Ulu Yüce Devletimizin İşleri

Baykal’ın, Ertuğrul Özkök’ün filan propaganda cephesine sürüldüğüne bakılırsa, ulu, yüce devletimiz niyeti bozdu. Savaş, çok uzun süredir olmadığı kadar yakında görünüyor.

Siz! Ulu, yüce devletimizin neresindesiniz? Sufle edeyim: Arkasında olmalısınız.

2. Dünya Savaşına Türkiye’yi sokmadığı için eleştirilere maruz kalan İnönü’nün, “savaşı bilen savaştan korkar” dediği rivayet edilir. Ben savaşı bilmiyorum ama savaştan korkarım. Savaşı bilenin savaştan korkması icap ediyorsa, bana göre, bilmeyenin de bilene saygı duyması gerekir çünkü.

Ama mesele savaş veya korku değil. Hayatım boyunca korkulacak çok iş işledim, korktuğum çok şeye destek verdim. Hayat böyle, ümit ile korku arasında… Ne güzel!

***

“Öldüğünüz zaman” demiş biri, “öldüğünüzü bilmezsiniz. Sizin ölmüş olmanız başkaları için problem kaynağı olur.” Sonra eklemiş: “Aptal olduğunuzda da durum aynı.”

Savaşı bilmeyen, başka herhangi bir şeyi de bilmeyen, bilmediğini bilmeyen, dolayısıyla bilenlerin tecrübesinden öğrenemeyen, bu yüzden de her bir şeyi deneyerek öğrenmesi gerekenler var. Biz onlara aptal diyoruz.

Mesele aptalların mevcut olması da değil. Hep vardılar ve bundan böyle de var olacaklar. Bir bakıma, her birimiz aptalız zaten. Her birimizin aptallıkları var yani. Mesele, aptalların bu kadar muazzam ölçüde kudret biriktirebiliyor olması. Kudret bu kadar yoğunlaşınca, aptalların —yani her birimizin— bir diğerini frenlemesi imkânları ortadan kalkıyor. Aptallık hayatın akış istikametini tayin edebilir oluyor.

Türkiye hanidir bu halde. Yeni bir hal değil içinde bulunduğumuz hal. Ve hepimiz, aptalların aptallıklarının yol açtığı problemlerle uğraşıyoruz hanidir. Onlar farkında değiller elbette.

Bu gidişatı savaşmadan durdurabilmenin biricik yolu vardı. Memlekette aptalların diğer aptalları dengeleyebilecekleri bir devlet örgütlenmesi inşa edebilsek, belki de savaş durağına uğramadan yol almayı sürdürebilirdik. Ama ulu, yüce devletimiz, aptalların tek başlarına karar verebilme hürriyetini sınırlamaya yanaşmadı.

Gidişat kötü.

***

Anlaşılan o ki, savaşa gireceğiz.

Ama benim gördüğüm kadarıyla, kimin yanında, kime karşı savaşa gireceğimiz konusunda, en heyecanlı savaş taraftarlarının bile herhangi bir fikri yok.

Sahi, bölgede kim kiminle savaşıyor? Taraflar kimlerden müteşekkil? Bir tarafa Esad’ı koysak yani… Yanına Rusya ile İran yakışır mı? Yakışır. Biz bunların karşısındayız, o da aşikâr. Bizim karşımızda oldukları net olduğuna göre, PYD (ve dolayısıyla PKK) da karşı tarafa düştü, tamam.

E, sonra? Mesela ABD, Avrupa, İsrail filan ne yana düşüyor? Ağzınızı doldura doldura diyebiliyor musunuz, “İsrail İran’ın mevzi kazanmasına katlanamaz, bizim yanımızda olması gerekir” filan diye? Demeyin, yanılmış olursunuz. Çünkü hiç de öyle görünmüyor. ABD ile Avrupa zaten hiç öyle görünmüyor.

Ulu, yüce devletimiz bir dünya savaşını tetikleme hayalleri kurmuyorsa, şöyle bir ihtimali hayal ediyor olabilir: O savaşa girecek, ama kimse onunla savaşmayı göze alamayacak. Yani Rus uçağını düşürerek kaybettiklerini, PYD ve PKK’yı vurarak —her nasılsa— kısmen de olsa telafi edecek, Rusya ve İran filan da “ama çok kazanmıştık zaten, birazını geri vermeye razı olalım” deyip, “zaten geri durmazsak dünya savaşı filan çıkar, kazandıklarımız da manasını kaybeder” diye korkup, geri vitese takacaklar.

Böyle hayaller kuruluyor olabilir mi? Tahmin etmek zor.

Bir öznenin ne yapacağı, neden yapacağı, nasıl yapacağı konularında tahminde bulunabilmeniz için, o öznenin minimum bir tahmin edilebilirlik sergilemesi gerekiyor. Yani mesela dünyayı nasıl algılıyor olduğu hakkında bir fikriniz olması lazım. Kendi gücünün sınırlarını nerede görüyor olduğu konusunda… Daha bir yığın konuda… Ulu, yüce devletimizin dünyayı, bölgeyi, Türkiye’yi ve kendisini nasıl görüyor olduğu konusunda hiçbir fikrim yok. Daha doğrusu tek fikrim, benim gördüğüme tercüme edilebilir bir biçimde görmediği…

Herkes için problem kaynağı olduğunu, bunun farkında olmadığını, ölü de olmadığını hesaba katarsak… Anladınız siz onu.

***

Merak eden olursa…

Devlet fikriyle bir alıp veremediğim yok. Ben anarşistim ama birilerinin kutsalının devlet olmasını anlayabilirim. Bu coğrafyada devlet denen fikrin evriminin Avrupa’daki evriminden çok farklı olduğunun da farkındayım. Dolayısıyla devlet denen kavramla dövüşmek filan gibi bir derdim yok.

Ama…

Bir vasıfsızlar, ödlekler, sırtlanlar çetesine, sırf kendilerini devlet zannediyorlar, devlet fonksiyonları üzerinde tekel kurdular diye saygı göstermemi de kimse beklemesin. Onlar hakkındaki düşüncelerimi, Akşam’da yazarken özetlemiştim:

“Kendisine devlet diyen, kendisine devlet dedirten bu çeteyi, bu İttihatçı karikatürlerini tanıyorum. Hep kimsesizlere, en güçsüzlere, en çaresizlere, en müdafaasızlara havlamalarından tanıyorum onları. Aferin delisi bir oğlanın eline tutuşturdukları silahla müdafaasız bir adamı, güpegündüz, sokak ortasında, kahpece, ensesinden vurduracak kadar ödlek olmalarından, ödlekliklerini gizleyebilme ümidiyle ‘kalemimi kıracak delikanlı arıyorum’ diye naralanmalarından tanıyorum. Delikanlılık kelimesinin ağızlarına hiç yakışmamasından…”

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin