Türklük Ne İşe Yarar?
Dün eksik bıraktıklarımı tamamlayayım…
Sanayi devrimini biz yapmadık. Biz kim? Sanayi devrimini yapmamış olanlar. Yani bütün Ortadoğulular, Uzakdoğulular, Latin Amerikalılar, Afrikalılar ve saire… Yani dünyanın fena halde eşitsiz olduğundan şikâyet eden kim varsa hepimiz. Ve hepimiz, 18. Yüzyıldaki dedelerimizin hayal bile edemeyeceği kadar zenginiz. Her birimiz sahip olduğu zenginliği, bütünüyle sanayi devrimine borçlu.
Eğer 18. Yüzyıl ortalarında Avrupa’da “ne olacak bu dünyanın hali” diye kafa yoran birileri olsaydı, muhtemelen, dünyanın yakın bir gelecekte iktisadi olarak ikiye bölüneceğini tahmin ederdi. Bölündü mü? Bölündü. Bugün ikiye bölünmüş halde mi? Öyle. Ama tam da o günlerde yapılabilecek bir tahminde öne sürüleceği gibi değil. Rakamlar gösteriyor ki, 19. Yüzyılın ortalarından başlayarak dünya, neredeyse bir blok halinde zenginleşiyor.
Yine de…
Batı Avrupa ve ABD ile dünyanın diğer bölgeleri arasında, kalıcılaşmış, kronikleşmiş bir fark var. Aşılabilecekmiş gibi görünmeyen bir fark. Ve onun mevcudiyetinden çok aşılamayacağı hissi, aşağıdakileri fena halde —ve haklı olarak— ırgalıyor bana kalırsa.
Batı ile dünyanın kalanı arasındaki farkın aşılamayacağı hissi, görünen o ki, Batı’dan bakınca, basit bir ideoloji farkı olarak görülüyor. Thurow’un Future of Capitalism’de veciz bir biçimde dile getirdiği gibi, Batı’da, dünyanın kalanında olmayan bir ideoloji var ve bütün farkı o ideoloji üretti. Siz de Batılılar gibi düşünmeye, dünyayı onların kavradığı gibi kavramaya başlayın, aşılamayacak bir duvar yok arada… Filan.
Dünyanın kalanında ise başka bir ruh durumu var. Ben de o dünyanın kalanı tarafındayım. “Irak’ı, Azerbaycan’ı soymasaydınız, dünyanın birçok yerine müstemleke valisi atar gibi kendi işbirlikçilerinizi atamasaydınız, sahip olduğunuz ideoloji filanla nah üretirdiniz bu farkı” diye özetlenebilecek bir perspektifim var. Haklı mıyım? Daha önce, bir vesileyle, Keynes’in İngiltere’nin zenginliğini İspanya’dan çalınan —İspanya’nın Orta Amerika’dan çalmış olduğu— servetin birikimli faiziyle açıkladığına değinmiştim (https://www.politikapolitik.com/2016/07/page/15/). Aynı akıl yürütmeyi yüz küsur yıldır sadece Azerbaycan ve Irak’tan çalınan petrole tatbik edin, göreceksiniz ki, uçuk değerlere ulaşacaksınız.
Tarafımı böylece belirledikten sonra, dünyada olup bitene uzaktan, başka bir galaksiden bakar gibi bakmaya çalışayım. Defalarca belirttim, termodinamiğin ikinci kanunu farkları ortadan kaldırır, evrim ise farkları büyüterek iş görür. Yani ikinci kanun zenginden alıp fakire verirken, evrim fakirden alıp zengine verir. Kötü şey yani, evrim dediğiniz şey.
Ama kıymetli olan her şey bu sayede hayat hakkı bulur.
Böyle bakınca, neticede hepimizin —büyük dedelerimizin hayal bile edemeyeceği— zenginliklere ulaşabilmesinin, ikinci kanuna aykırı süreçlerin işlemiş olması sayesinde mümkün olduğunu emniyetle iddia edebiliriz.
Başka bir galakside mukim bir gözlemci olarak baktığımda gördüğüm tablo, bu dünyada yaşayan ve Batı’ya maruz kalmış olan toplumlara sempati duymama mani olmuyor. Tarafım yine aynı. Zenginliğin üretilmesine yol açan her şeyi üretmiş olan toplumların daha zengin olmasını daha katlanılır buluyorum sadece. Ama onların ideolojik üstünlük taslamalarına, dünyanın kalanına kendi dünya tasavvurlarını dayatmalarına katlanamıyorum.
Ve bir de, hâlâ bu bölgede biçimsiz oyunlar tezgâhlamalarına…
***
Nasıl olacak da olacak bilmem ama, biyoteknoloji devriminin neticeleri de dünyaya yayılacak. Elbette sanayi devrimi sürecinde büsbütün sakatlanan Afrika’nın yüzlerce yıl sonra hâlâ belini doğrultamamış olması gibi, balta girmemiş bölgeleri olacak dünyanın. Daha acısı, Toynbee’nin veciz ifadesiyle resmen en olgun çağında boynu vurularak öldürülmüş Orta Amerika medeniyetleri gibi birçok kaybı olacak dünyanın. Ama yeni refah biçimi de, dünyanın muhtelif bölgelerine, dalgalar halinde dağılacak.
Mesele başka.
Daha önce işaret ettim, kuantum fiziği neredeyse tamamen Almanca, evrim teorisi neredeyse tamamen İngilizcedir. Bizim Batı diye aynı kabın içinde gördüğümüz iki dünya tasavvuru, bilim gibi en nötr bir alanda bile gözle görülür bir farklılığa yol açacak kadar farklılar birbirlerinden. Aralarındaki fark ne, neden biri kuantum fiziğini, öteki evrimi buluyor, bilmem. Yani kendimce fikirlerim var da, bugünün mevzuu o değil. Bugünün mevzuu şu: Eğer Alman ile İngiliz’in arasındaki fark ortadan kalkarsa, Alman İngilizleşir veya İngiliz Almanlaşırsa, demek ki, dünya yoksullaşacak.
Tastamam aynı şeyi, Türk, Kürt, Acem, Arap, Ermeni, Rus ve saire için de söyleyebilirim. Hatta şunu bile söyleyebilirim —ve zaten yıllardır, her fırsatta söylüyorum: Batı’nın dünyanın kalanından çalıp çırptıklarıyla ürettiği zenginliğe yaslanıp imal ettiği kibirli ve küstah ideolojik üstünlük tavrı, dünyanın kalanında kalıcı hasarlara yol açtı. Eğer açmasaydı, mesela İranlılar belki de son birkaç yüzyıl içinde, Almanların ve İngilizlerin üretemeyeceği/üretemediği dünya tasavvurları üretebileceklerdi. Kuantum ve evrim teorileri üretildiler, onları biliyoruz. Herhangi biri üretilmemiş olsaydı, üretilmemiş olduğunu bilmeyecektik. Benzer şekilde, belki de dünyanın kalanında üretilebilir olan birçok şey vardı, bahse konu olan toplumlar kendi enerjilerini, kendilerine olan inançlarını kaybettikleri için üretilemedi. Belki… Bilemeyiz.
Böyle bakınca…
Türk’ün Türk olarak kalması, sadece Türkler için değil, bütün dünya için, insanlık için mühim bir şey. Türk olarak kalmak derken kastettiğim şey, Orta Asya masallarının veya çarpıtılmış Osmanlılıkların günümüzde karikatür halinde tekrarlanması değil. Ya ne? Kendi dinamikleriyle biçim değiştirerek varlığını sürdürmesi… Netameli mevzular bunlar, uzatmayayım.
Türk’ün Türk olarak kalması herkes için iyi. Ve tastamam aynı sebeple Kürt’ün Kürt olarak kalması da…
Şimdi eğer Michael Bess’i korkutan bir geleceğe doğru sürükleniyorsak, eğer Bess haklıysa —yani eşitsizlik yeni bir faza geçerek aşırı büyüyecekse— yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak ilk unsurlardan biri mesela, Ermenilik olacak. Çünkü Batı emperyalizminin bu bölgede tezgâhladığı oyunlar neticesinde en çok zarar görmüş olan, bölgenin en zayıf halkası haline gelmiş olan, Ermenilik.
Dün tartışmaya çalıştığım şeyi şimdi dümdük sorayım: İnsanların hayatını çok uzatacak, o uzun hayat boyunca sağlıklı kalmalarını, genç kalmalarını sağlayacak teknolojiler geliştirebiliyor olsaydınız, Ermenilerin o teknolojilerden faydalanamayacak olmalarına üzülür müydünüz? Bunu tasa eder miydiniz?
Bana kalırsa etmezdiniz.
Etmediniz, etmedik, edilmedi. Bu yüzden bugün Erdoğan’a müstahakız. Erdoğan bu topraklara gökten zembille inmedi. Size/bana yabancı, kuytularda zamanını beklemiş bir ideolojinin, güneş görünce birden boy vermiş zararlı otu değil Erdoğan. Bu topraklarda, bilhassa okumuş kesimlerde ısrarla, kararlılıkla beslenip büyütülmüş bir ideolojinin ürünü.
Vahim yanı şu: Bu topraklarda, insanların hayatını çok uzatacak teknolojileri hayal bile edemeyecek, aklına böyle şeyler hiç gelmeyecek ama o teknolojiler üretilirse mesela Ermenilerin onlardan faydalanamamasına üzülebilecek olan geniş yığınlar yaşıyordu. “Ermenilere düşmanlık beslemeyen” demiyorum. Ermenileri sevmeyen, onlara hiç iyi gözle bakmayan ama yine de “onlar da insan” diyebilen birileri… Erdoğan onları iğfal etti.
***
Umuyorum nüanslar yerine oturdu.
- Türklüğü önemsiyorum. Müslümanlığı önemsiyorum. Eğer Türklük ve Müslümanlık öleceklerse, dünyanın geleceğinde söyleyecek sözleri kalmadığından, doğal bir ölümle ölmeleri gerektiğini düşünüyorum —böyle üzerlerine benzin dökülüp yakılarak değil. Başka ideolojilerle zehirlenip IŞİD filan formuna getirilip kurşunlanarak değil.
- Tastamam Türklüğü önemsediğim gibi, tastamam aynı sebeplerle Ermeniliği, Kürtlüğü, Acemliği, Araplığı ve bildiğiniz diğer her şeyi önemsiyorum.
- Hepimizin biçimsiz, küstah, adice bir taarruz altında olduğumuzu düşünüyorum. Ve bu taarruz altında olanların birbirlerine tecavüz etmek için bu kadar hevesli olmasını içime sindiremiyorum.
- “Ama önce o bana tecavüz etti” mazeretlerinin hiçbirini, hayatımın herhangi bir döneminde ciddiye almadım. Nasıl olup üretildiğini de, ciddiye alındığını da anlayabiliyor değilim.
- Türklüğü, Kürtlüğü filan önemsiyorum da, Türklüğe, Kürtlüğe, bütün mazlumların kendiliklerine herhangi bir katkısı yoksa, Türkiye devletini, muhayyel bir Kürdistan devletini, Ermenistan devletini önemsemiyorum. Devletleri veya başka kurumları, önemsediğim şeyleri yaşatmak konusundaki katkıları kadar önemsiyorum yani.
- Bize, hepimize taarruz edenin Batı olduğunu düşünüyorum. Ama Batı denen şeyin de, diğer şeyler gibi, şeytanlaştırılamayacağını düşünüyorum. Dahası, Batı’yı şeytanlaştıranların hemen hepsinin, dibine kadar Batılı olduklarını iddia ediyorum —sayısız defalar, misallerle iddia ettim. Daha önce söz ettiydim, bir vakitler bir dergide Batıcısı Doğulu, Doğucusu Batılı Türkiye başlıklı bir yazı yazmıştım. Evet, bugün memlekete vaziyet edenler Doğucu. Ama sapına kadar batılılar ve o yazıda da dediğim gibi, medeniyetler niyetlerine göre değil, metotlarına göre tasnif olurlar.
Derdim budur.
Şu son demlerimde —bir gün gelip de çekeceğimi hiç aklıma getirmediğim kadar— acı çekiyor olmamın sebebi, belki de kendisine en çok ihtiyaç duyulan dönemde Türklüğün intihar ediyor oluşunu çaresizce seyretmek zorunda kalmak. Böyle bir zamanın geleceğini, ona şahit olacağımı gençken hayal bile edemiyordum. Böyle, yani dünyanın altüst olacağı, taşların yeniden dizileceği bir dönemin… Öyle bir döneme doğru doludizgin gidiyor olduğumuzu hissettiğimden bu yana, yani yaklaşık yirmi beş yıldır, Türklük dediğim şeyin Batı’nın tecavüzüne uğramış herkes için bir can simidi olabileceğini —diğerlerinin de Türklük için bir can simidi olabileceğini— düşündüm.
Ve o dönem geldiğinde, memleketin tapusu kimlerin üzerine geçirildi…