiği doğruydu” filan diyor değilim, bir bildiği vardı yani.

Bunlar, külliyen zırcahil. Atın üzerinde duracak becerileri yok ama biraz kulak misafiri olursanız, yarın sabah namazını müteakip zırhlarını kuşanıp, kuyruklarını bağladıkları atlarına binip…

Anladınız siz onu.

***

Bütün bu gevezelikleri neden yapıyorum?

Bir defa memlekette “Türklerin tarihi şanlıdır, yok değildir” münazarası sürüyor —ki bana göre büsbütün manasız. Herkesin arasa bulabileceği bir paşa dedesi olmayabilir ama herkesin babası kendisine padişahtır.

Bu münazaraya katılmayanlar “Türklerin tarihinin şurası, yok orası değil burası şanlı” münazarasını sürdürüyor —ki bana kalırsa öncekinden daha manasız. Çelebi Mehmed Bedreddin’i astırmıştı. İkisi de bizim tarihimizin gerçekleri. İkisinin de hayırla yâd edilmeyi hak eden yanları var.

Ve nihayet, “vay sen bize katılmıyorsun, demek ki Türklerin tarihinden gurur duymuyorsun, demek ki vatan hainisin” gürültüleri gırla gidiyor memlekette. Kimsenin okumadığı —kimse okumadığı için giderlerini karşılayamayan, dolayısıyla devlet ihalelerini alanların ödedikleri komisyonlardan oluşan havuzdan finanse edilen— gazete görünümlü şeylerden beslenen tetikçiler, sahiplerine tehdit olabilecek herkesi hain, terörist filan diye etiketleme işini bihakkın yerine getiriyorlar.

Bir binici yetiştirebildiniz mi kardeşim?

Yürüyün…

***

Birkaç gündür, Beşiktaş’taki saldırıyı bahane edip, “ihbar edin” furyası başlattılar. İhbar, elbette lafın gelişi, bilmedikleri birilerini ihbar yoluyla yakalayacak filan değiller. Dertleri belli. “Ya biri beni ihbar eder de başım derde girerse” diye korkacak herkes. “Ya bana hain derlerse, ya Cemaatçi derlerse”lere ilave bir korku malzemesi.

Korkutmaları gerekiyor.

Çünkü ayranını fena halde kabarttıkları ahaliyle ne edeceklerini bilmiyorlar. Şanlı tarihimizi yazan dedelerimizin yaptıklarını yaparak âleme nizamat verecek kudrete erişeceklerini zannediyorlardı. Ortaya çıka çıka, 13 yaşındaki kızlara sulanan üç beş müptezel, otobüs sahanlığında veya parkta kadınları döven üç beş zibidi, ruh çağırarak tarih yazan, saçlarını jöleleyip iktisat problemlerini çözen üç beş vasıfsız çıktı. Bir binici çıkmadı mesela, şöyle âlemin parmak ısıracağı bir sanatçı veya bilim insanı nerede kalmış…

Çok korkuyorlar. Milletin ayranını kabarttıktan sonra ne yapılması gerekiyordu, bilmedikleri ortaya çıkacak diye ödleri kopuyor.

Bu kadar korkandan korkulur. Bence siz de korkun.

Ne işe yarayacaksa…

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin